Karadeniz’in asi çocuğu Kazım Koyuncu’yu kaybedişimizin üzerinden 11 yıl geçti. Koyuncu yakalandığı kanser hastalığından dolayı 25 Haziran 2005’te yaşamını yitirmişti.
Pırıl pırıl devrimci bir ruhu olan Kazım Koyuncu da, Metin Lokumcu gibi Hopa’nın “eşkiya”larından biriydi.
Sanatı ve yaşamı
1972 Artvin Hopa doğumlu olan sanatçı, ilk Lazca Rock grubu, Zuğaşi Berepe’nin kuruluşunda yeraldı. Grup, “Va Mişkunan” ve “İgzas” albümlerini çıkardıktan sonra dağıldı. Grup dağıldıktan sonra Kazım Koyuncu, Laz müziği ile Rock’ı birleştiren çizgide yürümeye devam etti. “Viva” isimli ilk solo albümünü, ardından “Hayde” albümünü yayınladı.
Lazca söylemesi üzerine şöyle diyordu: “Bu milliyetçilik mi derseniz; bu başka birşey derim. Milliyetçiliğin her türlüsüne karşıyım, ama babaannemin kullandığı dilin yeryüzünden silinmesine karşı durma duyarlılığına da sahibim... Yani Laz olmam bir tesadüf. Evrensel düşünen bir insanım, müziğim de böyle olmalı. Ayrıca müziğe sadece müzik olarak bakmıyorum. Hangi akılla, hangi duygularla yapıldığı da önemli. Benim hayata karşı söyleyecek şeylerim var.”
Koyuncu ruhu ve eylemiyle, devrimci bir sanatçıydı.
Yaşama ve sanata bakışını şöyle anlatır: “Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, birgün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Don Kişotlar’a, ateş hırsızlarına, Ernesto “Çe” Guevara’ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.”
Böyle diyordu daha 32 yaşındayken ve yapacak çok şeyi varken yaşama gözlerini yummadan önce.
Katili sermaye düzeni ve devletidir
Koyuncu, müziğiyle ve katıldığı etkinliklerde, Karadeniz’de çok sayıda insanımızın yaşamına mal olan Çernobil faciasına karşı mücadele edenler arasındaydı. Ölümü de “doğal” değil, Çernobil sonrası bölgeye yayılan radyasyonun sonucu “kanser”di.
Dönemin bakanları ekrana çıkıp “bakın ben çay içiyorum bir şey olmuyor” diyerek, işçi ve emekçi kitleleri aldatmaya çalışmıştı. Bu, sermaye devletinin işçi ve emekçi kitlelere verdiği değerin de veciz bir ifadesiydi. Asalak kapitalistler zarar görecek diye hiçbir tedbir alınmadı.
Koyuncu da bunu biliyordu ve bir röportajında şöyle diyordu:
“Neredeyse her ailede bir kanser vakası var ve bu tesadüf değil. Adamlar pişkin pişkin çıkıp çay içti karşımızda. Bunu yapan insan ya geri zekalıdır ya da çıkar gruplarına hizmet ediyordur. Şimdi bunlar cinayet değil mi? “
O’nun ezgileri işçi, emekçi ve tüm ezilenlere dairdi... Dilleri yasaklanmış ulusların çocukları kadar asi, yüreğinin temizliği kadar güzel bir insandı Kazım... Karadeniz’in sırtı lacivert hamsilerini ve mısır ekmeğinin zaferine inananlarını selamlıyor, ona sonsuz saygı ve sevgimizi sunuyoruz.