Tarihi katliamlarla, provokasyonlarla dolu olan sermaye devletinin, ortamını hazırlayıp tetikçileri eliyle gerçekleştirdiği Sivas Katliamı’nın yıl dönümündeyiz. 2 Temmuz 1993 yılında yaşanan Sivas Katliamı; tek ırka ve tek mezhebe dayalı imhacı ve inkarcı devlet zihniyetinin ‘nelere kadir’ olduğunu gösteren kanlı örneklerden biridir. “Ermeni Tehciri”, 6-7 Eylül olayları, ‘77 1 Mayıs Katliamı ve Kürt halkına karşı sürdürülen kirli savaş toplumun farklı katmanlarına yönelik katliamlardan bazılarını ifade ediyor. Bu coğrafyada yaşayan Alevi inancına mensup olan milyonlar ise bu katliamların benzerlerini defalarca yaşadılar.
Dersim, Maraş, Çorum, Sivas, Muğla Ortaca ve Gazi Katliamları Alevi halkının yaşadığı bu katliamlardan en bilinenleridir. Bu katliamların gerisinde ise sadece birkaç kendini bilmez “meczup” olmadığı artık herkes tarafından biliniyor. Kendini ırksal ve mezhepsel olarak tekçi bir anlayış üzerinden inşa eden devletin resmi ideolojisi, bu katliamların teorik ve pratik arka planını oluşturmaktadır. Sürecin bir diğer önemli ayağını ise emperyalistlerin o gün ortaya koyduğu politikalar ve yönelimler oluşturmaktadır.
Türkiye tarihine geçmiş hemen her katliamın arka planına bakıldığında, emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin izine rastlamak mümkündür. Siyasal figürler ise zamana ve dönemin ihtiyaçlarına göre değişkenlik göstermiştir. Ancak özü hep aynı kalmıştır. Bir tarafı ırkçılık, bir diğer yüzü İslami gericilik olan bu anlayış kendi tetikçilerini yaratmıştır. Faşist ideoloji her ne kadar kendisini zaman içinde MHP’de somutlasa da sadece ondan ibaret değildir. Aynı farklılık gericiler için de geçerlidir. Komando kamplarından Komünizmle Mücadele Dernekleri’ne, Milli Türk Talebe Birliği’nden (MTTB) çeşitli gerici cemaatlere kadar tümü aynı hamurla yoğrulan cinayet örgütleridir.
Biri yoksullara hitaben “milliyetçiliği”, diğeri “İslamiyeti” istismar aracı olarak kullansa da tümünün kesiştiği ve teorik, askeri ve ekonomik destek aldığı kirli odak Amerikan emperyalizmidir. Kısa bir süre önce sevgi ve selamlar gönderilen okyanus ötesine, zamanında kimlerin gittiği, eğitim gördüğü bir sır değildir. Amerikan emperyalizminin açtığı komando kamplarında ilk eğitim gören kişilerden birinin Alparslan Türkeş olması tesadüf değildir. ‘60 darbesinin duyurusunu radyodan yapan ses de ona aittir. Bugün Fethullah Gülen’in Amerika’da olmasından dolayı rahatsız olduklarını söyleyenler, Gülen’in MTTB’de, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nde verdiği “hizmet”e tek laf etmemektedir.
Bu topraklarda yaşanmış katliamların arkasındaki kanlı eller işte bu cinayet şebekelerindeki tetikçilere aittir. Beslendikleri karanlık aynıdır. Bu olgu kendisini her vesileyle dışa vurmaktadır. Dün 2 Temmuz Sivas’ta Aziz Nesin’den tahrik olanlar ile 6 yaşındaki çocuktan, annelerinin dizlerinden tahrik olanlar aynı karanlık odaklardır. Yakıp küle döndürmek istedikleri ise insanlığın aydınlık değerleridir. İşte bu değerleri tutuşturmak için ya “cami yakıldı” derler, ya da “benim türbanlı bacıma sarkıntılık ettiler, camiye ayakkabıyla girdiler, bira içtiler” derler. Bunlar kâfi gelmez ise zamanında Selanik’te yapıldığı gibi insanları provoke edip galeyana getirmek için gidip Mustafa Kemal’in evini MİT mensubuna yaktırırlar. O kadar ileri gidebilirler ki, sınırın öte tarafından kendi ülkelerine füze göndermeyi bile tasarlayabilirler.
Siyaset sahnesini bir tribünden izlercesine seyreden ve kendilerine söylenen yalanlara kananlar, ya bu katliamların mağduru ya da suç ortağı olurlar. İşçi ve emekçiler burjuvazinin kirli politikalarının dayanağı olmamak için de, kanlı katliamlarda yaşamlarını ve geleceklerini kaybetmemek için de örgütlenmeli ve mücadele etmelidir. İşte o zaman bugüne kadar akıtılan kanların ve yitirilen canların hesabı sorulabilir.