Toplumun devrimci dönüşümü, Marksizm’in ilkeleri ve Lenin’in partisi - M. Özil

Ekim Devrimi’nin ve Lenin’in partisinin bu engin deneyimi, bugünün emperyalist-kapitalist dünyasında işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluşunun özel ve önemli bir alanına işaret etmektedir. Onlarca yıldır işçi hareketinin şu ya da bu düzeyde gelişimine tanıklık edilen bu coğrafyada parti sorunu marksist teorik temeli ve devrimci örgüt anlayışı bakımından önemli bir mesafe kat etmiştir. Şimdi sıra, bu birikimi toplumsal temeline kavuşturmak, parti ve sınıfın birliğini sağlayabilmektedir.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 27 Ağustos 2017
  • 09:59

Tarihin bugüne kadarki kesitinin en ileri toplumsal, siyasal ve sınıfsal olayı olan Ekim Devrimi, aradan geçen 100 yıla rağmen ilkesel önemini koruyan engin deneyimlere sahiptir. Öncesi ve sonrasıyla Ekim Devrimi, işçi sınıfı ve onun siyasal öncülerinin bugüne dair dersler çıkarması gereken tarihsel olayların başında gelmektedir. Zira Ekim Devrimi, önceki yüzyıllarda gerçekleşen tarihsel olayları nitelik olarak aşan, 20. yüzyıl boyunca birbirini izleyen devrimler zincirinin herhangi bir halkası değil, proleter devrimler çağını açan özel bir niteliğe sahip tarihsel gelişmedir.

Böylesine önemli bir devrim sürecinin doğrudan Lenin ve Bolşeviklerle anılması, işçi sınıfının iktidar mücadelesi ve parti ilişkisine de ayna tutmaktadır esasında. Bugünün komünistleri Ekim Devrimi ve Bolşevikler arasındaki diyalektik ilişkiyi kavramak, partinin teorik, sınıfsal ve örgütsel temelini bu kavrayış üzerinden ele almak durumundadır. Bunun için de Ekim Devrimi deneyimi üzerinden sınıf savaşımı ve devrimci parti ilişkisine dair birtakım sonuçlara ulaşmak ve bu sonuçlardan öğrenmek hâlâ yakıcı bir ihtiyaç olmaktadır. 

Bilimsel sosyalizmde proletaryanın politik örgütü

Bilimsel sosyalizm, köleci toplumdan bu yana toplumlar tarihinin sınıf savaşımları tarihi olduğunu söyler. Bilimsel sosyalizmin kurucuları Karl Marx ve Friedrich Engels, 1848’de tamamladıkları Komünist Parti Manifestosu’nda bu belirlemeyi yaparak, sınıflar arasındaki gizli ya da açık, fakat kesintisiz olarak süren bu mücadelenin “ya tüm toplum yapısının devrimci bir dönüşümüyle, ya da mücadele eden sınıfların hep birlikte çöküşüyle” sonuçlandığını vurgular. Marx ve Engels’e göre, feodal toplumun çökmesiyle oluşan modern burjuva toplumu da sınıf karşıtlığını ortadan kaldırmamış, yalnızca yerine yeni sınıflar, yeni ezme koşulları ve yeni mücadele biçimleri getirmiştir. Burjuva düzenin başlıca özelliği ise sınıf karşıtlıklarını basitleştirmesi, giderek toplumun tümünü birbirine düşman iki safa, birbirine doğrudan karşıt iki büyük sınıfa ayırması olmuştur.

Bugün emperyalizm aşamasına ulaşan kapitalizmde sınıf savaşımı, açık ya da gizli biçimde, kesintisiz olarak sürmektedir. Üretim araçlarının mülkiyetini tekelinde tutan bir avuç kapitalist ile mülksüzleştirilen proletarya sürekli bir savaşım halindedir. Burada vurgulanması gereken önemli noktalardan biri, fabrikalar temelinde başlayan kendiliğinden iktisadi mücadele ile kapitalizmin sonunu hazırlamak için toplumsal düzleme yayılan politik mücadele arasındaki diyalektik ilişkidir. Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’sında proletaryanın iktisadi ve politik mücadelesi arasındaki bu diyalektik ilişkiyi şöyle vurgular:

“Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar, iktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder.”

Üretim araçlarının özel mülkiyeti esasına dayanan kapitalizmin yapısı üretici güçlerin gelişimini engeller, sınıflar arası çelişkileri ve mücadeleyi derinleştirir. Bu yapısal sorunu, kapitalizmin yıkılışının kaçınılmaz sonunu hazırlar. Fakat, kapitalizmin işleyişi üzerinden yapılan bu soyutlama, onun kendiliğinden yıkılacağı anlamına gelmez. Üretici güçlerin, temel olarak işçi sınıfının, burjuvaziye karşı savaşımının kapitalizmin yıkılmasıyla sonuçlanması için gereken şey, işçi sınıfının politik mücadelesidir. Öz olarak, kapitalizmin yıkılması, işçi sınıfının kendiliğinden hareketin kabuğunu kırıp ‘kendisi için sınıfa dönüşmesine’ bağlıdır. Geçmişten bugüne kimi aydınlar Marx’ın yukarıdaki ifadesini kendiliğindenciliğin teorisine dönüştürse de Marksizm, kapitalizmin yıkılması ve işçi sınıfının ‘kendisi için sınıfa dönüşmesi’ arasındaki diyalektik ilişkinin, işçi sınıfının politik örgütlenmesini zorunlu kıldığını belirtir. Marksizm’e göre, sınıf savaşımının nesnelliği, tek başına onu ileriye taşımaya yetmez. İleri çıkışın zorunluluğunu anlatacak, sınıfın ‘kendiliğindenlik’ durumuna müdahalede bulunacak, ona ‘kendisi için sınıf olma’ bilincini taşıyacak ve sınıf savaşımını yönetecek bir siyasal öncüye ihtiyaç vardır. Bu da komünist partidir.

Kapitalizmin yıkılmasında işçi sınıfının politik mücadelesinin ve onun için de partinin zorunlu olduğunu ortaya koyan Marx ve Engels’in teorik alandaki tüm çalışmaları da devrimci çalışma ve sınıf partisi sorunuyla ilgiliydi. Bilimsel sosyalizmin kurucusu bu iki dehaya göre, böyle bir parti olmadan işçi sınıfı toplumsal düzeni değiştiremeyecek, kendisini ve diğer emekçi katmanları özgürlüğe kavuşturamayacaktı. Tam da buradan hareketle Marx ve Engels, bilimsel sosyalizmin temel ilkelerine dayalı ilk politik örgüt olan Komünistler Birliği’ni kurdu. Şiarı “Bütün ülkelerin proleterleri, birleşiniz!” olan Komünistler Birliği’nin programı olarak da Komünist Parti Manifestosu’nu kaleme aldılar. Bu sayede, tüm ülkelerden proleterleri komünist program ekseninde kenetlemeye çalıştılar.

Ek olarak belirtelim; Komünist Parti Manifestosu’nun kaleme alındığı 1848 yılında Avrupa’da gerçekleşen devrimler, işçi sınıfının örgütünün hayati önemini daha o günden ortaya koymuştu. İşçi sınıfının burjuvaziyle birlikte aristokrasiye karşı yürüttüğü ve burjuva devrimlerinin ardından bizzat burjuvaziye karşı sürdürdüğü mücadelede üretimden gelen gücünün yanında kitleselliği ve savaş gücüne rağmen iktidara sahip olamamasının, kimi deneyimlerinde de yönetimi elinde tutamamasının en temel nedenlerinden biri, politik örgütlenmesinden, yani partisinden yoksunluğuydu.

Ekim Devrimi ve partinin önemi

Marksizm’in sınıfın politik mücadelesi ve parti ihtiyacına ilişkin teorisi, Ekim Devrimi deneyiminde bizzat Lenin ve Bolşevikler tarafından doğrulanmış oldu. Zira Ekim Devrimi’nin hazırlanışında ve zaferinde öncü ve yönetici bir güç olarak Bolşevik Parti belirleyici bir rol oynadı.

Toplumsal devrimler, nesnel koşulların olgunlaşması ve ‘subjektif faktör’ün yeterli donanımı sağlayarak hazırlıklarını tamamlaması ile başarıya ulaşabilir. Devrimin nesnel koşulları olgunlaşmadan, hiçbir devrimci parti devrim yapamaz. Fakat hazırlıklı ve kabiliyetli bir devrimci parti olmaksızın da nesnel koşullar kendiliğinden bir biçimde sonuçlarına ulaşamaz, devrim başarılamaz. Proleter Devrim ve Dönek Kautsky adlı eserinde “bir devrim durumu olmadan devrimin mümkün olamayacağının marksistler için tartışma götürmez bir gerçek” olduğunu söyleyen Lenin, hemen ardından da “her devrim durumunun da devrime götürmeyeceğini” belirtir. Ancak “nesnel koşullara öznel koşullar da katılırsa” devrim olabileceğini vurgular.

Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği dönemde özellikle Avrupa’daki devrimlerin bu kadar kolayından yenilgiye uğramasının tek değil, fakat temel açıklayıcı unsurlarından biri nesnel koşullar ve devrimci parti arasındaki bu diyalektik ilişkidir. Siyasal yaşamının başından beri devrimci partinin önemine vurgu yapan Lenin’in, Alman Kasım Devrimi’nin yalnızca bir ay öncesinde, 9 Ekim 1918 tarihinde kaleme aldığı satırlarda, devrimci partinin tayin edici önemi şöyle vurgulanmıştır:

“Avrupa için en büyük talihsizlik, onun için en büyük tehlike, orada devrimci bir parti olmamasıdır. Scheidmannlar, Renaudeller, Hendersonlar, Webbler ve hempaları gibi hainlerin partileri, ya da Kautsky gibi uşak ruhlular var. Devrimci parti yok Avrupa’da. Gerçi yığınların güçlü bir devrimci hareketi bu yanlışı düzeltebilir, ama bu olgu büyük bir talihsizlik ve büyük bir tehlike olarak kalıyor.”

Bunun ne kadar yerinde bir kaygı olduğunu ilerleyen süreç bizzat göstermiştir.

Lenin için parti sorunu, Marksizm’in en temel unsurlarından biridir. Marx ve Engels’in toplumsal bir devrim için işçi sınıfının ‘kendisi için sınıf olma’ zorunluluğu belirlemesinden yola çıkarak, kendiliğindenliğin kabuğunu kırmak için sınıfa “dışarıdan” siyasal bilinç taşınmasını savunur ve bunun aracının devrimci parti olduğunu vurgular. Ne Yapmalı eserinde, kendisini “gelişmenin nesnel ya da kendiliğinden öğesinin önemini küçümsemekle” suçlayan ekonomistlere savaş açan Lenin, işçi hareketinin kendiliğinden gelişmesinin hareketi burjuva ideolojisine bağımlı kılmaya varacağını, kendiliğinden işçi hareketinin sendikacılık olduğunu ve sendikacılığın da tam olarak işçilerin burjuvaziye bağımlılığı olduğunu belirtir. Kendiliğinden harekete ilişkin yaptığı bu değerlendirmeyi, işçi hareketinin ancak güçlü bir devrimciler örgütünün önderliğinde olduğu koşulda, Marksizm’in kapitalizmin yıkılması için zorunlu kıldığı ‘kendisi için sınıf olma’ durumuna kavuşabileceği düşüncesi tamamlar.

Aynı eserinde, “Marksizm’i anlamayanların işçi sınıfı hareketinin yığınsal, kendiliğinden yükselişinin iyi bir devrimciler örgütü yaratma görevinden kurtardığını düşünebileceklerini” söyleyen Lenin, “tersine, bu hareketin bu görevi yüklediğini, çünkü mücadele güçlü bir devrimciler örgütü tarafından yönetilmediği sürece proletaryanın kendiliğinden mücadelesinin hiçbir zaman onun gerçek ‘sınıf mücadelesi’ haline gelemeyeceğini” ifade eder.

Ekim Devrimi, gerek Rusya’da gerekse diğer coğrafyalarda yaşanan devrim süreçleri üzerinden haklı çıkanın Lenin olduğunu göstermiştir. Lenin’in partisi kazanmıştır ve Lenin’in Marksizm’e yaptığı bu büyük katkıyla Marksizm-Leninizm bütünsel bir teori olarak daha da güçlenmiştir.

Lenin’in partisi ve üç temel halka

Tarihin bu muazzam olayına öncülük eden Bolşevik Parti’de en ileri örneğini bulan leninist parti, çoğu zaman örgütsel biçimiyle ele alınır. Oysa leninist partiyle tarif edilen devrimci örgüt yalnızca bir örgütlenme modeli değildir. Lenin’in hayati önem atfettiği profesyonel devrimciler örgütü, “öncü ve kitle arasındaki ilişki”yle, “dışarıdan bilinçle kendiliğinden hareket arasındaki ilişki” halkalarının üzerinden şekillenir. Bu nedenle, leninist parti, ancak ideolojik temeli, sınıf kimliği ve örgütsel yapısının bütünlüğüyle gerçek anlamını bulur.

Bir Adım İleri, İki Adım Geri adlı yapıtında “proletaryanın örgütten başka silahı olmadığını” vurgulayan Lenin’in şu sözleri, Marksizm teorisi, sınıf ve parti arasındaki ilişkiyi özlü biçimde anlatmaktadır:

“Proletarya, ancak, Marksizm’in ilkeleri üzerinde ideolojik olarak birleşerek ve bunu, milyonlarca emekçiyi bir işçi sınıfı ordusu halinde kaynaştıran maddi örgüt birliğiyle pekiştirerek, yenilmez bir güç haline gelebilir ve gelecektir. Ne Rus otokrasisinin bunak yönetimi ne de uluslararası sermayenin ömrünü doldurmuş egemenliği bu orduya dayanabilecektir.”

“Teorinin kaya gibi temeli”

“Siyasal bir düşünce akımı ve siyasal bir parti olarak Bolşevizm’in 1903’ten beri var olduğunu” söyleyen Lenin, Bolşevizm’in ilk temel halkasına işaret ederken, “Bolşevizm, 1903’te marksist teorinin son derece sağlam temeli üzerinde yükseldi” der. 1901 sonları ve 1902 başlarında yazdığı Ne Yapmalı’sı, Lenin’in daha en baştan bu konuda tam bir bilinç açıklığı içinde olduğunu gösterir. Öyle ki Lenin, dönemin genel “marksist hareketi”ndeki eğilimlere; “legal marksizme”, “illegal ekonomizme” ve kendiliğindenciliğe karşı teorik mücadele yürüttüğü yapıtında, “Öncü savaşçı rolünün ancak en ileri teorinin kılavuzluk ettiği bir parti ile yerine getirilebileceğini belirtmek istiyoruz” ifadesini kullanır. Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz! İşte Lenin’in teori ve örgüt ilişkisinin anahtar cümlesi budur.

Sınıf mücadelesinin yalnızca iktisadi ve siyasal biçimlerinin değil, teorik mücadeleyle birlikte üç biçimi olduğunu belirten Lenin, Bolşeviklerin bu üç biçimi diyalektik bir bütünlükle kavramalarının ve siyasal yaşamlarında somutlayabilmelerinin ustalığının, doğrudan Marksizm’in ilkesel yöntemlerinin kavranması olduğunun altını çizer. Ona göre “Marksizm bir dogmalar yığını değil, eylem kılavuzudur” ve ancak Marksizm’in devrimci diyalektiğini kavrayabilen bir parti başarıya ulaşabilir. Dönemin sözde “marksist” aydınlarının bilgiçliklerine ve teori üzerinden yaptıkları gevezeliklere karşın, Lenin, Bolşeviklerin Marksizm’den ne öğrendiğini şöyle anlatır:

Marksizm, bize, kök salmış geleneklerin, siyasal entrikaların, anlaşılmaz yasaların ve muğlak öğretilerin kara örtüsü altındaki şeyi -sınıf savaşımını, her türden mülk sahibi sınıflar ile, mülksüz yığınlar, mülksüzlerin başında bulunan proletarya arasındaki savaşımı- sezmeyi öğretmiştir. Devrimci bir sosyalist partinin gerçek görevini açıklığa kavuşturmuştur: toplumu yeniden biçimlendirmek için planlar kurmak değil, işçilerin aldığı payı iyileştirmek konusunda kapitalistlere ve onların çanak yalayıcılarına öğüt vermek değil, komplo planları hazırlamak değil, ama proletaryanın sınıf savaşımını örgütlemek ve nihaî amacı proletaryanın siyasal gücü ele geçirmesi ve sosyalist bir toplumun örgütlenmesi olan bu savaşıma önderlik etmek.” (Marx-Engels-Marksizm)

Bolşevikler’in ideolojik alandaki üstünlüğü, teoriyi yalnızca soyut akademik çalışma olarak ele almamaları, devrimci teorinin devrimci eylemle olan sıkı ilişkisini gözden kaçırmamalarından gelmektedir. Bolşevikler, teorinin yalnızca devrimci eylemin sorunlarına yanıt üretmekle sınırlı kalamayacağını, tersine, sınıf mücadelesinin pratiği sayesinde zenginleştiğini, sınandığını ve kesin biçimini aldığını siyasal mücadelenin somutluğu içinde göstermiştir. 1920’de kaleme aldığı “Sol” Komünizm adlı yapıtında Marksizm için “bir dogma olmayan, ancak son biçimini gerçek yığın hareketinin ve gerçek devrimci bir hareketin pratik eylemi ile yakın ilişki içinde olan, doğru devrimci teori” ifadelerini kullanan Lenin, sağlam teorik temeliyle, dünyanın hiçbir yerinde eşi benzeri olmayan deneyimi arasındaki diyalektik bütünlüğün Bolşevizm’in teorik gelişmesini oluşturduğunu belirtir.

Proletaryanın partisi

Leninist partinin marksist teoriyi doğru ele alışı, ona üzerinde yükselmesi gereken toplumsal tabanı da işaret eder. Sınıf çelişkileri içinde işçi sınıfının devrimci konumunu kavranması gereken ana halka olarak tanımlayan Marksizm’den öğrenen Bolşevikler için devrimin kavranması gereken halkası da bu sınıfın tarihsel devrimci eyleminin örgütlenmesidir. Tam da bu nedenle Lenin, Rusya gibi geri bir köylü ülkesinde partisini işçi sınıfı zemininde inşa etmiştir. Lenin’in ilkesel ve ısrarcı yaklaşımı sayesinde bir devrimciler örgütü olarak Bolşevik Parti, toplumsal anlamıyla sınıf partisi olabilmiştir.

“İşçi sınıfının bilinçli azınlığı” olan leninist parti, işçi sınıfının dışında ve ondan ayrı bir oluşum değildir; işçi sınıfının bilinç ve etkinlik açısından en ileri üyelerini saflarında toplamasıyla sınıfın organik bir parçasıdır.

Öte yandan, Lenin için “sınıfın partisi” olmak, şekilsiz bir kitle partisi olmak demek değildir. Tersine, Lenin sınıfın tarihsel eyleminin zaferi için, devrimciler örgütünün önemini vurgular. Dönemin sosyal demokratları ekonomizm ve komploculuk arasında savrulurken Lenin’in tarihin en ileri sınıf partisini inşa edebilmesi, sözünü ettiği devrimciler örgütü ve toplumsal tabanı arasındaki sarsılmaz ilişkinin diyalektik bir bakışla ele alınmasındandır. Lenin’in örgüt anlayışında “işçilerin ve devrimcilerin örgütleri” ayrımı vardır ve buna göre, devrimci sınıf partisinin “her şeyden önce ve esas olarak devrimci eylemi meslek edinmiş kişilerden oluşması” gerekmektedir. Fakat bu devrimciler örgütünün “komplocu bir örgüt” olduğu anlamına gelmez. Zira Lenin, partinin işçi sınıfıyla organik ilişkisinin önemi konusunda tam bir bilinç açıklığıyla davranmış ve bu sayede Bolşevikler sınıfın eylemine önderlik edebilme kabiliyeti gösterebilmiştir. Bolşevik Parti’nin tarihsel deneyimine göre, “sosyalizm ve sınıf hareketinin birliği” demek olan leninist parti, sınıf içinde varoluşunu fabrika hücreleri temelinde yükseltmelidir. Lenin’in “Her fabrika bizim kalemiz olmalı” sözü, leninist partinin toplumsal tabanıyla kurması gereken ilişkinin en veciz ifadesidir.

Profesyonel devrimci çekirdek

Lenin’in parti anlayışının en önemli halkalarından biri de “profesyonel devrimci çekirdek”tir. Yine Ne Yapmalı’da Lenin, “profesyonel devrimci çekirdek”in örgüt anlayışı içindeki yerini açıklarken şunları belirtmiştir:

“İddia ediyorum ki: 1-sürekliliği sağlayan istikrarlı bir önderler örgütü olmadan hiçbir devrimci hareket varlığını sürdüremez; 2- hareketin temelini oluşturan ve ona katılan halk yığınları mücadeleye kendiliklerinden ne kadar büyük sayıda sürüklenirse, böyle bir örgüte olan gereksinme o ölçüde ivedileşir, ve bu örgüt de o ölçüde sağlam olmalıdır (yoksa demagogların yığınların daha geri kesimlerini peşlerinde sürüklemeleri daha da kolaylaşmış olur); 3- böyle bir örgüt esas olarak devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerden oluşmalıdır; 4- otokratik bir devlette, böyle bir örgütün üyelerini devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerle ve siyasal polisle mücadele sanatında profesyonel olarak eğitilmiş kimselerle ne denli sınırlarsak örgütü açığa çıkarmak, o ölçüde zorlaşacaktır; 5- harekete katılabilen ve orada etkin olarak çalışabilen işçilerin ve öteki toplumsal sınıflardan gelme öğelerin sayısı o ölçüde büyük olacaktır.”

Lenin’e göre parti, “proletaryanın sınıf birliğinin en yüksek biçimi”dir. Yani parti sınıfın öncü örgütü, sınıf savaşımının yönetici çekirdeğidir. Komünist Enternasyonal İkinci Kongresi’nde dile getirdiği görüşleri ise, Lenin’in parti ve sınıfın birliğine bakışını anlatmaktadır:

“Yalnızca komünist parti, eğer gerçekten devrimci sınıfın öncüsü ise, eğer saflarında bu sınıfın en iyi temsilcilerini barındırıyorsa, eğer tamamıyla bilinçli ve özverili, direngen bir devrimci savaşım deneyimi ile yetişip çelikleşmiş komünistlerden bileşmiş bulunuyorsa, eğer bu parti kendi sınıfının tüm yaşamına ve, onun aracılığıyla, tüm sömürülenler yığınına çözülmez bir biçimde bağlanmayı ve bu sınıf ile bu yığına mutlak bir güven esinlemeyi biliyorsa -kapitalizmin bütün güçlerine karşı en gözüpek ve en amansız sonal savaşımda, yalnızca böyle bir parti proletaryayı yönetmeye yeteneklidir.”

İşçi sınıfının en ileri unsurlarını bünyesinde barındırarak sınıfın devrimci eylemine önderlik edecek leninist partinin örgüt anlayışında bir noktayı daha özellikle vurgulamakta yarar var: İhtilalci-illegal örgüt. Lenin, daha en başında partinin marksist ideolojik kimlik ve proleter sınıfsal yapısını vurgulamasının yanında, devrimciler örgütünün gizliliğine özel bir önem atfetmiştir. Bunun bir yanı, devrime önderlik edecek örgütün düşman saldırılarından korunmasıdır elbette. Ancak leninist parti için illegal konumlanışın nedeni tek başına güvenlik sorunu değildir; ondan da önce programatik bir sorundur. Öyle ki, “İdeolojik kimliği, sınıfsal konumu ve tarihsel-siyasal amaçlarıyla proletaryanın sınıf partisi, kurulu düzen karşısında ihtilalci bir konumdadır ve varoluş biçimi de buna uygun olmak zorundadır. Partinin ihtilalci esaslara dayalı illegal örgütlenme ihtiyacı buradan doğmaktadır. Parti örgütlenmesinin tek ve mutlak varoluş biçimi olmamakla birlikte, illegalite, temel ve ilkesel önemde bir sorundur. İllegalite sorununun özü, düzenin hukuksal çerçevesi içine sığıp sığmamak değil, bizzat düzenin içine sığamamaktır.” (Parti: Proletaryanın öncüsü, EKİM I. Genel Konferansı, Mart 1991) 

Devrimin 100. yılında, parti-sınıf-devrim!

Ekim Devrimi’nin ve Lenin’in partisinin bu engin deneyimi, bugünün emperyalist-kapitalist dünyasında işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluşunun özel ve önemli bir alanına işaret etmektedir. Onlarca yıldır işçi hareketinin şu ya da bu düzeyde gelişimine tanıklık edilen bu coğrafyada parti sorunu marksist teorik temeli ve devrimci örgüt anlayışı bakımından önemli bir mesafe kat etmiştir. Şimdi sıra, bu birikimi toplumsal temeline kavuşturmak, parti ve sınıfın birliğini sağlayabilmektedir. Bu başarılabildiği ölçüde, tarihteki yerini koruyan Ekim Devrimi’nin daha zengin bir deneyim ve ileri bir düzeyde tekerrür etmesi fazlasıyla mümkündür.