Haziran 2015’ten beri “olağan” koşullarda seçim kazanma imkanını yitiren AKP-saray rejiminin kaderi, hile, oy hırsızlığı, tehdit, şantaj gibi kirli yöntemlere endekslendi. Bunların yetmediği yerde dinsel gericiliği ve ırkçılığı fütursuzca kışkırtmak, savaş tamtamları çalmak, Kürt halkını ve komşu ülkeleri tehdit etmek gibi kanlı yöntemlere ağırlık veriliyor.
***
Yerel seçimler yaklaşırken, aynı kirli-kanlı yöntemlerin ayyuka çıkmaya başladığına tanık olmaktayız. Zorbalık, AKP-saray rejiminin elinde kalan son araçtır. Sermaye adına zulmün kamçısını sallayan AKP reisi, aykırı sesleri boğmak için histerik bir şekilde etrafa saldırıyor. Artık “AKP devleti” misyonuna da bürünen sermaye devleti, sadece kolluk kuvvetleriyle değil, tüm kurumlarıyla bu faşist politikanın uygulayıcısı konumundadır.
Her gün nutuk atan, bu nutukları bütün TV kanallarından canlı yayınlatan AKP şefi, bir kez daha “rutin” bir şekilde toplumu taciz etmeye başladı. Histerik bir ruh haliyle etrafa tehditler savururken, şirazeden çıkarak CHP liderini zindana tıkmak ya da katletmekle tehdit eden AKP şefi, “yumuşak” muhalif duruş sergileyen bir haber spikerini ise, “enseni patlatırlar” diyerek dinci çetelerine hedef gösteriyor.
***
Lümpen ağzıyla konuşarak etrafa tehditler savuran AKP şefinin hedefinde bir kez daha Kürt halkının kazanımları var. Irak topraklarını bombalatarak Kürt halkına diş gösteren saray rejimi, saldırıların devam edeceğini, Fırat’ın doğusunun da sırada olduğunu ilan etti.
Amerikan askerlerine zarar vermeden Fırat’ın doğusunu bombalatacağını vaaz ederek Rojava’da yaşayan Kürtleri tehdit eden AKP şefi, saldırı için Washington’daki efendilerinden icazet almaya çalışıyor. PYD liderlerinin Türk devletinin saldırganlığına karşı Suriye yönetimiyle işbirliği yapmaya hazır olduklarını ilan etmeleri, ABD’nin sınırlı bir saldırıya yeşil ışık yakabileceğine işaret ediyor.
Bölgede ABD ile Rusya arasında yaşanan hegemonya çatışmasını istismar eden saray rejimi, bunu Kürt halkının kazanımlarını ortadan kaldırmak için bir fırsata çevirmeye çalışıyor. ABD emperyalizmine uşakça sadakatine devam ederken, Rusya ile de birtakım ilişkiler geliştiren dikta rejimi, Rojava’ya -kısmi de olsa- saldırmak için Trump yönetiminden icazet koparmaya çalışıyor.
Trump yönetimi Ankara’daki uşaklarının taleplerinden hoşlanmasa da saldırıya icazet verebilir. Verilirse eğer böyle bir icazet, savaş tamtamları çalan AKP için bir “nimet” olur. Ancak saldırganlığı ileri götürmesi durumunda, Suriye topraklarına girmek bir bataklığa da dönüşebilir.
***
Histerik tehditler savuran AKP şefi, öncelikle yerel seçimlere hazırlık yapıyor olsa bile, Kürt halkı başta olmak üzere bölge halklarına duyduğu kin yapay değildir. Bu arada yayılmacı, ilhakçı heveslerinden de vazgeçmiş değil. Dolayısıyla fırsat bulabilirse hem Rojava’ya saldırır hem Suriye topraklarını ilhak etme teşebbüslerini sürdürür. Tıpkı Efrîn ve çevresinde yaptığı gibi...
Bir kez daha belirtmek gerekir ki, Suriye topraklarından bir parça koparıp alma hevesleri kursaklarında kalacaktır. Efrîn ve çevresinde ilhak konusunda epey mesafe almış gibi görünseler de eninde sonunda bu topraklardan çekilmek zorunda kalacaklar. Zira Esad yönetimi ile müttefiklerinin Türk ordusunun Suriye topraklarını terk etmesi gerektiği konusundaki tutumları nettir. Görüşmeler yoluyla bu sağlanmazsa, bölgenin yeni çatışmalara sürüklenmesi kaçınılmaz olacaktır.
Bu arada belirtelim ki, AKP şefinin yakın işbirlikçilerinden biri olan Sudan Devlet Başkanı “dinci diktatör” Ömer el Beşir’in dahi Şam’ı ziyaret edip Esad’la görüşmesi, Suriye etrafındaki “Arap çemberi”nin kırılmaya başladığına işaret ediyor. Dolayısıyla AKP-saray rejiminin Suriye’den toprak ilhak etmek konusunda da tek umudu ABD emperyalizmi olabilir. AKP şefinin Suriye’den toprak ilhak etme histerisinin önü, ancak Trump yönetimi bu amaçla ordusunu savaş alanına sürerse açılabilir. Tabi gerçekleşmesi durumunda, böylesi bir ahmaklığın ne tür sonuçlara yol açacağını kestirmek de kolay değil…
***
AKP-saray rejiminin bu kadar histerik olması, yapay gerilimler yaratıp etrafa tehditler savurması hem içeride hem dışarıda kanlı dişlerini gösterip durmasının önemli bir diğer nedeni de krizin ağır yükü altında ezilen işçi ve emekçilerin isyan etmesinden duyduğu korkudur. Lüksün, şatafatın, görgüsüzlüğün, lümpence israfın emekçilerde yarattığı öfkenin farkında olan AKP şefi, savaş naraları atarak, dinsel gericiliği ve ırkçılığı köpürterek dikkatleri farklı yönlere çekmeye çalışıyor.
Kriz derinleşirken, işçiler ve emekçiler bunun yükü altında ezilirken, din sosuna bulanmış ırkçılığın yaratacağı etkinin bir sınırı olacaktır. Engels, bir yazısında ırkçılığı liköre benzetir. Bu içki karnı tok olanlara keyif verir ancak aç olanlar için iğrençtir. AKP şefi ile onun borazanlığını yapan besleme medyanın gerici-ırkçı propagandasının sefalete mahkum edilen emekçiler nezdinde iğrenç bir tat bırakması olasılık dahilindedir. Zira işsizliğin, yoksulluğun, sefaletin, zorbalığın yaşamda yarattığı etki artık ne din istismarcılığıyla ne ırkçılıkla örtbas edilebilir.
Krizin bedelini ödemeye mecbur bırakılan işçi sınıfı ve emekçiler histerik savaş çığırtkanlığına itibar etmemeli, sefaleti daha da derinleştirecek olan, Kürt halkını veya komşu ülkeleri hedef alan saldırganlığa karşı direnmelidirler. Emekçilerin bedenlerini ve ruhlarını öğüten kapitalist sömürü ve kölelik çarkının din tacirliği ve ırkçılık sosuyla yağlanmasına seyirci kalmamalıdırlar. “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” şiarını esas almalı, krizin faturasını kaba kölelik dayatan saray rejimine ödetmek için taban örgütlülüğünü inşa edip mücadeleyi yükseltmelidirler.