Emeğin korunması mücadelesi bir sıra neferini yitirdi
Giderayak*
Giderayak işlerim var bitirilecek,
giderayak.
Ceylanı kurtardım avcının elinden
ama daha baygın yatar ayılamadı.
Kopardım portakalı dalından
ama kabuğu soyulamadı.
Oldum yıldızlarla haşır neşir
ama sayısı bir tamam sayılamadı.
Kuyudan çektim suyu
ama bardaklara konulamadı.
Güller dizildi tepsiye
ama taştan fincan oyulamadı.
Sevdalara doyulamadı.
Giderayak işlerim var bitirilecek,
giderayak.
Mücadelenin abisi olmanın ötesinde çok şey paylaşmıştık seninle… Bu nedenle Metin abi seni anlatmak önemliydi benim için… Ölümünün ardından bunu her yapmaya çalıştığımda bir şeyleri eksik bırakırım da sana haksızlık yapmış olurum diye düşündüm.
Adı mücadele olan yaşamın geçirdiğin bir beyin kanaması nedeniyle son buldu. Ölümsüzler kervanında yeni bir halka olarak onurlu yerini aldın. Ölüm yolculuğunun en büyük nedeni biz duygusuyla örülü, emeğin toplumsal kurtuluş mücadelesi ile örülü yaşam çizgisindeki ısrarındı. Bu ısrar seni çok erken yaşta düzenle karşı karşıya getirmişti. Bu nedenle birçok badireler atlatmış, fiziksel olarak yıpranmıştın.
Emeğin korunması mücadelesinin bir neferi olduğun için sermaye düzeni sana düşmandı. Zira Kayseri tarihinde özelde eğitim emekçilerinin, genelde emeğin korunması mücadelesinin simge isimlerinden biriydin. 12 Eylül öncesinde '70’li yıllarda faşist katliamlara rağmen, direnişçi kimliğinle öne çıkmıştın. Faşist saldırılar karşısında dimdik durmuştun. Bir an olsun sarsılmadan, sendelemeden antifaşist mücadelede yerini almıştın. Ne gözaltılar, ne işkenceler seni yolundan döndürebilmişti.
Çok genç yaşta öğretmenliğe ilk adım attığından itibaren TÖS’de, TÖB-DER’de, 12 Eylül karşı devrimi sonrası eğitim emekçilerinin birleşme odağı olan Eğit-Der’de hep sen vardın. Tüm bu örgütlülüklerin Kayseri’deki emek mücadelesinin en önünde yerini aldın.
Farkını herkes çok hızlı bir şekilde anlıyordu. Benim o farkı anlamam 1991 yılında ilk karşılaşmamızdan hemen sonra oldu. Hakkari’de öğretmendim ve Eğit-Sen’in en genç başkanıydım.
Hakkari’de çalıştığımı söylediğimde sevgiyle parlayan gözlerini hatırlıyorum. Yaptığımız sohbet eğitim emekçilerinin örgütsel birliğini içeriyordu. Eğitim-İş ve Eğit-Sen’in örgütsel birliğini sağlamanın önemine dair duygu ve düşüncelerini coşkulu bir şekilde anlatmıştın. Bu birliğin yaşamsal öneminin altını çizmiştin.
Bu anlamlı sohbette kariyerizmin zerresi yoktu. Birlik için her fedakarlığa hazır bir ağabeyin coşkulu söylemleri karşısında heyecanlanmamak mümkün değildi. Sonrasında istediğin, istediğimiz oldu. Eğitim-İş ve Eğit-Sen birleşti. Birleşmedeki belirleyici rolüne rağmen bir defa olsun ben duygunu öne çıkarmadın. Zira sen mücadeleyle örülü yaşamının her kilometre taşında ben duygusunu ezerek öne çıkmıştın.
İnsanlara emek vermek senin için sıradan işlerdendi. Kayseri’ye yolu düşen herkesin mutlaka konaklamak istediği evlerden biri, senin evindi. Zira insanlar senin evinde, rahat ve mutlu hissederlerdi kendilerini… Ve en önemlisi de, anılarla örülü doyumsuz sohbetine ortak olmanın mutluluğunu yaşarlardı.
Biz duygusuyla örülü hayat çizgin acılar ve haksızlıklar içinde yoğrulmuş çocukluğunun ve gençliğinin eseriydi. Çok erken yaşta, düzenin sermaye düzeni olduğunu fark etmiş, öfke duymuştun bencilliğin, sömürünün, yağmanın, emek hırsızlığının kaynağı olan kapitalizme, sermaye düzenine… Bu nedenle erken yaşta yaşama ağrısı asılmıştı boynuna…
Tüm sorunların kaynağı olan düzenin karşısına uzlaşmaz bir tutumla dikilmiştin. Mücadelenin bedellerini büyük bir doğallık ve sevinçle kabullenmiştin. Defalarca gözaltılar yaşamıştın. Kolluğun şiddetine, işkence ve baskılarına karşın boyun eğmemiş, işkence tezgahlarında karanlığın çocuklarını rezil rüsva etmiştin.
İnsanlara inanırdın. Hele söz konusu olan dostum dediğin insanlarsa… TÜM-TİS adlı işçi sendikasında delegelerin iradesiyle yönetim değişmişti. Sonrasında sendika da devir teslim sürecinde TÜM-TİS Genel Kurul iradesini hiçe sayan yaklaşımlar sergilenmişti.
Kayseri’de seçimi kaybeden eski yönetime destek veren bir belge altında imzası olanlardan biri de sendin. Yan yana geldiğimizde “Ağabey bu belgeyi neden imzaladın, seçimle yönetime gelmiş arkadaşları kınayan, eski yönetimi destekleyen yazının altında imzan olmamalıydı” demiştim. “ İmzaladığım metni okumadım. Zira o metni bir dostum getirdi ve ben dostlarıma güvenirim. Asıl üzücü olan bu olaydan sonra o dostumun düştüğü durumdur. Çünkü ben de, o da bir dostunu kaybetti ” demiştin.
Sevginin kaynağı emek ise, emekle örülmüş bir yaşam çizgisini bilerek tercih eden sendin. Bunca verilen emeğe rağmen emeğin değerini bilmeyen yaklaşımlara öfkelensen de acılarını içine gömerdin. Belki de bu nedenle bir yanın hep hüzündü.
Emeğin korunduğu, insanlığın güzel geleceği olan sosyalizm için mücadele eden biri olarak yaşayabileceklerimin, daha doğrusu ödeyeceğim bedellerin kaygısını hep taşıdın yüreğinde…
En son 2013 sonunda 2 ay cezaevinde kaldıktan sonra tahliye olmuştum. Beni ilk ziyaret eden kişilerden biri sendin. Uzun uzun konuşmuştuk. Her cümlende devrimci mücadelenin sürmesinin coşkusu vardı.
Seni, senin biz duygusuyla örülü yaşamını unutmayacağız. Fedakarlıkla örülü hayatından çok şey öğrendik. Sakın hüzünlenme ben duygusuna kendini kaptırmış cücelerin sana yaşattıklarına… Mutlaka toplumsal düşünen ve biz duygusu ve bilinciyle yaşayan, bencilliği ayakları altına alıp çiğneyen işçi ve emekçiler geleceği kazanacaklar.
(*) Nazım Hikmet Ran…