Yandaşlıkta Hak-İş’in pabucunu dama atmaya niyetlenen Türk-İş’in genel başkanı Ergün Atalay, darbe girişiminin ardından başladığı AKP savunuculuğunu uluslararası alana taşıdı.
15 Temmuz’dan sonra meydanlarda boy gösteren ve “işçilerin meşru hükümetin arkasında olduğu” mesajı vermek isteyen Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, şimdi de uluslararası sendikal harekete ve diğer ülkelerdeki işçi sendikaları konfederasyonlarına mektup gönderdi.
Mektubun girişinde gerici iktidara bağlılığını yineleyen Atalay, “Batı dünyası”nı darbeyi yarım ağızla kınamakla ve “15 Temmuz’da sokağa çıkan insanların kahramanlıklarını görmezden gelmekle” suçladı.
Aymazlığın bu kadarı: İşçiler adına OHAL’i savunmak
Atalay, darbe girişimi gecesi yaşananlara ilişkin “kahramanlık destanı” yazdığı mektubunda, durumu fırsata çeviren AKP’nin ilan ettiği OHAL’i meşrulaştırmaya çalıştı. OHAL’in sendikal faaliyetlerini etkilemediğini öne süren Atalay, OHAL ilanının hemen ardından Gemlik Gübre’de Türk-İş’e bağlı Petrol-İş üyesi işçilerinin grevinin engellenmek istenmesini bile görmezden geldi.
Atalay, OHAL’i eleştirmenin “meşru hükümetle darbecileri aynı kefeye koymak” anlamına geldiğini iddia ettiği mektubunda şu ifadelere yer verdi:
“Darbe girişimine bir tedbir olarak, Milli Güvenlik Kurulu tarafından alınan ve parlamentoda muhalefet partilerinin de katılımıyla onaylanan kararla, olağanüstü hal ilan edilmiştir. Olağanüstü hal, hiçbir sivil toplum kuruluşunun istemediği bir durum olmakla birlikte, son dönemde, Türkiye’ye nazaran çok daha küçük çaplı olaylara muhatap kalmış olan ülkelerde de başvurulmuş bir uygulamadır.
Olağanüstü hal ilan edilmiş olmasına rağmen demokratik kurumlarımız normal işlerliğini ve sendikalarımız olağan faaliyetlerini sürdürmektedir. Olağanüstü hal ilan edilmiş olmasını Türkiye’de demokrasinin ve özgürlüklerin askıya alınması olarak göstermek meşru hükümeti darbecilerle eş tutmak anlamına gelecektir.
Türkiye’nin en fazla temsile haiz işçi örgütü olan ve 65 yıldır varlığını sürdüren TÜRKİŞ olarak, olağanüstü halin en kısa sürede kaldırılmasını talep ederken, mevcut şartlarda darbecilere ve devlete sızarak kurumları ve ülkeyi içerden ele geçirmeyi hedefleyen legal görünümlü illegal yapılara karşı Türkiye’nin tüm kurumlarıyla bir mücadele içinde olduğu gerçeğini de göz önünde bulunduruyoruz.”
Efendilerine yönelik eleştirileri hazmedemedi
15 Temmuz sonrasında AKP’ye ve özel olarak da dinci-gericiliğin şefi Tayyip Erdoğan’a yönelik dile getirilen “diktatörlük” eleştirilerini hazmedemeyen Atalay, yardakçılığını yaptığı efendilerini savundu. Atalay mektubunda şöyle dedi:
“Türkiye olağanüstü bir dönemi, sendikaların ve sivil toplum örgütlerinin şanlı direnişi ile atlatmaya çalışırken Türkiye’nin diktatörlüğe kaydığı yönündeki açıklaması gerçeği yansıtmamaktadır. Bu örgüt, uzun yıllar devlet kurumlarına sızmış bu kurumlarda istihdam edilmeyi veya terfi edilmeyi bekleyen on binlerce insanın hakkını gasp etmiştir. Kendi taraftarlarını istihdam etmiş ve terfi ettirmiştir. Kendilerini desteklemeyen personele baskı ve mobbing uygulamış, binlercesini istifa etmeye zorlamıştır. Kumpas kurarak, insanların gelecek umutlarını tüketmiştir. Eğer darbe girişiminde başarılı olsalardı, işte o zaman Türkiye’de gerçek bir diktatörlük olacaktı. Bugün konuşma hakkına bile sahip olmayacaktık.
Burada kınanması gereken darbe ve darbecilerdir. Ek olarak, Türk insanı ve işçisinin darbe girişimine karşı verdiği mücadelenin ve demokrasi zaferinin altının çizilmesi gerektiğine inanıyoruz.”
AKP’yi aklamak için çağırdı; ya işçiler?
Atalay, diğer ülkelerde örgütlü işçi sendikaları konfederasyonları ile uluslararası sendikal örgütleri Türkiye’ye davet ederek konuyla ilgili olarak işçilerle konuşmasını istedi.
Fakat aynı Atalay, genel başkanlık koltuğuna oturduğu konfederasyona bağlı sendikalara üye işçilerin grevlerinin uluslararası alanda destek kazanması için parmağını kıpırdatmadı.
Çok geriye gitmeye gerek yok; Atalay, bir yıl önce, kendi bünyesindeki Türk Metal çetesine tepki göstererek üretimi durduran ve fabrikalarına kapanan binlerce metal işçisinin taleplerini görmezden geldi. Renault gibi uluslararası sermayeye sahip fabrikalardaki işçiler için diğer ülkelerdeki sendikaları harekete geçirmeye çalışmadı.
Türkiye’nin ilk yabancı sermayeli şirketi olmasıyla “övünülen” Nestle’de 900 işçi greve çıktığında, grevin başarıya ulaşması için gerekli desteği örgütleme konusunda uluslararası alanda hiçbir girişimde bulunmadı.
10 Ağustos’ta greve çıkacaklarını ilan eden Coca Cola işçilerinin zaferi için hazırlık yaptığına ilişkin hiçbir bilgiye rastlanmadı. Örnekleri çoğaltmak fazlasıyla mümkün.
Bu böyleyken; işçiler için zerre çaba göstermeyen ancak AKP savunuculuğu konusunda gayretkeşe dönen Atalay, şu sıralarda zamanını Kaçak Saray koridorlarında, TOBB ve YASED tarafından düzenlenen Uluslararası Yatırımcılarla Yüksek Düzeyli İstişare Toplantısı salonlarında geçirmekle meşgul.