Faşist cinayetlerin hesabı sorulacaktır!
Türkiye Komünist İşçi Partisi (TKİP) Merkez Komitesi, Alaattin Karadağ (Nurettin) yoldaşın İstanbul polisi tarafından katledilmesine ilişkin incelemesini esası yönünden tamamlamış bulunmaktadır. Bu çerçevede, hukuksal-teknik ayrıntılardan mümkün mertebe kaçınarak, olayın gerçekleşme biçimine, suç kanıtlarına ve siyasal anlamına ilişkin aşağıdaki hususları kamuoyunun bilgisine sunmaktadır:
1- 19 Kasım 2009 tarihinde gerçekleşen yargısız infazın ardından partimiz adına yapılan ilk açıklamanın (20 Kasım 2009) girişinde şunlar dile getirilmişti:
“Partimizin seçkin üyelerinden Alaattin Karadağ yoldaşı, partimizdeki adıyla Nurettin yoldaşı, 19 Kasım gecesi devrim ve sosyalizm mücadelesinde şehit vermiş bulunuyoruz. Yoldaşımızın faşizmin eli kanlı cellatları tarafından katledilişine ilişkin ayrıntıları henüz bilmiyoruz. Partimizin keyfi biçimde işlenmiş bu alçakça cinayete ilişkin araştırmaları sürmektedir. Bu konuda yeterli bir açıklık sağlandıktan sonra kamuoyuna ayrıca bir açıklama yapılacaktır. Fakat şu kadarı şimdiden kesindir: Alaattin Karadağ yoldaş, polisle girdiği çatışmanın ardından yaralı olarak ele geçmiş, ele geçirilişinin hemen ardından ise polis kılıklı faşist katiller tarafından alçakça infaz edilmiştir...”
Olaya ilişkin sonraki araştırma ve incelememiz bu bilgi ve değerlendirmeyi tümüyle doğrulamaktadır. Evet, Alaattin Karadağ yoldaş, parti afişlemesi faaliyeti esnasında kendisini ve bir başka yoldaşını hedef alan silahlı polis saldırısı üzerine polisle girdiği çatışmanın ardından yaralı olarak ele geçmiş, hemen sonrasında ise olay yerine gelen polis kimlikli bir profesyonel katil tarafından infaz edilmiştir.
2- Partimizin olayın başlangıcı ve bir yere kadarki gelişim evresi, daha somut olarak da infazın hemen öncesine kadar olan bölümü hakkındaki bilgisi somut, ayrıntılı ve tamdır. Zira bu konuda, başından itibaren kamuoyuna da yansıdığı gibi, bütün bu evreyi Alaattin Karadağ yoldaş ile birlikte yaşayan ikinci bir yoldaşımız daha vardır ve sözkonusu olan bu yoldaşın dolaysız tanıklığıdır. Çatışmadan sağ olarak kurtulan yoldaşımız bu çerçevedeki tanıklığını partimize olaydan birkaç gün sonra yazılı bir rapor halinde de sunmuştur.
3- Bu dolaysız tanıklığa göre, olayın başlangıcı ve infaz öncesine kadarki gelişim seyri genel çizgileriyle şöyledir:
19 Kasım 2009 günü akşamı, biri Alaattin Karadağ yoldaş olmak üzere partimizin iki militanı, yakın zamanda toplanan TKİP III. Kongresi’ne ilişkin parti afişlerini yapmak üzere, çok sayıda fabrikayla çevrili Esenyurt-Avcılar ana yol hattında bulunmaktadırlar. Çalışmanın tamamlanmasına yakın bir sırada polis tarafından görülmüş olabileceklerine dair bazı önemli işaretler almışlar, fakat ellerindekilerin tümünü bitirmek devrimci isteği ve kaygısıyla çalışmayı sürdürmek ihtiyatsızlığı göstermişlerdir. Son afişlerin yapıldığı bir sırada karşılarına “Yunus” diye bilinen polis ekipleri çıkmış, ardından da saldırı ve çatışmalı bir kovalamaca başlamıştır.
Kovalamacanın ilk evresinde, Alaattin Karadağ yoldaş polis ateşine tümüyle savunma ve panik yaratmak amaçlı olarak bir kaç el karşılık vermiş, böylece kaçış kolaylaşmıştır. Nitekim tam da bu sayede, daha geride kalan, silahsız olan ve bir ara düşüp yere kapaklanan öteki yoldaşımızın güvenlik içinde öne geçmesi sağlanmıştır.
Fakat polis ateş eşliğindeki kovalamasını ısrarla sürdürmüş, bu amaçla içinde sıradan insanların bulunduğu bir minübüsü yolcuları ve şoförü indirme gereği bie duymaksızın gaspetmiş, böylece de sıradan insanları kendisine bir tür canlı kalkan haline getirmiştir. (Olayı veren burjuva basın organları, gerçekte suç oluşturan bu insanlık dışı davranışı, “Yunus ekipleri, kendilerinden kaçan iki şüpheliyi ABD'li meslektaşları gibi takip etti.” söylemi eşliğinde süsleyip püsleyerek övgülere konu etmişlerdir). Münibüslü kovalamacanın ardından Saadetdere Mahallesi 4. Cadde’de polis yoldaşlarımıza yeniden yetişmiştir. Tam bu esnada karşı yönden de 5-6 resmi polis yoldaşlarımıza doğru koşmaktadırlar. Bir kısmı yoldaşımız tarafından izelenebilen muhtemel sivillerle birlikte bu sayı gerçekte daha da fazladır.
Bu durum karşısında Alaattin Karadağ yoldaş, silahsız yoldaşına kaçmasını telkin ederek ve bunu sağlayarak, ısrarla sürdürülen silahlı kovalamaca saldırısını göğüslemek yolunu seçmiştir. Yaralı olarak ele geçmesi de bunun ardından ve nispeten kısa bir sürede olmuştur. Nitekim kaçan yoldaşımız o esnadaki yoğun silah seslerini ve izleyen kesilmeyi bizzat duyup yaşamıştır. Ters yönden gelen polislerin oluşturduğu kıskacın Alaatin Karadağ yoldaşımızın ele geçmesini kolaylaştırdığı anlaşılmaktadır.
Sağ kurtulan yoldaşımız, Alaattin Karadağ yoldaşımızın olayın bu son evresinde yeniden çatışmaya girmek zorunda kalmasının aynı zamanda kendisinin güvenliği ile ilgili olduğunu açık ve vurgulu bir anlatımla ortaya koymaktadır. Alaatin Karadağ yoldaşın saldırıyı direnişle karşılama kararlılığı sayesinde ve ters yönden gelen yeni polis ekiplerine rağmen, ikinci yoldaşımız olaydan iz bırakmadan sağ salim kurtulabilmesi bu sayede olmuştur. Bu olgu, şehit yoldaşımızın devrimci anısına yeni onur halkaları eklemektedir. Kendini gerektiğinde yoldaşı için ölümüne adayabilen bu yiğit, onurlu ve partili devrimci tutumun, Alaattin Karadağ yoldaşın tam da bu türden bir ilk davranışı olmadığını da burada özellikle açıklamayı, yoldaşımızın anısına karşı bir parti borcu sayıyoruz. Bu seferki girişimi sonuçta hayatına mal olmuş olsa bile.
4- İkinci yoldaşımızın dolaysız tanıklığı burada bitmektedir. Yoldaşımız sırtı dönük geride bıraktığı alandan gelen çok sayıda silah sesinden sözedebilmektedir ancak. Fakat olayın bundan sonraki evresi hakkında buna rağmen yeterli açıklığı sağlayacak bilgilere sahibiz. Zira olay çok sayıda insanın tanıklık edebildiği bir yerde geçmiştir ve bunlardan bir kısmı olayın hemen ardından bazı ilerici basın organlarına cinayetin çehresini aydınlatan açık ve tartışmasız bilgiler vermişlerdir. “Ford Transit Marka bir araba”dan inen “uzun boylu sivil” bir polisin Alaattin yoldaşı yerde yaralı yatıyorken infaz ettiği, bu tanıklıkların ortak söylemi ve ekseni olmaktadır. Olayın muhatabı bizzat polisken sıradan insanların yaşadığımız faşist polis rejimi koşullarında isimlerini bile vererek bu gerçekleri açıklamaları, verdikleri bilgilerin doğruluğunun tartışmasız bir kanıtı olduğu gibi işlenen cinayetin iğrençliğinin de bir göstergesidir. Çatışmada yaralı olarak ele geçen bir devrimci, yerde yaralı yatıyorken soğukkanlıca katledilmiştir ve bu olayı izleyen vicdan sahibi emekçi insanların öfke ve tepkisine sebep olmuştur.
5- Bu tanıklıkları doğrulayan kimi yeterince açık ve anlamlı, kimisi nispeten örtük başka bazı kanıt ya da emareler de var:
- Bunlardan en önemlisi, ilerici basın-yayın organlarına yansıyan açık tanıklıklara ve bu çerçevede Alaattin Karadağ ailesi avukatlarının istemine rağmen, soruşturmayı yürüten resmi çevrelerin bu konuda henüz hiçbir girişimde bulunmamalarıdır. Savcılık bu tanıkları bizzat arayıp bulmak yerine onların açık isimlerini ve adreslerini başkalarından beklemekte, bunu da bu konuda hiçbir girişimde bulunmamanın dayanağı olarak kullanmaktadır.
- Bir ikincisi, ikinci yoldaşımız daha henüz olay yerindeyken ters yönden bir grup polisin olay yerine geldiği ve bunların muhakkak ki olaya bir biçimde katıldıkları, en azından çatışmayı izleyebildikleri halde, tutanaklarda bunlara hiçbir biçimde yer verilmemesi, tüm resmi soruşturma evrakında olayın yalnızca Yunus ekibinin dört polisi ile sınırlandırılmış olmasıdır. Bu, “Ford Transit marka bir araba”dan inerek cinayeti işleyen “uzun boylu sivil” polisi gizlemeye yönelik girişimlerin bir parçasıdır. Fakat polis ve savcılık böyle yapmakla gerçekte soruşturmada adı geçen polisleri suçlu duruma düşürmekte ve hedef haline getirmektedir. Zira infaz kesindir ve bu durumda ortada bir başkası yoksa infazı adı geçen polisler yapmış demektir. Bu olgu, kendileri suçlu ve hedef duruma düşmek istemiyorlarsa, gerçek katili açıklamak yükümlülüğünü sözkonusu polislere yüklemektedir. Zira olay onların gözleri önünde gerçekleşmiş bulunmaktadır.
Bu konuda dikkate değer ek bir olgu daha var. Yunus ekibinin mensupları ifadelerinde takviye destek istemek için daha olayın en başında telsizlerini kullandıklarını, ama telsizlerin “çıkış yapamadığı”nı, dolayısıyla takviye alamadıklarını iddia etmektedirler. Üç telsizin de (yaralı polisin ifadesini henüz bilmediğimiz için üç diyoruz) olay sırasında “çıkış yapamaması” iddiası doğal olarak inandırıcılıktan yoksundur. Bunun gerisinde olaya katılan öteki polisleri, bu arada elbette “uzun boylu sivil” katili, gizleme kaygısı olması büyük bir ihtimaldir. Olay 7. Caddede başladığı halde cinayetin gerçekleşeceği 4. Caddede tam ters yönden 5-6 resmi polis ile bazı sivillerin koşarak geliyor olması bile (bu ikinci yoldaşın dolaysız tanıklığıdır) gerçekte telsizlerin “çıkış yaptığı”nın bir göstergesi sayılmalıdır.
- İfade veren polislerin üçü de silah kullandıklarını ama Alaattin Karadağ’a isabet eder tarzda kurşun sıkmadıklarını söylemektedirler. Oysa yoldaşımıza çok sayıda kurşun sıkılmıştır. Bu durumda ya teknik incelemeyle tüm bu kurşunların aynı tabancadan (yaralı polisin tabancasından, ki bu durumda aynı polisin birden fazla şarjöründen) çıktığı kanıtlanacak, ya da olayın gerçekte bir cinayet olduğu ve “uzun boylu sivil” polis tarafından işlendiği bu açıdan da tartışmasız biçimde kanıtlanmış olacaktır.
- Bir dördüncü gösterge, gözden kaçırılan bazı çelişkilere rağmen olaya ilişkin tüm polis ve polis yanlısı tanık anlatımlarının aynı ağızdan çıkmışçasına olması/düzenlenmesidir. Bu, suçlu olduğu bir olaya ilişkin olarak önemli bir şeyleri gizlemek istediği her durumda, polisin çok iyi bilinen standart davranış biçimidir. Savcılık da kendi yönünden onu bu açıdan genellikle tam bir uyumla tamamlamaktadır. Bu olayda da bu böyle olmuştur.
- Otopsideki kaba usülsüzlüklerden kayıp mermi çekirdeklerine ve öteki bazı teknik incelemelerin yapılmamış olmasına kadar bir dizi başka gösterge, ortada örtbas edilmek istenen bir suç bulunduğunun öteki bazı kanıtlarını oluşturmaktadır.
- Bu arada, olayın hemen ardından ve olay yerinde açıklama yapan İstanbul Emniyet Müdürü’nün “üzüntüler”ni bildiren ikiyüzlü sözleri de, gerçeği bilmenin suçluluğunu ele veren daha dolaylı bir kanıt olarak ele alınabilir. Adam öldürmeye fazlasıyla alışık olan ve sonuç tümüyle bir çatışma ürünüyse bunu övünme konusu da yapabilen bir şebekenin başının sıcağı sıcağına “üzüntü”lerini bildirilmesi çok alışılmış türden bir davranış tarzı değildir. Belli ki durum hakkında kendisine bilgi verilmiştir ve o da bunun sıkıntısıyla konuşmaktadır. Kaldı ki bu sahte “üzüntü” sözlerini suçluluğun verdiği bir telaşla aslında ağzından kaçırdığını, hemen ardından gelen “yanlış anlaşılmasın!” düzeltmesinden de anlamak mümkündür.
- Son bir nokta daha var. Bazı basın organlarına olayda yaralanan polisin “ben öldürmedim” diye bağırdığı da yansımış bulunmaktadır. Bu bilginin doğruluğunu sınama olanağımız yok yazık ki. Ama yaralı bir genç insanın gözler önünde durduk yerde infaz edilmesi ve dolayısıyla ortada açık bir suç bulunması olgusu, sözkonusu polisi telaşla bu söyleme gerçekten itmiş olabilir. Ve bu, İsanbul Emniyet Müdürü’nün sıkıntısına olduğu kadar İstanbul polisinin olayın hemen ardından güdümlü düzen basını üzerinden yürüttüğü aynı ağızdan çıkma karalama kampanyasına da kendi yönünden ışık tutabilir.
6- Özetle olayın ikinci evresinin toplam tablosundan çıkan sonuç, olayın hemen sonrasında partimiz adına yapılan açıklamadaki bilgi ve değerlendirmeyi tam olarak doğrulamaktadır: Alaattin Karadağ yoldaş çatışmalı bir kovalamacanın ardından yaralı olarak polisin eline geçmiş ve hastahaneye kaldırılmak yerine olay yerinde infaz edilmiştir.
Olayın iğrenç olduğu kadar suç oluşturan tüm özü esası da işte buradadır. Gerici savaşlar da dahil her türden çatışmalı durumlara ilişkin tüm hukuk, yasalar ve bu arada ahlaki ölçü ve kurallar, yaralı olarak ele geçmiş insanları/esirleri öldürmeyi, öldürmek ne kelime eziyet etmeyi suç sayar. İstanbul polisi işte bu canice suçu işlemiştir. Tüm kanıtlar, tanıklıklar ve yan belirtiler bu sonuca çıkmaktadır.
7- İstanbul polisinin cinayeti yeterince açık ve aynı ölçüde iğrençtir. Bunun için yoldaşımızın sağ elinin dört parmağını kaybetmiş olmasına işaret etmenin gereği yoktur. Yoldaşımızın sağ elinin parmakları yerinde olsaydı da, yaralı ve dolayısıyla savunmasız bir insanı durduk yerde katletmek yine tümüyle suç olarak kalır ve iğrençliğinden de hiçbir şey kaybetmezdi.
Evet, yoldaşımız sınıf çalışması yürütmek için girdiği bir fabrikada kapitalist sömürü çarkına sağ elinin dört parmağını kaptırmıştır, ama bunun onun örgütlü bir partili devrimci olarak silah kullanmasına engel olamamıştır. Bu da komünist bir partili işçi olarak onun payına bir başka devrimci üstünlük ve onurdur. Yoldaşımız partili devrimci siyasal çalışmasının gerektirdiği durumlarda elbette silah taşıma yoluna gitmiştir ve bu son çalışma esnasında da taşımaktadır. Ama bunu, tam da partinin döneme ilişkin eylem ve davranış çizgisini gerektirdiği sınırlar içinde, yani yalnızca en haklı ve en meşru bir siyasal çalışma ve mücadeleyi gerektiğinde savunabilmenin zorunlu sınırları içinde kullanabilmek üzere. Bu bugünün koşullarında tümüyle haklı ve meşru bir sınırdır. Sınıf mücadelesinin mantığı ve bugünkü seyri bu haklılığın ve meşruluğun temelidir. Bu ülkenin kaba ve acı gerçekleri bu sınırlarda bir devrimci savunmayı giderek daha fazla bir zorunluluk olarak dayatmaktadır. Esenyurt-Avcılar’ın resmi cinayet şebekesinin sıradan insanlardan afiş asan devrimci işçilere kadar herkesi hedef alabilen sayısız pratiği üzerinden olduğu kadar, aynı bölge içinde yer alan Haramidere haramilerinin bildiri dağıtan devrimci işçilere sıktıklar kurşunlar üzerinden de bu gerçeği görmek mümkündür.
Partimiz devrimci şiddetin sınıf mücadelesinin mantığına ve somut gelişim seyrine olduğu kadar ilke ve kurallara, siyasal bir mantığa ve ahlaka da dayalı olması gerektiğinin tam olarak bilincindedir. Alaattin Karadağ yoldaş, aynı zamanda bu bilincin ve pratiğin saflarımızdaki en iyi temsilcilerinden biridir ve o bunu değişik defalar pratik içinde kanıtlamıştır da. Yalnızca şu son bir yıl içinde birden fazla olay üzerinden. Üstelik tam da bir kez daha silahsız ve savunmasız durumdaki bir başka yoldaşını onu ele geçirmiş polis ekibinin elinden çekip alarak. Silah kullanarak ama durum zorunlu kılmadığı için tek damla kan akıtmaksızın. Bunu bu sınırlarda burada açıklamak da proleter yoldaşımızın devrimci direnişçi anısına karşı partimiz için bir borçtur.
Partimiz, kuşkusuz olayın bilgisine hakim olamamanın sonucu olarak ve tümüyle iyiniyetle dile getirilen ama yoldaşımızın devrimci direnişçi anısını da gölgeleyen “sağ elinin dört parmağının yokluğu” söylemini bugünkü kullanım şekliyle artık duymak istememektedir. Hele bunun sanki ortadaki çıplak cinayet suçu ancak böylece oluşabilirmiş ve görülebilirmiş gibi bir hukuki gerekçe yapılmasına şiddetle karşıdır.
Evet, bu dramatik bir olaydır; kapitalizmin çıplak insan kanıyla beslenerek dönen çarklarına örgütlü bir devrimci üzerinden çarpıcı bir göstergedir. Ama işte Alaatin Karadağ yoldaş buna rağmen örgütlü ve direnişçi bir devrimcinin tutum ve pratiğinden geri kalmamıştır. Yetişkin bir yaşta ve üstelik daha bir kaç yıl önce sağ elini kullanamaz duruma düşmek, onun savaşma azmini kırmadığı gibi savaşma pratiğinden de alıkoyamamış, sağ elinden mahrum olmanın yarattığı boşluğu kısa zamanda sol eliyle doldurmasını bilmiştir. Bunun onun kendini savunma kapasitesini doğal olarak önemli ölçüde sınırladığı kolayca kavranabilir bir gerçek olsa da. İlla da dile getirilecekse, dile getirilen tam da bu olmalıdır. Gerçeğe uygun olan bu olduğu gibi, devrimci açıdan anlamlı, öğretici ve yüceltici olan da budur. Belki de bile bile soğukkanlıca infaz edilmesi, katillerinin Alaatin Karadağ yoldaşı artık bu yönüyle bilip tanımasının da bir sonucudur, bunu şu an bilemiyoruz.
8- Ortada açık ve iğrenç bir suç vardır, çatışma içinde yaralı olarak ele geçmiş bir devrimci durduk yerde infaz edilmiştir. İstanbul polisi suçluyu açıklamak, savcılık bulup çıkarmak, mahkemeler ise yargılamak ve cezalandırmakla yükümlüdür. Kurulu düzenin bugünkü o rezil yasaları çerçevesinde bile bunların tümü bir zorunluluktur. Fakat tüm bu zorunlulukların hiçbirinin gereklerinin yapılmayacağını, uygulamadaki yasaların bile emrettiği hiçbir yükümlülüğün yerine getirilmeyeceğini, açık ve iğrenç bir cinayetin daha kabaca hasır altı edileceğini, biz bu ülkenin çıplak gerçekleri, faşist rejiminin kötü ve kirli ünü ve uygulamaları üzerinden çok iyi biliyoruz. Sayılan düzen kurumlarının birleşik görevi, ilerici-devrimci akımlara ve işçi-emekçi hareketine yönelen faşist devlet terörünü, bu kapsamda oluşan suç silsilesini, el ve işbirliği ile sistemli biçimde örtmek, bu olanaklı olamıyorsa bir biçimde mazur gösterip geçiştirmektir. Tüm tarihleri, hergün bir yenisi ile uzayıp giden tüm uygulamaları, bunun kanıtıdır.
Herkesin çok iyi bildiği bu açık olgu, olayın üstüne hukuksal cephede gereğince gitmeye kuşkusuz yine de engel değildir. Zira devrimciler bu kokuşmuş alanı bile bir mücadele alanına çevirebilmesini biliyorlar ve bu konuda epeyce deneyim de kazanmış durumdalar. Katledilmiş yoldaşımızın ailesi ve yoldaşları da kendi yönünden bunu halen yapmaktadır.
Fakat biz parti olarak seçkin bir komünist işçi kadromuzu hedef alan bu cinayeti siyasal özüyle kavrıyoruz ve yanıtımızı da esası yönünden bu çerçevede oluşturmakla yükümlüyüz. Bu çerçevede, bu iğrenç cinayeti de vesile ederek, ortadaki suç şebekesinin ve silsilesinin üstüne politik olarak yürümek gerektiğini düşünüyoruz ve tüm ilerici-devrimci parti, grup ve çevreleri bu konuda birleşik bir tutuma ve pratik çabaya çağırıyoruz.
9- Alaattin Karadağ yoldaşın katledilmesi, ilerici-devrimci tabanda, benzerini devrimcileri hedef alan öteki faşist cinayetlere karşı tutum üzerinden de gördüğümüz geniş bir ilgiye, öfkeye, tepkiye ve sahiplenmeye yolaçtı. Sayısız amatör site, forum ve blog üzerinden günler boyunca izledik bunu.
Benzer bir duyarlılığı belli istisnalarla devrimci akım ve çevreler de gösterdiler. Olayı teşhir ettiler, açıklama, çağrı ve protestolara düzenli olarak yer verdiler. Genellikle devrimci bir gelenekten gelen, bu konum ve kimliğini halen de iyi kötü korumakta olan parti, grup ve çevrelerin gösterdiği bu tutumu partimiz, devrimci bir konumda bulunmak ile devrimci değerleri (somutta katledilmiş bir devrimciyi) sahiplenmek arasındaki ilişkinin dolaysız bir göstergesi saymaktadır.
Fakat yazık ki bu derece alçakça işlenmiş bir cinayeti Türkiye’nin belli başı reformist çevreleri (Kürt basını bunun tek istisnasıdır) tam bir ilgisizlikle karşılamışlardır. İçlerinden bir kaçı ilk gün cinayeti sıradan bir haber sınırları içinde vermiş ve bir daha da olaya, olay etrafında olup bitenlere, yayınlarında ya da sitelerinde herhangi bir şekilde yer vermemişlerdir. Yoldaşımızın uğurlama töreni çağrılarına yer vermedikleri gibi dinci iktidar basını için bile haber değeri olan uğurlamanın kendisini de görmezlikten gelmişlerdir. Günlük reformist gazeteler genellikle iç boş şeylerle doldurdukları sayfalarında, cinayetin ilk haberi dışında, kendini bildi bile işçi olarak çalışmış, örgütlü devrimci mücadeleye tüm benliği ile katılmış, işkence, zindan, zindan direnişi, DGM yargılaması görmüş, tüm bunlardan alnının akıyla çıkmış bir işçi devrimciye iki satırlık yer verme ihtiyacı duymamışlardır. Cinayetin üstüne giden hukuk çevrelerinin açıklamalarını bile görmezlikten gelmişlerdir.
Partimiz günler boyu süren bu utanç verici tutumu, bu akıl almaz aymazlığı büyük bir dikkatle ve elbette ibretle izlemiştir. Düzenin icazet sınırları içinde tasfiyeci çürüme denilen o kapsamlı gerçeğin ne demek olduğunu, ne anlama geldiğini, nerelere kadar vardığını, bu vesileyle bir kez daha görmüş, daha iyi anlamıştır. Tüm bu çevreler devrimci olan herşeye derinden yabancılaşmışlardır, devrimci olan herşeyden belirgin biçimde ürkmekte ve korkmakta, ondan özenle uzak durmakta, onu bilerek görmezlikten gelmekte, düzenin egemenleri karşısında onunla kendi aralarına gözebatar biçimde bir sınır çizmektedirler. Alaattin Karadağ olayında da bu böyle olmuştur.
Başta 6 Mayıslar olmak üzere geçmiş devrimci dönemin kitlelere malolmuş ve böylece toplumsal meşruiyet kazanmış olaylarını/devrimci değerlerini içi boşaltımış anma ayinlerine konu edip istismar edenlerin bu tutumu aynı zamanda çirkin bir ikiyüzlülük örneğidir de. Örgütlü bir proleter devrimci olan Alaattin Karadağ, geçmiş devrimci geleneğimizin en iyi değerlerini, devrimci ve direnişçi kimlik ve tutumunu bugüne taşıyan, bugünlerde yaşatan, üstelik bunu işçi sınıfı devrimciliği çizgisinde sürdüren bir devrimci örneğinden başka nedir ki? Peki 71 Devrimcileri’ne sahip çıkanlar Alaattin Karadağlar’a neden sahip çıkmazlar? İlk grubu oluşturanlar gelinen yerde düzenin ehlileştirme ve içini boşaltma operasyonlarına konu iken, böylece onları sahiplenmek sorun oluşturmak bir yana siyasal rant bile sağlıyorken, ikinci gruptakilerin (zamanında ilk gruptakilere de yapıldığı gibi!) “terörist” olarak damgalanıp suçlanmalarından dolayı mı?
Bu vesile ile bu çevrelere, benzer durumlarda bu utancı yinelememeleri, hiç değilse ilerici bir kimliğin gerektirdiği sınırlarda bir duyarlığın gereklerinden kaçınmamaları gerektiğini herşeye rağmen hatırlatmak istiyoruz. Devrimci demokrat olarak kalamayanlar en azından bir parça duyarlı ve tutarlı ilerici küçük-burjuva demokratları olduklarını tam da bu türden olaylar üzerinden somut olarak göstermekle yükümlüdürler.
TKİP Merkez Komitesi
04.12.2009