İzmir'de 20 Ağustos 2020’de cinsel birliktelik teklifini reddettiği için öldürülen Ceyda Yüksel'in davasında katil Serkan Dindar’a “elem ve öfke” indirimi yapıldı. Bu karar istinafta da onandı! Daha açık bir ifadeyle, yargı katledilen Ceyda Yüksel’i cinsel birliktelik teklifini reddettiği için “haksız” buldu. Adaletin/vicdanın kırıntısını taşımayan bu ahlaksız karar, cinsel saldırıları adeta “yasal” hale getiriyor. Bu kararların altına imza atan Saray yargısı bir kez daha tecavüzcü katillere “kalkan” oldu.
Öyle ya, cinsel birliktelik isteğini reddeden kadını öldüren katilin “elem ve öfkeye kapılması” Saray yargısına göre “normal”dir. Bu yüzden katil Serkan Dindar’a “elem ve öfke” indirimi yapıyor. Cinayete “elem ve öfke” indirimi yapan zihniyet, öldürmeyip de tecavüz etseydi Dindar’a ceza değil “ödül” verirdi herhalde.
Cinsel istismar, tecavüz ve kadın cinayeti davalarında yargının verdiği böylesi kararlar “istisna” değil “kural” haline getirildi. Bunu yapanlar, “Sarayın tecavüzcü yargısı” sıfatını hak ediyorlar. Dinci-gerici rejimin bir aparat gibi kullandığı yargı artık tecavüzcüyü, kadın katilini pişkince ve alenen koruyor.
Kadına yönelik tehditlerde “seni öldürür birkaç yıl yatarım” rahatlığı sık sık görülüyor. Katillere bu rahatlığı, sapkın zihniyetli/kadın düşmanı dinci-gerici rejim ve yargısının aldığı kararlar sağlıyor.
İstismara uğrayan çocuk için “rızası vardı” gibi sapkınca sözler söyleyen bir zevatı Adalet Bakanı koltuğuna oturtmuş olan rejim, “aileyi koruma” safsatasıyla nefret suçları da işletiyor. Katledilenler eşcinsel olduğunda ise katilin törenle ödüllendirilip kutlanmadığı kalıyor.
Kapitalist-emperyalist sistem kadın sorunu yeniden üretiyor
Dinci-gerici rejim bütün bu sapkınlığı mide bulandırıcı bir aleniyetle yapıyor. Ama bu iğrençliğin kaynağı, dinci-gerici rejimi toplumun başına bela eden kapitalist sistemdir. “Demokrasinin beşiği” olarak gösterilmeye çalışılan emperyalist ülkelerde de sistem kadın sorununu yeniden üretiyor. Türkiye’deki kadar kaba, yaygın ve aleni yapılmasa da kapitalist sistemin egemen olduğu ülkelerin çoğunda bu tür durumlar yaşanabiliyor.
Bu tür durumlara karşı biriken öfke ve tepkiyi salt AKP-MHP iktidarıyla sınırlamak yetersiz olacaktır. Kuşkusuz AKP-MHP iktidarı kendi ilkel zihniyetini yargıya dayatarak bu sorunun daha da derinleşmesinden sorumludur. Ancak bu dinci-ırkçı zihniyeti iktidara taşıyan da sermaye sınıfıdır.
Elbette mücadelenin güncel olarak öncelikli cephesi AKP-MHP iktidarına karşı olmalıdır. Ama mücadele bununla sınırlandığında en naif ifadeyle “diktatörlüğe değil, diktatöre” karşı mücadele olur. O halde öfke de tepki de mücadele de hem AKP-MHP diktasını hem sermayenin diktatörlüğünü hedef almalıdır.
H. Ortakçı