Ulucanlar Katliamı ve destansı direnişin 15. yıldönümündeyiz. Ulucanlar Direnişi, tüm yönleri ile içinde bulunduğumuz gelişmelere ışık tutmaya devam ediyor. Emperyalist-kapitalist dünya sisteminin içinde bulunduğu krizin bugün ulaştığı düzey ve kapitalizm bataklığının derinleşmesi ile bunalım daha da büyüyor. Sosyal mücadeleleri doğuran ve dünyanın dört bir yanında kendini göstermesine neden olan gelişmeler milyonların yeni bir dünya arayışını güçlendiriyor.
‘89 çöküşünün ardından zafer naraları atan kapitalist sömürü düzeni 2000’lere yaklaşırken kitlelere vaat ettiği neo-liberalizmin nimetlerinin yıkım ve geleceksizlikten başka bir şey getirmediği gün yüzüne çıkmış, kitleler mücadele alanlarını doldurmaya başlamıştı. Aynı zamanda emperyalist güçler arsındaki egemenlik ve rant savaşı da kızışıyordu. Emperyalizmin Ortadoğu’daki en ileri karakolu olan sermaye iktidarı ise emperyalistler arası bu it dalaşının en ön cephesinde bu ülkenin işçilerinin-emekçilerin kanını altın tepsilerde sunmanın, bu kavgadan küçük kırıntılar koparmanın, Türk tekelci sermayesini palazlandırmanın hesabını yapıyordu. Bunun için 12 Eylül düzeninin süren etkisini daha da derinleştirmek işçi sınıfının azgınca sömürmek isteğinin güvencesiydi. Özelleştirmeler, düşük ücretler, ağır çalışma, sefalet, sosyal hakların gaspı için sınıf ve emekçi hareketinin kontrol altına alınması bastırılması ve öncülerinin ise azgınca ezilmesi şarttı.
Bu nedenle o meşhur söz, “İçeriyi teslim almadan, dışarıyı teslim alamayız” sözü sermayenin sadık uşakları tarafından şart edilmişti. İçeride kimler vardı. Aslında “içerisi”, toplumsal muhalefetin devrimci-öncü güçleriydi, devrimci hareketlerdi. ‘90'lı yılar boyunca devrimci hareketin yeniden toparlanma çabalarını azgın devlet terörü, işkenceler, tutuklamalar, yargısız infazlarla bastırmaya çalışanlar, zindanlara kapattığı devrimci tutsakları ise zulme boyun eğdirerek teslim almaya çalışıyordu. Esasında ideolojik-programatik olarak düzen sınırlarına çekmek, ehlileştirmek için dizginlerinden boşaltılmış vahşeti bir yöntem olarak devreye sokuyordu. Sermaye iktidarının en tepesinde hem fikir olunan, devrimci örgütlülüklerin ve onların şahsında kitlelerin kazanacaklarına olan güveni sarsma olgusu, sistematik olarak devreye sokuldu.
‘99 Ulucanlar Katliamı bir dönüm noktası, sermaye düzeni için bir eşikti. Bu eşik F tipi tecrit hapishanelerine devrimci öncüyü kapatarak tüm toplumsal muhalefetin ezilmesi öngörüsünün, emperyalist-kapitalist odaklarla uşakça ilişkileri geliştirmek için vazgeçilmez bir dayanağıydı. Bu nedenle o dönem dünyanın jandarmalığı misyonu kaybetmemenin telaşı içinde gözü dönmüşçesine projeler üreten ABD'nin önünde el pençe divan durulmuş, sonra da onların direktifiyle toplumsal muhalefetin direnişinin sembolü olan Ulucanlar Hapishanesi’ne tam anlamıyla savaş açılmıştır.
Bugün yaşanan ekonomik-sosyal-siyasal tüm gelişmelerin izlerini Ulucanlar Katliamı’nda bulmak mümkündür. Devrim ve düzen arasında kapışmanın en kızgın anında 'Biz yokuz komutanım' diyerek kavga alanını terk edip düzenin icazet alanında emperyalistlerle pazarlık masalarına mücadelenin eksenini oturtan Kürt hareketinin içinde bulunduğu açmaz bunun en açık göstergesidir. Savaş ve saldırganlık tüm Ortadoğu’da Türk sermaye devleti eliyle örgütlenmiş, tüm ülke emperyalizmin ve onların maşası olan para militarist güçlerin üssü haline getirilmiştir. Ülkenin tüm fabrikaları, madenleri, inşaatları, işyerleri kuralsız artı değer sömürüsünün hükmettiği köle kamplarına çevrilmekte, sermayedarların daha çok kâr hırsı yüzünden işçiler planlı cinayetlere kurban gitmektedirler. Zorbalık, zulüm ve sömürü genel bir atmosfer haline getirilmiş, devrimci örgütte ve çizgide ısrar eden devrimci örgütlülüklere, mücadele alanına çıkan kitlelere azgınca saldırılmaktadır.
Burjuva ideolojisinin dinsel gericilikten yozlaşmaya kadar her türlü saldırısına/baskıya karşın, kitlelerin mücadele azminin dindirilemediğini görüyoruz. Sınıf hareketi ile sosyalizmin birleşmesinden duyduğu tarihsel korku sermaye iktidarını dün olduğu gibi bugün de saldırganlaştırmaktadır.
İşte bu nedenle ‘99'da Ulucanlar’da sermaye iktidarının her türlü fiziki zorbalığına karşı devrim ve sosyalizmin kızıl bayrağını yere düşürmeyen, ona leke sürdürmeyen komünist ve devrimci tutsakların yiğitçe direnişi hala büyük bir önem taşımaktadır ve bugünden geleceğe ‘99'dan örülmüş bir köprü olarak uzanmaktadır.
Devrimci direniş geleneğinin ve devrimci siper yoldaşlığının en ileri örneğini temsil eden cephenin en önünde savaşan ve barikatta, işkencede dövüşerek/direnerek ölümsüzleşen Habip ve Ümit yoldaşlar ve ON'lar, bu pratikleri ile isimlerini mücadele bayraklarına altın harflerle yazdırdılar.
'Uğruna tereddütsüzce ölünebilecek dava'da ipi en önde göğüsleyen Habip ve Ümit ile ON'ların bu davada ölümsüzleşmiş tüm devrim şehitlerinin gösterdikleri yolda yürüyor, onların sesiyle, yüreğiyle kavgaya atılıyor, yaşamın her alanında onları yaşatıyoruz.
Yaşasın Ulucanlar direnişimiz!
Yaşasın devrim ve sosyalizm!
Evrim Erdoğdu
TKİP dava tutsağı
Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi