Alman parlamentosu Ermeni soykırımını kabul eden yasayı 2 Haziran’da onayladı. Bu bir ilk değil, zira dünyada bunu onaylayan onlarca parlamento mevcut. Lakin iki ülke arasındaki ilişkiler göz önüne alındığında, Almanya’nın bunu siyasi bir manevra olarak kullandığı aşikar. Özellikle de Türkiye ve Avrupa Birliği’nin fiili lideri Almanya arasında mülteciler ve vizesiz geçiş üzerinden yapılan görüşmelerin tıkandığı anda bu gelişmenin yaşanması hiç şüphesiz tesadüf değil.
1915 yılına baktığımızda dünyanın o ana dek görmediği büyük bir savaşın tam ortasında olduğunu görürüz. Nüfuzlarını korumak isteyen eski emperyalistlerle, yanlarına Osmanlı’yı da alan yeni emperyalistler sömürgelerin paylaşımı üzerinden ölesiye savaşa tutuşurlar. Osmanlı’nın o zamanki toplumsal durumunu incelediğimizde ticaret ve sanayide mutlak bir gayrimüslim egemenliğini görürüz. Müslümanlar ise bürokrasiye hakimdir.
Devrin emperyalistleri İngiltere ve Fransa, Osmanlı’yı ekonomik yönden sömürgeleştirmekte gayrimüslim burjuvaziyi ustalıkla kullanırlar. Gayrimüslim burjuvaziyi kendi vatandaşlıklarına alırlar, böylece onları Osmanlı kanunlarından muaf tutarlar ve kendi sahip oldukları kapitülasyonlardan onların da faydalanmasını sağlarlar. Müslüman tüccarlar ise sancaklar arasında ticaret yaparken bile iç vergilerle mükelleftir. Bu adaletsizlik pek tabi varlıklı Müslümanlar’ın devrin yeni mesleği tüccarlık ya da fabrikatörlük yerine geleneksel ağalık ya da bürokratlık kurumunu tercih etmelerine yol açar. Emperyalistlerin ve ortakları gayrimüslim burjuvazinin Osmanlı üzerindeki ekonomik kuşatması gittikçe daralır. Düyun-u Umumiye’nin varlığı ile Osmanlı’nın egemenlik hakkı hepten kısıtlanır.
Bu dönemde Ermeniler ile Müslümanlar arasında kendiliğinden olan bir anlaşmazlığın varlığından söz etmek çok zordur. İlişkiler elbet kusursuz değildir, ancak örneğin yüz-iki yüz yıl öncesine göre pek farklı da değildir. İhtilal hazırlığındaki İttihatçılar, Ermeni devrimci örgütlerine işbirliği teklif ederler. İstekleri 1907 yılında Taşnaklar tarafından kabul edilir. Yeni boy veren Türk burjuvazisini temsil eden İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC); 1876 Anayasası’nın tekrar yürürlüğe sokulmasını, meşrutiyet rejiminin kurulmasını ve sanayiyi teşvik edici kanunlar konulmasını savunmaktadır. Taşnaklar ise, İttihatçıların yukarıda bahsedilen değerlerini benimsemekle birlikte Ermeniler’in ulusal hakları ve bağımsızlığı için mücadele ediyordu. Böylece sıkı bir ittifak kurulmuş olunur. Doğu Anadolu’da vergi isyanları birlikte yönlendirilir, ortak propaganda yapılır. 1908 Devrimi’nin ardından da Ermeni vekiller İttihatçıların listesinden Meclis-i Mebusan’a seçilirler. Mecliste gerici muhalefete karşı birlikte mücadele verilir. Yani ne iki topluluk ya da siyasi kuruluş arasında bir düşmanlık vardır, ne de İttihatçılar doğuştan ırkçı ya da şovendirler.
Önceleri Osmanlıcı bir politika izleyen ve azınlıkların haklarına nispeten saygılı olan İttihat ve Terakki Cemiyeti, zamanla saflarını dolduran Türkçüler ile bu niteliğini kaybeder, Türkçüleşir. Bunda tek etken de bu değildir tabi. Balkanların kaybedilmesi ve Almanya ile kurulan ittifak da aynı ölçüde belirleyicidir. Böylece İTC’de ideolojik bir dönüşüm yaşanır. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın başlamasının ardından Taşnaklar’ın Osmanlı ve Rusya arasında tarafsızlığını ilan etmesi, İttihatçılar ile aralarındaki köprülerin atılmasına sebebiyet verir. Alman İmparatorluğu ise, İngilizler’in ve Fransızlar’ın ekonomik ortaklığını yapan Ermeniler’e karşı toplum mühendisliği planları yapar. Tehcirin asıl fikir babası Goltz, von Sanders gibi Alman paşalarıdır.
İttihatçılar tarafından soykırımı gerekçelendirmeye yönelik temel argüman Ermeniler’in düşman ile işbirliği yaptığı ve yaşanılanın vatan savunması olduğudur. Her ne yaşanırsa yaşansın, bir ulusun bundan sorumlu tutulamayacağı barizdir. Kaldı ki soykırım esnasında Osmanlı ordusunda askerlik yapan birçok Ermeni de bulunmaktadır. Bir başka savunma argümanı ise, karşılıklı çatışmanın olduğudur. Bunu kanıtlayan belge yoktur. Ermeniler’in canlarını ve mallarını korumak dışında bir sebeple silahlandıkları ve isyan ettikleri doğru değildir. Soykırım neticesinde terk edilen Ermeni mal ve mülkü yerli halk tarafından müsadere edilmiş, böylece sahip olunan sermaye modern Türk burjuvazisinin oluşumunda önemli bir katkı sunmuştur.
Peki Türk sermaye devleti soykırımı neden kabul etmiyor? İş özür dilemekle bitmeyeceği için muhtemelen. Bir buçuk milyon kişi ve onların mülkünden bahsediliyor. Bunun büyük bir meblağ edeceği açıktır. Yine de devlet için asıl korkutucu olan Ermenistan’ın tazminat olarak toprak istemesidir. Peki emperyalistler neden kabul ediyor? Ermeni halkını çok sevdikleri için, soykırımda hiçbir payları olmadığı için, ya da kendileri asla böyle bir şey yapmadıkları için değil elbette. Holokostu, Haçlı Seferlerini, bağnaz din savaşlarını, faşizmi, ırkçılığı ve sömürgeleştirilmiş topraklar üzerinde öldürülen ve hala öldürülmekte olan belki de yüz milyonlarca insanı biliyoruz. Etik olmakta bir ölçüt olarak kabul edilemezler. Onlar için bu yalnızca siyasi bir manevradır. Türk sermaye devletine karşı kullanılacak bir kozdur. Hele ki vizesiz geçiş görüşmelerinin tıkandığı bir anda, apar topar meclise sunulan ve iki fire dışında her sermaye partisinin hararetli desteğiyle kabul edilmesi; bunu açıklar.
Hep söyledik, hep de söylemeye devam edeceğiz; halklar arasındaki düşmanlığın kaynağı emperyalist sömürü düzenidir. Halklar arasındaki düşmanlık fitilini ateşlemedikçe kendi saltanatlarının pek uzun olmayacağını bilirler. Ve yıllar sonra bundan siyasi olarak faydalanmasını da bilirler. Çünkü siyaset arenası onlarındır ve işçi sınıfı yumruğunu masaya vurmadıkça onların olmaya devam edecektir. İşçi sınıfı emperyalistler adına ve uğruna savaşmayı reddettiği an, bin yıllardır süren savaş ve talan düzeni de son bulacaktır. İnsanlığın altın çağı, o zaman başlayacaktır.
Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği!
C. Akkaya