Sermaye iktidarının en büyük başarısı, sistemin uzlaşmaz sınıf karşıtlıkları üzerine kurulu olduğu gerçeğini işçi ve emekçilerden gizleyebilmesidir. Bu sistemde biri sefalet ve yoksulluk içerisinde üreten, diğeri üretilenlere el koyarak lüks bir hayat yaşayan iki sınıf olduğu apaçık ortadayken, sermaye düzeni, türlü yöntemlerle emekçi kitleleri aldatarak, çoğu zaman bu temel sorunu karartabilmektedir.
Oysa toplumsal yaşamın her alanı, bu çatışmalardan doğan çelişkileri üretmektedir. Sistemin ürettiği çelişkiler, yaşamın her alanına damgasını vurur. Bunun çarpıcı örneklerinden biri, aynı olgunun iki farklı sınıf için zıt anlamlar taşımasıdır. Bunu burjuvazinin haklar ve özgürlükler oyununda görmekteyiz. Burjuvazi için özgürlük olan durum, işçiler ve emekçiler için köleliğin sürdürülmesinden başka bir anlam taşımaz. Bu düzende insanların özgürlüğü aç kalmak, giderlerini karşılayamamak kadardır. Üretim araçlarını elinde bulunduran kapitalistlerin işçi ve emekçilere sundukları “özgürlükler”in sınırları bu kadardır. Marx’ın dediği gibi, “işçi sınıfı zorunluluklarının kölesidir.” Bundan dolayı kapitalizmin diğer adı, ücretli kölelik düzenidir.
Egemenler, bu modern kölelik düzeninin “eşitlik” ve “özgürlük” temeline dayalı olduğu safsatasını kullanırlar. Egemenlerin en iyi kullandıkları aldatmaca ise, seçme ve seçilme hakkı/özgürlüğüdür. Bu vesileyle egemenler kapitalist sistemin ürettiği sorunları, emekçilerin “yanlış partiye oy vermeleri”ne bağlamaya çalışırlar. Gerçekleri bu şekilde çarpıtarak bütün düzen partilerinin sömürücü sınıflara hizmet ettikleri gerçeğini karartmaya çalışırlar.
Bu safsataya göre “iyi bir hükümet olursa, bütün sorunlar çözülür.” Bu kaba yalanlarla emekçilere, “bu partiden memnun değilseniz, diğer partileri deneyin” zihniyeti telkin edilir. Böylece emekçiler, bu düzen partisinin kuyruğundan diğer partinin kuyruğuna takılmaya zorlanarak, oyalanıp dururlar. Emekçiler nezdinde yıpranan parti, “günah keçisi” ilan edilerek, çöpe atılır. Çok bilinen bir söz vardır; “şeytanın en büyük hilesi, bütün dünyayı, kendisinin var olmadığına inandırmasıdır.” Bu vesileyle günah keçilerini tarlaya süren egemenler, kendilerini gizleyebilmektedirler.
Seçme ve seçilme hakkına daha yakından bakmak bile bu yalan dağlarını devirebilir. Örneğin seçilme hakkına gerçekte sahip olmadığını bir emekçi seçilenlerin burjuvalardan oluşmasından, seçimlere katılmak için devlete ödenmesi gereken yüksek tutarlardan ve seçim kampanyası adı altında harcanan milyonlardan görebilir. Şöyle ki, dünyaya “demokrasi” pazarlayan ABD de bile başkanlık seçimlerini, kapitalistlerden en yüksek parayı toplayan kazanmaktadır.
Ya da seçme hakkını düşünelim. Emekçiler, her seçimde özünde birbirlerinden farksız, temelde düzene sağından solundan hizmet etmeye yeminli partilerden birine destek vermek durumunda kalıyor. Öyle ki, her emekçi sandığa “kötünün iyisine oy atma” mantığıyla gider.
Kısacası seçme ve seçilme “özgürlüğü”, kitleler için boyunlarındaki zincirlerin sıklaştırılmasından başka bir anlam ifade etmemektedir. Bu çerçevede yeni bir seçim aldatmacası önümüzdeki aylarda düzenlenecektir. Şimdiden düzen partileri ve reformist çevreler toplumu yapılacak yerel seçimlere hazırlamaya başladılar.
AKP sandığa çağırıyor
Haziran direnişi ile hiç ummadığı bir darbe alan AKP iktidarı direnişe dönük fiili saldırıların ardından, direnişin moral kazanımlarına da saldırmaya başladı. Bir yandan tutuklamalar, gözaltılar her türlü gösteriye azgın polis saldırısı sürerken, öte yandan ise kitlelerin bu dönemde kazandığı özgüven yok edilmeye çalışılıyor. Öncelikle barikatlar, alternatif yaşam alanları ve doğrudan demokrasi deneyimleri hedef alınıyor. Her şeyden önce tepkilerini düzen dışı yöntemlerde barikatlarda dile getiren kitlelere bu yollar unutturulmak isteniyor.
Her fırsatta yüzde 50 oy aldığını iddia eden dinci-Amerikancı AKP, “bir derdiniz varsa gelin sandıkta çözelim” diyerek, kitlelerin kurduğu barikatların önüne TOMA’lardan sonra seçim sandığını sürmektedir.
Seçim aldatmacasını öne sürerek kitleleri sokakta politika yapmaktan uzaklaştırıp sandığa çekmek, AKP ve sermaye düzenin temel önceliğidir. Ancak şurası bir gerçektir ki, bu oyunla emekçileri avutmak mümkün görünmemektedir. Öncelikle kitleleri isyan ettiren sebeplerden biri, kurulan seçim sandıklarının çözüm olmadığının görülmesidir. İster yerel seçimler ister genel seçimler üzerinden olsun, bu oyunun meşruluğu zayıflamıştır. Henüz doğrudan reddedemeseler de, emekçi kitlelerin nezdinde seçimler, çözüm olarak görülmekten uzaktır. Dolayısıyla sokaklardaki meşru/militan mücadele devam edecektir.
Reformizmin sandık telaşı
Haziran direnişinin kazanımlarını sandığa gömme manevrasında, düzen güçlerine en büyük destek reformizmden geldi. Gerçekleşmesine aylar varken yerel seçimler üzerinden hesaplara başlayan reformistler, Gezi direnişinin yarattığı birikimi, kendi reformist parlamenterist çıkarları uğruna heba etmek niyetindeler.
Pazarlık sinyalleri vermeye başlayan reformist çatı ve dışındakiler, emekçi kitlelerin düzene karşı barikatlara yığıldığı bir dönemde tekrar yerel seçimler üzerinden kitlelere, çözüm platformu olarak sandığı işaret ediyorlar. Çıkarcılığın ve ihanetin doruk noktası olan bu tutum, emekçi kitleleri, burjuva parlamentarizminin tuzakları içine arkadan itmek anlamına geliyor.
Komünistlerin seçime hangi taktikle gidecekleri bir yana, önemli olan ilkesel bir duruş sergileyebilmektir. Komünistler, her seçim sürecinde farklı araçlarla kapitalist sistemin teşhiri, seçim aldatmacasının ortaya çıkarılması, devrim ve sosyalizm propagandasının güçlendirilmesi yönünde çaba harcarlar.
Komünistler için seçim dönemleri sosyalizm bayrağının daha da yükseltilmesinin olanaklarını barındıran bir dönem olmaktan öteye bir anlam ifade etmez. Bu temel ilkesel yaklaşımdan hareketle komünistlerin görevi, yerel seçimlerde kitleleri bu düzenin seçim aldatmacasına karşı barikatlara, en temel talepler için bile fiili meşru mücadeleye çağırmak olacaktır.