Sabahın erken saatinde yola çıktı Zöhre. Gün içinde hiç duymadığı kuş seslerine şahit oldu. Hoş gün içini de çok bilmezdi çalışmaktan. Uzun uzun düşünmeye başladı, 15 dakika onun için çok uzun bir zamandı. Doğru düzgün ağaç bile yoktu ve işi gücü kuş görünce boğmak olan kediler vardı. Neredeydi bu kuşlar, yıllardır ilk kez kuşları uzun uzun düşünmeye başlamıştı ki işe gideceği aracın saatinin yaklaştığını fark etti. Koşar adımlarla Kemal Sunal'ın bir filmini anımsatan rutin tablonun içine düştü. Tanıdığı tanımadığı herkese kısık sesle “günaydın” dedi. Bazıları karşılık verdi bazıları umursamadı. İşçiler servislere biniyor, taşeron sahipleri işçi ayıklarcasına:
- Sen gel, sen kal, geçen gün devamsızlık yaptın, sana ceza.
İşe gidemeyenler umursamadan duraktan ayrılıyordu. Zöhre'nin gittiği iş sabitti, böyle bir sorun yaşamıyordu. Ama çok da iyi olduğu söylenemezdi. Her gün yok pahasına uzun saatler çalışıyordu. Burası Güven Park gibi bir tek anıtı yok, sonra bir an sürekli detay hatırladığına şaşırdı. Zöhre âşık olmuştu. Aşk insanın hayatına, ruhuna, zihnine iyi geliyor. Ancak Zöhre zora âşık olmuştu. Aynı zamanda korktuğu bir aşktı bu. Durakta bekleyen işçilerin suratı asıktı, henüz toy olanların heyecanı ona gençliğini anımsatıyordu. İşçilerden yine de umutluydu Zöhre. Şoförün korna sesiyle irkildi;
- Bu araç doldu, seni başka bir araç alacak, bekle biraz daha.
Peki derecesine kafasını salladı tekrar düşünmeye başladı. Zöhre konuşmadığı her an düşünmeyi çok sever, bazen konuşurken de düşünemediğini fark ediyordu. Hem yoruluyor hem sağlıklı beslenemiyordu. Patron ve adamları ne kadar da rahat ve hoyratça davranıyorlar diye düşündü. Hep dakik olmak zorundayız, ancak işçi dışında herkes kendi keyfi için her şeyi kendi kafasına göre yapabiliyordu. Gününü hızlı bir makina da çalışarak çabucak bitirmişti.
- Anca malzeme üretelim, bu kadar uzun saatler çalışıp hayatımıza dair hiçbir şey üretmeyelim, tek istedikleri kendi kasalarını daha çok doldurmamızdır bu alçakların.
Zamanın hızlı geçmesine sevinmiş olsa da her gün aynı rutini hatırlayıp iç geçirdi. Hayata bu yüzden gelmiş olamayız. O kadar yorulmuştu ki etrafında hiçbir şey dikkatini çekmiyordu. Eve gidince de koltukta uyuya kaldı. Uyandığında iş saati yaklaşmış, durakta olması gereken saat hâlâ yataktaydı. Hızlıca fırladı yatağından, kestirme yaparak başka bir durakta servis aracını yakaladı. Şoför memnun değildi bu durumdan;
- Normal şartlarda asla almam, indiğiniz durak neresi ise orada binin kardeşim, herkes böyle yaparsa önünü alamayız.
Zöhre içinden ne saçmalıyorsun salak herif diye geçirdi. Radyo açıktı ve bütün sesleri yararak Zöhre'nin kulağını Çello'nun tınıları geldi. Şoför sustuğun da ise herkes duyar olmuştu. Zöhre'nin nasıl da içi erimişti. Uzaklara dalıp Çellonun telleri arasında geziniyordu, ta ki “bu ne ya” diyen işçiler oldu, neredeyse yanlışlık oldu diyecek kadar eğilip bükülen şoför, Ankara havası pavyon parçaları çalan radyoyu buldu. Kimse dinlemek istemiyor gibiydi. Bir yandan da çok sevmişler gibi herkes birbiri ile keyif yarıştırmaya başladı. Bu keyif radyo kanalını değiştirmenin keyfi gibiydi daha çok. Sanki çello çalmaya devam ediyormuş gibi hayallere dalan Zöhre beton yığınlarını, yeşil dağlar, ovalar gibi izlemeye ve hayal kurmaya devam etti. Vardiyası değişmiş güneşi selamlamadan uyur, güneşe veda edemeden uyandırdı. Gece çalışan hiç canlı yoktu diye düşündü. İzlediği belgeseller geldi aklına, geceleri avını savunmasız yakalamak için uyumayan hayvanları hayal etti…
- İyi de ben avının peşinde koşan bir canlı değildim ki.
O gün bir kez daha yaşadığı hayatta bir av olduğunu ve avcının onu yavaş yavaş öldürdüğünü düşündü. Gece boyu çalışırken hayvanları, insanları ve hiçbiri olamayan asalak patronları düşündü. Çok çalışkandır Zöhre, her işi en iyi şekilde yerine getirir. Patron için yapmıyordu bunu ürettiklerini satın alacak olan işçi ve emekçileri düşünüyordu daha çok. En adi malzemeyi en sağlam yapabilmeyi hep hesap ediyor, israftan kaçınıyordu. Zöhre işçidir ve hayatı boyunca işçilik yapacağını çok iyi bilir. Onun için güneş doğduğunda değil paydos dediklerinde sabah olurdu. Ya da güneş doğduğunda değil işe gidince “günaydın” denirdi. Hayır, henüz gün aymadı diye şaka yapar, şakası bile özenli ve sorgulayıcı olsun isterdi.
Paydos edildi, Zöhre hem uykulu hem yorgun sabaha kadar çalışmakla akşama kadar çalışmak arasında çok fark var diye düşündü. Sabah çalıştığın da kendisi için az da olsa vakit yaratıyordu. Şimdi ise eve gelip akşam servise koşarak gidecek kadar uyuyordu. Servis aracından inip yürümeye başladığında yine kuş sesleri geldi kulağına, -Ah nerde bu kuşlar... -Kuşlar ne güzel özgürler istedikleri gibi uçabiliyor.
Eskiden söylenen bir söz kalmış hafızasında kuşların özgürlüğü simgelediğine dair… kuşları görüp onlardan ilham almak istiyordu. Kuş seslerine yakınlaştığını hissetti… zaten eve gidiyorum diyerek kuşları görmek için etrafa daha sıkı bakmaya başladı. Bir binanın önüne geldiğinde kafasını yukarı kaldırdı, kuşları görmüştü ama o kadar mutlu olamadı, balkona asmalı bir kafeste gördü kuşları. Buna yabancı değildi ancak kafesin içinde kendisi varmış gibi daraldı. Sonra özgürlüğü simgelediği söylenen kuşlar da tutsaktı. Bunlar boş işler özgürlük için hiçbir hayvan ilham alınır mı diye düşündü. Zöhre hemen gerilirdi ama ters dönmüş bir böceği düzelterek gerginliği geçti. Böcek ona Franz Kafka'nın Dönüşüm kitabını hatırlattı, Gregor Samsa hepimiziz diye kendi kendine söylendi. Bunları düşünürken belediye temizlik işçilerine selam vermeyi çocuklara gülümsemeyi hiç atlamazdı.
- "Görüyorsam, gördüğümü göstermem gerekir." Aradığını bulamasa da aklı kuşlardaydı. Kuşların, özgürlüğü bile insanın özgürleşmesi ile mümkündür. Mahkumiyeti insan bulduysa özgürlüğü de insan buldu, mahkumiyet varsa özgürlükte elbet olacak, diye düşündü. Zöhre uyumayı çok sever. Zöhre zorla uyumadığı ve uyanmadığı günlerin emeğin kurtuluşu ile mümkün olacağını aklından geçirerek uyuya kaldı...
D. Türker