Kavgayla, direnişle güzelleşen spor ve sporcunun dostuna...

Ve artık futbol hiç olmadığı kadar güzelleşti; kavgayla, sendikayla, Metin Kurt’la, direnişle...

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 24 Ağustos 2013
  • 06:53

Çizgi Metin’in anısı yaşıyor şimdi...

 

Metin Kurt gibi yalnızız
Ceza sahasında

Metin Kurt, kimine göre Galatasaraylı futbolcu. Kimine göre ‘69 Ekonomik İşbirliği Örgütü kupasını Türkiye’ye kazandıran adam, kimine göre futbola sendika getiren marjinal!..

Yalnız iki taraf için de tek bir gerçek var; Metin Kurt haksızlığa sessiz kalmayan bir futbolcu.

Metin Kurt’un futbolculuk yaşamı kapitalizmin çarklarında sıkışarak gelişir. Ünlü futbolcu abisinin transferiyle hiç istemeden Altay’dan PTT’ye transfer olur. Kendi istemez ama abisi sözleşmesini yapar. O da Ankara yolcusudur.

Kapitalizmin pençesine aldığı futbolda, o hep topun peşinde koşmuştu. Yaşamı bir spor heyecanıyla sürdürmekti onun için maça çıkmak. Fakat Metin Kurt birileri için lig bitiminde bonservisiyle getirecek birkaç haneli rakam olmaktan öteye geçmedi. Birini alıp diğerini satarken yaşlananlar ayaklarına kurşun sıkılmasa da kenara itilirken Metin Kurt iyi futboluyla avuç ovuşturan takım başkanlarının gözdesiydi. Fakat top peşinde koşarken hakkını savunmayı atlamadı.

Top oynarken dökülen terinde alınteri olduğunu kavradığı için, emeğinin üzerinden birilerinin para kazanmasına sesiz kalmadı. Türkiye gibi işçiliğin en ağır kölelik anlamına geldiği topraklarda sendika dedi. Kimileri inanmadı. “Futbolda sendika mı olur” dedi. Oysa sadece futbol değil tüm spor emekçileri için sendika mücadelesi verdi. Sporda tabular yıkıldı ama patronların defansını geçemedi Metin Kurt.

Bir “milli maç” öncesinde tüm takım arkadaşlarının imzaladığı bir bildiriyle burjuva basının spor emekçilerinin sendikal mücadelesine olan sansürünü kınadı.

Sene 1976 diye başlayan yaşlılarımızın maç anlatımları vardır. Ama maçta Metin Kurt varsa hikaye başka başlayıp başka biter. Sene 1976, Galatasaray’ın Türkiye Kupası final maçı. Tribünler inliyor. Dakikalar geçmiyor. Taraftar gol bekliyor. Ama Metin formasını giyerken dahi mücadeleden uzak değil. Soyunma odasını grev çadırı yapıp 10 bin liralık priminin ödenmemesi üzerine greve gidiyor. Teknik direktör şaka sanıyor. Futbolda grev diye bir kural bilmiyor. Futbolculardan Yasin, Gökmen, Büyük Mehmet de katılıyor. Emek mücadelesinde bir kez daha duvarları yıkıyor Metin.

Bu eylemin ardından önce Galatasaray’dan uzaklaştırıldı sonra adı yok sayıldı. Fiilen Metin Kurt yasaklıydı. Ama kendisine karartma uygulayanlara inat inandığı gibi mücadelesini sürdürdü.

Ne güzel, ne güzel..
İnandığın her şeyi attığın kalbinde
İnanmadığın her şey yedek kulübende
Haydutlar ölmeden son bir dans
Ne dersin?
Sen mi güzeldin yoksa hayat mı güzel
Kula kulluk etmezdin
Çok yanlış biriydin
*

Uyuşturucu bağımlısı, kumarbaz nice futbolcu burjuva basının baş tacı yapılırken Metin Kurt’u 90’lılar çok tanımadı. Tanınmasın diye çok çalışıldı. Ama o yaşamın ve kavganın içinde kalarak sporcu sendikası için çalışmaya devam etti. 13 Aralık 2010 günü İstanbul Valiliği kapısında haklı gururu vardı Metin Kurt’un. Türkiye Devrimci Spor Emekçileri Sendikası resmen kurulmuştu.

Kurt sendikayla çok çalıştı. Kendi gibi sansüre uğrayan, tecrit edilen Galatasaray taraftarına da sahip çıktı, futbolcuların haklarının çalınmasına da.

Yeri geldi “Türkiye Devrimci Spor Emekçileri Sendikası, Başbakan ve heyetine dönük protestoları, onurlu spor emekçilerinin ve sporseverlerin rüşvetle satın alınamayacağının kanıtı olarak değerlendirmektedir” diyerek AKP’ye de kafa tuttu.

“Halka en yakın yer neresi?” diye sorup çizgiyi gösteren “Ben de çizgide beklerdim. Antrenör ve idarecilerin olduğu tarafta oynamayı sevmiyorum” diyen Metin, bugün fiziken jübilesini yaptı ama ter döktüğü güzel forması Haziran Direnişi’yle sahalardan sokaklara indi.

Direnişle bir kez daha Metin Kurt’un mücadelesinin değerini anladık. Halkın yanında olmak da yaşadığı dönemin bir ürünüydü. Bugün endüstriyel futbol denen sermayenin para makinası içinde işçi ve emekçileri uyuşturması gereken tribünlerden mücadelede birleşen taraflar çıkıyorsa, aslı olan sınıfları hatırlayıp polis karşısında renklerini buluşturuyorlarsa Metin Kurt gibilerinin de bunda katkısı vardır.

Çarşı, FenerbahChe, TekYumruk , Devrimci Trabzonsporlular, Adana Demirsporlular derken direnişte gördük İstanbul United diyerek tek renk ve tek tribün olanları. Metin Kurt bir yıl daha yaşasaydı gururla bakardı. Elbet futbol hala sistemin yağlı çarkları için dönüyor. Elbette hala uyuşturmak için kullanılıyor ama efendiler “şeref tribünlerinde diken üstünde oturuyor. Her yuh sesini kendilerine sanıyorlar. Fabrikada, sokakta, okulda kullandıkları yöntemle statları da teslim almaya çalışıyorlar. Kendileri gibi gerici futbolcuları Rabia sembolü yaparak uşaklığını belgelerken, tehditlere rağmen gol sevincini sıkılı yumruklarla tribünleri selamlayarak yapan Beşiktaşlı Olcaylar da var işte. Direnişe kamerasını kapatıp basketbol maçına canlı yayın araçları yığan sansürcülere röportaj vermeyen Cenk Akyollar var. Direnişte gözünü kaybedenleri unutturmamak için tek gözünü kapatarak 90 dakika maç seyredenleri var.

Dakika 34 oldumu tribünleri direniş sloganlarıyla inleten, statlara doldurulan polise inat “sık bakalım” diyerek meydan okuyan akşam taraftar, sabahında fabrikada işçi, okulda öğrenci, hastanede doktor, mahallede esnaf olarak yine birleşecek olanlar var.

Ve artık futbol hiç olmadığı kadar güzelleşti; kavgayla, sendikayla, Metin Kurt’la, direnişle...

T. Kor

* Kesmeşeker - “Metin Kurt yalnızlığı”