Sinan yoldaş,
Biz seninle hiç tanışmadık. Hatta büyük ihtimalle aynı şehrin havasını dahi solumadık. Yollarımız hiç kesişmedi yani...
Ben seni sonsuzluğa uğurlanışınla tanıyan yoldaşlarındanım. Ardından yapılan açıklamalardan, yoldaşlarının, dostlarının ve siper yoldaşlarının sana dair yazdıklarından tanıyorum seni. Ve yoldaş, son söyleyeceğimi baştan söylemek gibi olacak ama seninle, senin yoldaşın olmakla onur duyuyorum!
Seni yitirdiğimiz haberini Ümit yoldaşın mezarının başında aldık. Sloganlarımızı bir kez de senin için haykırdık. Tanımasam da bir yoldaşı yitirmenin hüznünü yaşadım. Ardından yayınlanan açıklamaları, yazıları büyük bir heyecanla okudum. Okudukça gördüm ki, ardından yapılan ilk açıklamada söylenen “yarım asırlık çınar” tanımlamasından “bir partiye sığmayan” nitelemesine kadar, sana dair yazılan her bir cümlenin altında devrim davasına adanmış koca bir ömür, koca bir yürek yatıyormuş.
Yoldaşlarının senin için kaleme aldıkları duygularında özellikle onlara aşıladığın devrim ve sosyalizm davasına inanç, bağlılık ve adanmışlık göze çarpıyor. Şüphesiz seni tanıyan pek çok yoldaş için bu doğrudur. Ve yoldaş ölümünle aslında seni tanımayan yoldaşların için de şüphesiz bu olgu doğru!
Senin şahsında partimizin kurucu önderlerinden bir yoldaşın yaşamını, mücadele deneyimini ilk defa yakından tanıma fırsatı buldum. Bunun salt bir meraktan öte anlamı var benim için. Çünkü yoldaş, senin yarım asırlık örgütlü yaşamın, sermaye düzeninin fiziksel saldırılarının yanı sıra özellikle ideolojik saldırılarını yükselttiği böylesi bir dönemde, insanların devrim ve sosyalizm davasından yüz geri ettikleri, kendi bireysel çıkarları peşinde koştukları bir dönemde, dostun düşmanın yüzüne atılmış bir tokat! Bu tokat aynı zamanda partimizin ortaya koyduğu değerlerin senin yaşamın şahsında cisimleşmesi değil mi? Partinin “düşünen ve savaşan militanlar”ının yegane örneği değil misin? Bir önder kadronun mütevazi yaşamı, kendi hayatını ikame ettirmek için bırakalım partiden maddi katkı alması partinin maddi kaynaklarını artırması, emekçi kadın ve gençlik çalışmalarına ilgisi ve bu çalışmalara sağladığı katkılar, son nefesine dek devrim davasına harcanan emek, devrimci dostlarla kurulan yoldaşça ilişkiler ve partinin ödevlerine bağlılık ve “devrimci bir sınıf hareketi için ileri” diye gürleyen ses... Tüm bunlar Ekim'in kumaşının ne kadar sağlam olduğunu göstermiyor mu? Bunu aynı Habip, Ümit, Hatice, Alaattin ve Hüseyin yoldaşlar gibi sen de teyit etmedin mi?
Elbette saflarımızda daha nice devrimciler var, Ekim'in kumaşı ile biçimlenen, kızıl bayrağı yükseklerde tutan. Ancak yoldaş yarım asırlık örgütlü yaşamınla, partinin kurucu önderlerinden bir olan senin şahsında, bunu bir kez daha dosta düşmana ilan etmenin ayrıca önemli olduğunu sanıyorum.
Düşman görsün ki, böylesi yılmaz kadroların ellerinde yükselen mücadele onların dizlerinin bağını çözsün. Görsün ki, sonları kaçınılmazdır. Dostlar da görsünler ki, bu topraklarda işçi sınıfının etrafında kenetleneceği yegane devrimci program böylesi kadroların omuzlarında yükseliyor.
İşte bu yüzden yoldaş, yaşamın boyunca yükseklerde dalgalandırdığın kızıl bayrağı sonsuzluğa giderken de dalgalandırdın, dalgalandırmaya devam ediyorsun. Kızıl bayrak hala senin ellerinde, yükseklerde dalgalanıyor!
Bizlere ise seninle, senin yoldaşın olmakla duyduğumuz gururu taşımak ve senin mirasına sahip çıkmak kalıyor. Evet, Habipler’den Sinanlar’a sizin yoldaşınız olmak kolay değil. Ama yoldaş inan ki, ardılların senin yürüdüğün o uzun yolda yürümeye devam edecekler, ellerinde kızıl bayrakları ve dillerinde zafer şarkılarıyla...
Kızıl bayrak yukarı, daha daha yukarı!
Sinan yoldaş ölümsüzdür!
İstanbul'dan bir yoldaşın