SUNUŞ
Toplumda yeni bir devrimci canlanmanın ilk belirlileriyle kendini hissettirdiği bir dönemde ortaya çıkan marksist-leninist hareket, bu canlanmanın dinamiklerini, olanaklarını, sorunlarını ve ortaya çıkardığı/çıkaracağı görevleri doğru kavrayabilmek için, -teorik çabasının yanısıra- siyasal gelişmelere yakın bir ilgi gösterdi. Bu sayede ve daha başından, bugün olayların evrimiyle artık herkes için anlaşılır ve kabul edilir hale gelmiş, şu iki net tespite ulaştı. Birincisi; Türkiye bir devrim ülkesidir; ve tüm belirtiler, girilen dönemde yeni bir devrimci yükselişin kaçınılmazlığına işaret ediyor. İkincisi; yaşanacak devrimci yükselişin odağında ve ön saflarında bu kez işçi sınıfı bulunacak, Türkiye işçi hareketi bu yeni dönemde nicel ve nitel bakımdan büyük bir gelişme yaşayacaktır.
Elinizdeki derleme, marksist-leninist hareketin bu alandaki çabalarına tanıklık etmektedir. Okur, olayların bugünkü düzeyinde artık sıradan gerçekler olarak herkesin görebildiği bir kısım tespit ve değerlendirmeleri ele alırken, bu tespit ve değerlendirmelerin yapıldığı tarihe dikkat etmezse eğer, derlemenin taşıdığı önemi de yeterince takdir edemeyecek demektir.
***
Henüz çok sınırlı bazı belirtilerden kalkarak olayların gelecekteki seyrini öngörmek kuşkusuz önemli olmakla birlikte, sözkonusu olan marksist-leninist bir politik hareketse eğer, tek başına çok da anlamlı değil. Bu kadarı bir hareketin ancak iyi bir “gözlemci” olarak nitelenmesine yetebilir. Oysa asıl anlamlı ve önemli olan, siyasal gelişmeleri, bunun içinde marksist-leninistler için ayrı bir ilgi alanı olarak işçi hareketindeki gelişmeleri, marksist-leninist hareketin politik perspektifleri, somut politik ve örgütsel görevleri açısından ele alabilmektir. Demek oluyor ki, elinizdeki derlemede bir kısım sonuçları yeralan çaba, gerçekte marksist-leninist hareketin kendini politik ve örgütsel olarak oluşturmak ve geliştirmek çabasından ayrı düşünülemez. Teorik(7)gelişmeyle birlikte ve onun bir uzantısı olarak ele alındığında, bu çabanın, teori-pratik bütünlüğünde ifadesini bulan yöntemsel ve ilkesel bir önem taşıdığı da görülecektir.
“Proleter sosyalizmi, bir düşünce akımı değil, fakat gerçek ve en ileri manada bir toplumsal devrim hareketidir. Teorik, politik ve örgütsel tüm alanlarda kendi bütünsel kimliğine ulaşmak zorundadır. Türkiye’nin yeni dönemine ve Türkiye devriminin gelişme seyrine damgasını vurabilmesinin biricik güvencesi budur."
Marksist-leninistler, bir vesileyle, aydın tutarsızlığının ve oportünizminin ifadesi eğilimlere yönelik eleştirilerini bu sözlerle dile getirmişlerdi. Teorik-ideolojik gelişmesini politik faaliyet ve örgütsel şekillenme ile birlikte ele almak, çıkışından itibaren marksist-leninist hareketin ayırdedici bir özelliği oldu. O, bu konuda, “Marksist bir hareket olarak şekillenmeye teorik, politik ve örgütsel bütünlük içinde bakmayan her çaba dejenerasyona uğrar ve oportünist bir iflasla sonuçlanır", şeklinde de özetlenebilen net bir kavrayışla hareket etti.
Tam da bu nedenle, bu kitap, bundan önceki kitaplarımızın tamamlayıcı bir parçası olarak ele alınmalı, ve eğer olanaklıysa, siyasal olaylar ve işçi hareketindeki gelişmelerle bağlantısı içinde devrimci hareketin çeşitli zaaflarını eleştiren bir çalışma olarak, Devrimci Harekette Reformist Eğilim’le birlikte incelenmelidir.
***
Bu çalışmada yeralan yazılar 1987 ile 1990 yılları arasında Ekim’de yeralmıştır. 1987 yılı bir yandan Ekim’in oluşumuna denk düşerken, öte yandan da işçi hareketinin toplumsal muhalefetin odağına yerleşmeye başladığı tarih olmaktadır. Bu tarihsel paralellik bir rastlantı değildir. Sol harekette ve işçi hareketinde farklı kanallarda yaşanmış olmakla birlikte birbirinden etkilenen bir süreç sonunda biriktirilmiş olanın günyüzüne çıkmasıdır.
Kuşkusuz, yazılan yazılar son üç yılın ürünü olmasına karşın bir tarihsel bakışı da taşıyorlar. Bu gelişmeler onyılların birikimi üzerine ortaya çıkmıştır. Bu anlamıyla son üç yıl, Türkiye’nin son otuz yılının yoğunlaşmış bir sonucudur. Bu sonuçlardan biri, işçi sınıfının öncü rolünün tartışmasız bir gerçeğe dönüşmesiyse, diğeri ise bu gelişmenin siyasal ifadesi proleter sosyalizminin bir siyasal akım ve örgüt olarak doğumudur.(8)
1990 yılı sonunda işçi hareketinin ulaşmış olduğu boyut, 1987 yılında pek çok çevrenin, tahmin sınırlarının epey dışındaydı. 1980 yenilgisi, yalnızca mevcut örgütsel yapıları değil, aynı zamanda işçi sınıfına karşı da derin bir güvensizliği doğurmuştu. Bugünden bakıldığında bir tarih gibi gözüküyor, oysa çok değil üç yıl önce, Ekim pek çok çevreden “işçi hareketinin potansiyellerine abartılı yaklaştığı” yolunda eleştiriler alıyordu.
Netaş grevi ve Zonguldak grevi ile sınırlanan bu üç yıllık dönem, işçi hareketindeki gücün olduğu kadar, zayıflığın da ortaya çıktığı bir tarihsel kesit olmuştur. İşçi hareketinin bu temel zayıflığı sosyalist hareketin önüne parti sorununu acil bir görev olarak çıkarmaktadır.
Parti sorunu, işçi hareketi ile sosyalist hareketin birleştirilmesi görevinin cisimleşmiş halidir. Teorik-ideolojik-örgütsel bir bütünlüğe sahiptir. İşçi hareketinin yükselmesi karşısında bazı çevreler, sınıfla birleşme sorununu “sendikal politikalar” alanına indirgerken, diğer bazı çevrelerde sözde “sendikalizm” ya da “uvriyerizm”e düşmemek adına, gerçekte ise kendi elitist aydın eğilimlerinin bir sonucu olarak sınıf hareketine karşı politik-örgütsel görevlerden yan çizdiler ve sınıfla birliği teorik bir sorun düzeyine indirgeyen bir parti fikrini geliştirdiler.
Bu çalışmada yeralan yazıların her iki yaklaşımdan da kalın çizgilerle ayrılan bir perspektif ortaya koyduğu görülebilecektir. Sınıf hareketini yorumlamaktan öte, onu tarihin değiştirici öznesi olarak değerlendiren ve parti sorununu bu perspektifle ele alan bir yaklaşım, bu çalışmanın ayırdedici yönlerinden biri olarak ortaya çıkıyor.
***
Marksist-leninist bir hareketin işçi sınıfına ayrı bir politik-pratik ilgi göstermesi deyim yerindeyse eşyanın tabiatı gereğidir. Zira Marksizm-Leninizmin özü, devrimci bir sınıf olarak işçi sınıfının modern kapitalist toplumdaki özel yerini, bu özel yerden kaynaklanan tarihsel misyonunu ve bu misyonu gerçekleştirmenin olanaklarını, araç ve yöntemlerini ortaya koymaktır. İşçi sınıfının tarihsel çıkarlarının ve amaçlarının temsilcileri olarak komünistlerin temel görevi ise, verili bir toplumda, işçi sınıfının tarihsel ve güncel hedeflerinin doğru bir tesbitini yapmakla yetinmeyerek, bu hedeflere ulaşabilmenin biricik toplumsal güvencesi olarak, bu sınıfın, politik ve örgütsel gelişmesi,(9)bağımsız bir siyasal sınıf kimliği kazanması için her yolla çabalamaktır. Sosyalizmin işçi hareketiyle birliği bu kesintisiz çaba içinde gerçekleşebilir. Bu birliğin cisimleşmiş bir politik-örgütsel ifadesi olarak gerçek bir devrimci sınıf partisi, bu çaba içinde inşa edilip geliştirilebilir.
Bu sorunlar çerçevesinde popülizme karşı ideolojik bir mücadele yürüten marksist-leninistler, bunu, kendi ideolojik konumlarına politik-örgütsel bir gerçeklik kazandırma çabası ile birleştirdiler. İşçi sınıfına pratik yönelimde ifadesini bulan bu süreç, tarihsel ve güncel amaçları ve ihtiyaçları bir arada gözetiyordu. Sınıf yönelimi, işçi sınıfını, gündemdeki partileşme çabasının toplumsal tabanı ve temel kadro kaynağı, gelişmekte olan devrimci kitle mücadelesinin ekseni, devrim ve iktidar mücadelesinin öncüsü ve temel gücü, sosyalizm ve sınıfsız toplum mücadelesinin biricik güvencesi ve taşıyıcısı olarak kavramaktaydı. Bu sürecin başarısı, pratik boyutta, yeni dönem işçi hareketini, onun gelişme olanaklarını ve seyrini, başlıca özelliklerini ve sorunlarını doğru kavramayı da gerektiriyordu.
Sağladığı bazı ilerlemelere rağmen teorideki eklektizmi ve bulanıklığı henüz esas olarak koruyan devrimci-demokrasi de, işçi hareketinin belirgin bir şekilde öne çıkışının baskısıyla, yeni dönemde bir “sınıf yönelimi” içine girmiş bulunuyor. Nedir ki, “halk” içinde demokratizm olarak kendini ortaya koyan o eski kavrayış, sınıf içinde bu kez kendini sendikalizm olarak üretti. Marksist-leninistler başından itibaren buna da dikkat çektiler ve eleştiri konusu yaptılar.
“İşçi Hareketi” başlığı altında II. Bölümü oluşturan yazılar incelenirken tüm bu noktalar gözetilmelidir.
***
“Seçimler, Parlamento ve Bağımsız Sınıf Tutumu” başlığını taşıyan ve III. Bölümü oluşturan yazılar, sonuncusu hariç, 1987 Kasım’ında yapılan erken genel seçim döneminin ürünlerinden oluşuyor. Fakat seçimin güncel siyasal anlamını değil, bu olayı vesile ederek, parlamenter seçimler ve parlamento kurumu karşısında marksist tutumu ve temel taktik ilkeleri ele alıyor, liberal ve devrimci kesimleriyle sol hareketin bir eleştirisini veriyor.