Kapitalizmin dolaysız bir sonucu olarak yaşanan ekonomik kriz gerçeği, emekçilerin omuzlarına ağır yükler bindiriyor. Yoksulluk sınırının çok altında kalan, bir kölelik göstergesi olarak asgari ücret ve işsizlik toplumun boğazını sıkıyor. 7’den 70’e herkesin ortak kaygısını geleceksizlik oluşturuyor. Milyonların ortak problemi olan tüm bu sorunların karşısında çıkış yolunu göremeyen emekçiler “bireysel kurtuluş” yöntemlerine başvuruyorlar. Bu gerçeklik karşımıza ardı arkası kesilmeyen intiharlar olarak çıkıyor.
Marx, intihar için “kapitalizmin kara gerçekliğinden bir kaçıştır” der. Kısacası bu durum birey olarak kalmış insanın kendisine dair söyleyebileceği son sözdür bir bakıma. Ekonomik sıkıntıların yanı sıra toplumsal-siyasal atmosferi baskı ve gericilikle yoğuran kapitalizm, kişinin direnme ve dayanma kapasitesini de fazlasıyla kısıtlamaktadır. Aslında tüm bu intiharlar, çürümüşlüğün altında ezilen toplumun çaresizce haykırdığı bir tepki olarak dışa vuruyor. İsimlerini tek tek saysak da bu sayfalara sığdıramayacağımız, yaşamlarına kendi elleriyle son vermiş olan insanlar ülkesine dönüşüyor Türkiye.
Bir de diğerleri var. Yani aynı topraklara ayak bastığımız ama bambaşka yaşamlar sürenlerin gerçeği. Tüm bunlar olurken onlar ne mi yapıyor? Ekran karşısında timsah gözyaşları dökmedikleri zamanlarda kendi çürümüş, yoz ve şatafat içerisinde sürdürdükleri hayatlarına devam ediyorlar. Örneğin aynı gün içerisinde dört babanın geçinemedikleri için intihar ettikleri sırada, bir AKP milletvekili, Bitlis’te özel olarak yaptırdığı büryan kebabını yine özel uçağı ile Meclis’e getirtiyor. Bir emekçi evinin kirasını ödeyemediği için kendisini demirliklere asarak intihar etmeye çalıştığı gün, Emine Erdoğan yurtdışındaki gezisinde 50 bin dolarlık çantası ile mütevazı yaşamdan dem vurup “sadeliği” sergiliyor. Bir anne doğalgaz faturasını ödeyemediği için çocuklarını saç kurutma makinasında ısıttıktan sonra intihar ediyor ama bir yandan saraya dikilen hurma ağaçlarına milyon liralar akıtılarak ağaçlar özel elektrikli sistem ile alttan ısıtılıyor.
Tüm bu olanlar birkaç kendini bilmezin sergilemiş olduğu densizlikler değil, yanlış anlaşılmasın. Onlar tam da ait oldukları sınıfa yaraşır bir biçimde hareket ediyorlar. Onların bu görkemli yaşamı milyonların sırtına yük olarak biniyor. İşte tam da bunun adı vahşi kapitalizmdir! Ölenlerin de öldürenlerin de isimleri değişebilir ama bu düzen değişmediği sürece, yarattığı sonuçlar da değişmeyecektir. Bu düzen ki henüz 20’li yaşlarında gencecik bir kadına “Gidecek bir yerim yok, yaşamaya değer bir hayatım da” dedirtebiliyor. İster adına depresyon deyin, ister geçinememe hali. Tüm bu sorunları yaratan düzen işte karşımızda gün gibi duruyor.
Şimdi zaman, sorunlarımız karşısında “biz” olmayı becerebilmekten geçiyor. Zaman, kanımızı donduran, yüreklerimizi sızlatan tüm bu yaşananlara karşı hıncımızı-sınıf kinimizi bileyip mücadele etmekten geçiyor. Çünkü unutmayın “Bir olmazsak birer birer yok oluruz!”
M. Nevra
* Hasan Hüseyin Korkmazgil