Kayyım, tutuklama, tehdit, baskı…
2019 Mart’ında gerçekleşecek yerel seçimlere bakarken, kaç belediye ve muhtarlığın kazanılacağı hesabını yapmadan, seçimlere nasıl bir atmosferde gidiliyor, seçimler sürecini işçi ve emekçiler açısından örgütlülüğün sağlandığı bir sürece nasıl evriltebiliriz sorularını yanıtlamak gerekiyor. Bu soruların yanıtlarını vermeden, buna uygun bir çalışma planı ve ısrarı gösterilmeden oy hesabı yapmak derinleşen karanlığı dağıtmanın, tek adam rejimini yıkmanın ya da en azından geriletmenin bile formülü olamaz.
İktidar işçi ve emekçilerde olmadığı sürece gördük ki kazanılan belediyelere bir kararla kayyım atanıyor, bir kararla belediye başkanları tutuklanıyor. 10 yerine 30 belediye alınabildiğinde düzene karşı mücadele mevzilerinin güçleneceği algısına kapılmak sol-sosyalist örgütleri düzene karşı devrimci mücadeleden uzaklaştırmaktan, toplumsal kesimlerin algısını düzen içine hapsetmekten başka bir yere götürmüyor. Politik özne olmak iddiasındaki herhangi bir yapının topluma, işçilere, gençlere, kadınlara küsmeye hakkı yok. En ileride duranların bile bilincini düzen dışına çıkartmak yerine sandığa hapseden politikalar üretenler, kitlenin bilincinin kötürümleşmesinde düzen güçleri kadar sorumluluk sahibi olduklarını unutmamalıdırlar.
AKP’ye, sermaye sınıfına ve devletine karşı mücadelenin kıstası yerel seçimlerde kaç belediye alınabildiği değil. Düzene karşı mücadele düzeyinde ileri anlamda bir değişiklik olmadığında bir kayyım atanması, bir tutuklama furyası ya da dokunulmazlıkların kaldırılması iyimser bakışların karşısına bir anda başka bir resmi çıkartabilir.
24 Haziran seçimi ve sonrasında ilerleyen süreç sandık matematiğinin bir yere varmayacağını gösterdi. Kayyımla belediyelerden Kürt hareketinin etkisini süpürme politikası, oy tabanının kitlesel olmasının da yetmediğini gösterdi. Kendi başına bu göstergeler bile kafaların neye sıkışmaması gerektiğine işaret ediyor.
Tek adamlığın rejim olarak da biçim aldığı 24 Haziran’ın ardından ilk yerel seçimler gündemde. Ülkenin tüm yönetim kademelerinin işlevsizleştiği, tek adamın kararları ile her şeyin tekleştirildiği bir dönemdeyiz. AKP şefi olan cumhurbaşkanına tüm bunlar yetmiyor yine de. Baskıları, tehditleri artarak sürüyor. Zorlu bir seçim sürecinin içerisinde olduğunu bilen AKP, kendini güçlendiremeyeceği yerde, karşısına çıkacak muhalefet güçlerinin önünü kesmek için etkisizleştirmek, itibarsızlaştırmak, gözden düşürmek şeklinde politikalar geliştiriyor. Başta cumhurbaşkanı olmak üzere AKP iktidarı, Kürt halkını ve HDP’yi bu yerel seçimlerde de özel bir saldırganlıkla hedefe koymuş bulunuyor. Kürt illeri başta olmak üzere ülkenin dört bir yanında Kürt hareketine yönelik yoğunlaştırılan gözaltı ve tutuklamalar, iktidar sahiplerinin çalışmayı bu şekilde de kesintiye uğratmak, engellemek çabası içerisinde olduklarını gösteriyor.
Kayyım, ağızlarına dolanmış en büyük tehdit. Kayyım onlar için sadece bir belediyenin başkanını, çalışanlarını bertaraf etmek, belediye imkanlarını denetime almaktan ibaret değil. Belediyeler rant elde etme, soygunu-talanı resmi kılıflara göre yapma aracıdır egemenler için. Silopi Belediyesi’nde kayyım eli ile birçok arsanın iktidar yandaşlarına ucuza peşkeş çekilmesi bunun çarpıcı bir örneği oldu.
Yerel seçimlerde temel kıstas ne kadar belediye elde edildiği değil, sermaye devletinin ne kadar sarsıldığı, sermaye sınıfının egemenliğine son verebilmek için işçi ve emekçilerin örgütlü gücünün ne kadar geliştirilebildiğidir. Düzene karşı devrimci çizgide bir örgütlülüğün olup olmadığı, sınıf ve emekçi kitlelerin bilinç ve örgütlülük durumu veya düzeyi, seçimler dönemini nasıl atlatacağımızı veya sermayeye bu süreci dar edip edemeyeceğimizi belirleyecektir.
Derinleşen ekonomik kriz ve emekçilere yansımasını da göz önünde bulundurarak, önümüzdeki seçim döneminde toplumda biriken öfkeyi açığa çıkarmaya ve bunu bir örgütlülüğe dönüştürmeye kilitlenmeliyiz. Bakış açısı bu olmadığı sürece yaşanacak olan, ortadaki demokrasicilik oyununda figüranlık yapmaktan başka bir şey olmayacaktır.