Bazen Şerif oldun, bazen Mahzuni

Günümüzde “sanatçılar” bırakalım geri bir söylemde bulunmayı, sarayın malzemesi durumuna gelmişlerdir. Oysa ki Mahzuni iktidarlara yönelik her zaman eleştirel bir tutum izlemiştir. Yani halk ozanlığının gereğini yerine getirmiştir. Bu yönü ile sahiplenilmesi, ileri yönleri öne çıkarılması gereken çağdaş bir ozandır.

  • Haber
  • |
  • Kültür-sanat
  • |
  • 17 Mayıs 2018
  • 06:51

16 yıldır yeryüzü büyük bir halk ozanı olmadan güneşin etrafında dönüyor. Bu sistem toplumu öyle bir kültür ile yetiştiriyor ki sadece tüketen, ürettiği kadarı ile de sermayeyi büyüten bir toplum yaratıyor. Oysa ki bundan 16 yıl önce 17 Mayıs’ta üretmeyi bir yaşam felsefesi haline getirmiş büyük bir halk ozanı, Mahzuni Şerif yeryüzünü terk etti...

Asıl adı Şerif Cırık olan Mahzuni Şerif 1940 yılında Maraş-Afşin’in Berçenek Köyü’nde doğdu. Küçük yaşlarda dini eğitim de alan Şerif, askeri okullarda okudu. Fakat muhalif karakteri dolayısıyla askeri okuldan atılan Şerif asker olmaya uyum sağlayamayacağını kendisi zaten sezinlemişti. Müziğe büyük ilgisi olmasından dolayı asker olma konusunda ihtiyatlıydı ve zaten sistem de onun isteğini yerine getirmişti. Halk şiirine gönül veren ve konuşma dilini şiirleştiren Aşık Mahzuni, 400’e yakın plak, 50 kaset yayınlamış, 9 adet kitap yazmıştı. İleride böylesi bir üretime imza atacak bir ozandan da emir komuta ile yaşamını sürdüren bir asker olması çok beklenemezdi, ki olmadı. O, savaşı farklı silahlarla yürüttü.

Şiir yazmak Şerif için bir deklare biçimi, bir kendini ifade ediş biçimiydi. Halk ozanlığı yaşamı boyunca sayısız konu üzerine yazan büyük ozan üretkenliği ile öne çıktı. Yaşadığı toplumun değer yargılarını, sınıf çelişkilerini, yaşadığı bölgenin coğrafik yapısını, halkın sevinçlerini, üzüntülerini, kavgalarını, sevdalarını, yoksulluklarını, korkularını ve savaşlarını konu alarak üretimlerde bulundu. Bu üretimler için Şah Hatayi, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Kaygusız Abdal, Nesimi, Yunus Emre, Aşık Veysel gibi kimliklerden de esinlendi. Kendi halkının yukarıda saydığımız değer yargılarını kendine göre yorumlayıp evrenselleştirdi ve bu evrensellik onu günümüze taşıdı.

Yukarıda saydığımız kültürel öğelerin her biri hakkında üretimlerde bulunabilmesi, bu konularda kalemini ve dilini çok rahat oynatabilmesi ve -birçok halk ozanında olduğu gibi- kendi yazdığı yüzlerce-binlerce eseri ezbere biliyor olması onun halkın bir özeti olduğunu gösterirken, halkına yabancı olmadığını da yansıtan bir karakterdi. Zaten halk ozanlarının en karakteristik özelliği de budur. Birçok “sanatçı” topluma üstten bakarken halk ozanlığı halkın bir minyatürü olagelmiştir. Böylesi değerler ise yapısı gereği toplumun sorunlarının aynası olmuştur.

Bugün içinden geçtiğimiz süreçte “sanatçı” takımı iktidarın önünde diz çökmüş durumdadır. Birçoğu saray soytarısı halinde geldi. Ki bu onların kendi bağımsız kimliklerinin de kalmadığı, sarayın politikalarının dışına çıkamayacakları anlamına geliyor. Kimisi için belki biraz daha para kazanmak uğruna, kimisi için koltuk kapmak uğruna... Sonuçta toplumun sorunları gibi bir tartışma hiçbiri açısından yok. Ki bu sözde sanatçılar toplumun ezilen emekçi kesimlerinin bir parçası da değiller. Her biri burjuva saflarında yer alıyor.

Fakat Mahzuni Şerif ve nice halk ozanı şahsında gördüğümüz, iktidarı ve politikaları kendi ozanca dilleri ile eleştiren ve bu eleştiriler ile beraber bedel de ödeyen kimliklerdir. Nitekim birçoğu bu dünyadan yoksulluklar içerisinde ayrılmıştır.

Özelde Mahzuni Şerif üzerinden bahsedecek olursak, Şerif ‘50’li yıllarda sazını eline almış ve toplumun sorunlarını dile getirmeye başlamıştır. ‘50’li-‘60’lı yıllarda Türkiye toplumu kırlardan şehirlere göç etmeye başlamış, sanayileşme ile de beraber toplum çapında bir aydınlanma süreci baş göstermiştir. O dönem toplumun çok çeşitli kesimleri hem okuma yazma konusunda, hem politik konularda, hem sınıfsal olarak bir adım ileri gitmiştir. Bu dönemin halk ozanları da toplumdaki aydınlanma ile beraber bilinç olarak ileri çıkmıştır. O dönem Mahzuni Şerif Türkiye İşçi Partisi’nin kurucuları ile tanışmış ve onlardan yardım görmüştür. Çeşitli ozan derneklerinin kuruluşunda yer almıştır. Tabii yönetenlere karşı yaptığı eleştiriler karşısında birçok baskı görmüştür. Tutuklanmalar, işkenceler hiç eksik olmamıştır. Bu baskılar karşısında dilini ve mızrabını hiç durdurmamıştır.

“Bizim toprak toprak olduktan beri
bunun gibi daha arsız gelmedi
bu kadar sap yiyip saman bırakan
ağzı çirkin yüzü nursuz gelmedi”

Mahzuni Şerif, yönetimi eleştiren bu tarzda onlarca eser dile getirdi. Geçmiş ile geleceğin bağını kuran, her dönemin iktidarının eleştirisine uyacak tarzda evrensel içerikli yapıtlar üretti.

Eleştirel bakışı elden bırakmayan Mahzuni, elbette kimi eleştirilerin de muhattabıdır. Birçok halk ozanında olduğu gibi Mahzuni’nin de devrimci akımlarla ilişkilerini sınırlı tutan bir ozan olduğunu görüyoruz. Böylesi bir tercih, politik tutumda da kendi sonuçlarını yaratmıştır. Kimi eserlerinde burjuva iktidarının söylemlerinden etkilenmenin ürünü anti-komünist içeriklerle karşılaşılabilmektedir. Ya da Kürt halkına dönük saldırılar karşısında kimi durumlarda “milli hassasiyet”leri içeren söylemlerde bulunabilmiştir. Fakat sanatçının toplumdan etkilenme durumunu göze aldığımızda Mahzuni’nin örgütsüzlüğü ve toplumsal mücadelenin geri olduğu dönemlerde böylesi tutumlar almış olması bir yere kadar anlaşılır bir durumdur. Günümüzde “sanatçılar” bırakalım geri bir söylemde bulunmayı, -yukarıda belirttiğimiz gibi- sarayın malzemesi durumuna gelmişlerdir. Oysa ki Mahzuni iktidarlara yönelik her zaman eleştirel bir tutum izlemiştir. Yani halk ozanlığının gereğini yerine getirmiştir. Bu yönü ile sahiplenilmesi, ileri yönleri öne çıkarılması gereken çağdaş bir ozandır.

F. Deniz