Engels’in “yeni dünya anlayışının dahiyane tohumunun atılmış olduğu ilk belge olarak ölçülemeyecek bir değer” olarak tanımladığı Marks’ın Feuerbach Üzerine Tezler’inin ikinci maddesinde şunlar ifade ediliyor: “Nesnel hakikatin insan düşüncesine atfedilip atfedilmeyeceği sorunu bir teori sorunu değil, pratik bir sorundur. İnsan, hakikati, yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini pratikte kanıtlamalıdır. Pratikten yalıtılmış düşüncenin gerçekliği ya da gerçeksizliği konusundaki tartışma, tamamiyle skolastik bir sorundur.”
Marksizm'in devrimci özü, işçi sınıfının tarihsel devrimci misyonunun açığa çıkartılmasıdır. Marksizm bu yolla sosyalizmin ütopya olmaktan çıkarak gerçeklik kazanmasını sağlamış, “bilimsel sosyalizmin” temellerini atmıştır.
Kendinden önceki tüm insanlık tarihinin deneyimlerinin soyutlanmış biçimi üzerinden yaşama pratik bir önerme sunan Marksizm'le, işçi sınıfı kendisiyle birlikte bütün bir toplumu kurtuluşuna götürebilecek düşünsel silahı olan sosyalizm ideolojisine, sosyalizm ise yaşamda gerçeklik kazanabileceği maddi toplumsal dayanağına kavuşmuştur.
“Tüm toplumsal yaşam, özünde pratiktir. Teoriyi gizemciliğe saptıran bütün gizemler, ussal çözümlerini insan pratiğinde ve bu pratiğin anlaşılmasında bulurlar. (Tezler 8. madde)” Marksizm'in önderleri olarak Marks ve Engels, 1848 burjuva devrimlerinden Paris Komünü’ne kadar, teori ve pratiğin devrimci diyalektik birliğini anlama ve ortaya çıkan deneyimden çok yönlü yararlanma fırsatını bulmuşlardır. Paris Komünü’nü gerçek kılan temel maddi çelişkiler ve sınıf mücadeleleri ilkelerinin yanı sıra, o ana kadar ortaya çıkan deneyimin yanlışladığı pratikler üzerine düşünme, yeni sonuçlar çıkarma ve bunu tekrar pratik yaşamın hizmetine sunma fırsatı yakalamışlardır.
Kendinden önceki tüm insanlık tarihinin deneyim ve birikimlerini sistematik bir dünya görüşünün inşası için devrimci eleştirinin süzgecinden geçiren, bu çabaya paralel olarak güncel planda yaşamın akışına müdahale pratiği içerisinde olan Marks ve Engels, ortaya koydukları bilimsel dünya görüşü ile bizlere yol göstermeye devam ediyor.
Buz kırılmış yol açılmıştır!
20. yüzyılın en önemli tarihsel olayı kuşkusuz ki Ekim Devrimi’dir. Rus proletaryasının gerçekleştirdiği bu tarihsel eylem, Paris Komünü’nden sonra işçi sınıfının göğü fethetme yolculuğunda yeni bir adım olmasının yanı sıra, tarihin akışını değiştiren gelişmelerin de önünü açtı. Kapitalizmin nesneleştirdiği proletarya, marksist dünya görüşü ile bütünleşerek devrimin ateşi içerisinde özneleşti, insanlığın kurtuluş umudunu ete-kemiğe büründürdü. Tüm bu açılardan Ekim Devrimi, “buzu kırdı, yolu açtı.” Marksizm'in bu “dünyaya aitliğini pratiği” ile kanıtladı.
Ekim Devrimi’nin 99. yıldönümünde, insanlık tarihinin en büyük devrimci eyleminden öğrenmek, onun deneyimlerini bilince çıkartmak, temel bir ihtiyaç olarak önümüzde durmaktadır.
Parti ve devrim diyalektiği
Ekim Devrimi’ni anlamak, deneyimlerini bilince çıkartmak herşeyden önce bu devrime önderlik etmiş partiyi anlamayı gerektirir. Zira, büyük bir köylü nüfusuna sahip olan Rusya’da bir kaç milyon proleterin, toplumun geniş kesimlerini taraflaştırarak başarılı bir devrim gerçekleştirmesinde Bolşevik Parti’nin başarılı önderlik pratiği kritik bir rol oynamıştır. Yenilgiye uğrayan Alman devrimi ise, devrimci önderlik ve parti sorununu tersten kanıtlayan tarihsel bir başka deneyimdir. Alman devriminin en büyük açmazını “devrimci partinin yokluğu” olarak ifade eden Lenin, devrimi örgütlemekle geçirdiği bütün bir yaşamını, aynı anlama gelmek üzere partiyi örgütlemek uğraşına hasretmiştir. Çünkü “iktidar savaşımında proletaryanın örgütten başka silahı yoktur. (Bir Adım İleri İki Adım Geri-Lenin)”
Komünistler kendi değerlendirmelerinde parti ve devrim diyalektiğini, Ekim Devrimi ve Bolşevik Parti’nin paha biçilmez deneyimi ekseninde şu temel bakış üzerinden değerlendiregeldiler; “Rusya proletaryasıyla et ve tırnak gibi kaynaşmış Bolşevik partisinin başarılı önderliği olmasaydı, Ekim Devrimi’nin zaferi de mümkün olamazdı. Bu bir öznel iddia değil, matematiksel kesinlikte bir tarihsel gerçekliktir. Muzaffer Ekim Devrimi’ni hazırlayan tüm sürecin olayları apaçık bir biçimde gösteriyor ki, devrimin hazırlanmasında, zaferinde ve kazanımlarının korunmasında parti, öncü ve yönetici bir güç olarak, belirleyici bir role ve konuma sahiptir.
Devrimin neden Rusya’da başarı kazandığının ve aynı dö-nemde Avrupa’da neden bu kadar kolay yenilgiye uğradığının açıklayıcı temel unsurlarından biri de budur. Elbetteki Rusya’da devrimin muzaffer olmasıyla Avrupa’da devrimlerin kolayca yenilgiye uğramasının tek açıklaması bu değildir. Böyle bir iddia devrim sorununu basite ve tek boyuta, öznel boyuta indirgemek demek olur. Devrimin koşulları derinlemesine ve genişlemesine oluşmadan hiçbir devrimci parti, ne kadar doğru bir çizgi izlerse izlesin, ne kadar militan ve gözüpek olursa olsun, herhangi bir devrim yapamaz. Fakat eğer bu koşullar oluşmuşsa, hazırlıklı ve yetenekli bir öncü kuvvet olarak parti olmadan, koşulları oluşmuş bir devrimi muzaffer bir sona bağlamak da mümkün olamaz. Rusya’nın kendine özgü konumu yalnızca emperyalist çağın tüm çelişkilerinin düğümlenip yoğunlaştığı, bu temel üzerinde devrim-ci bunalımın en derin bir biçimde patlak verdiği bir ülke olması değil, yanısıra, bu ülkede başından itibaren bunun bilincinde olan ve tarihsel hazırlığını da bu çerçevede yapan bir devrimci sınıf partisinin varolması ve devrimci sürecin en kritik anlarında, kendi tarihsel rolünü büyük bir başarıyla ve gözüpek bir biçimde oy-nayabilmiş olmasıdır. (Partileşme Süreci-1 Eksen Yayıncılık)”
Devrimci program, devrimci sınıf, devrimci örgüt
Ekim Devrimi’nin dersleri ve bu dersleri tarihe armağan eden Bolşevik Parti, temel ilkesel yönleriyle bugüne yol göstermeye, günün içinde gerçek marksistlere hareket ekseni olmaya devam ediyor.
Bolşevik Parti, daha ilk baştan itibaren Marksizm'in devrimci özü ve ilkeleri temelinde yükseldi. “Devrimci teori olmadan, devrimci hareket olmaz! (Ne Yapmalı)” görüşünü benimseyen Bolşevik Parti, Marksizm'in bilimsel temellerini referans alarak, onun devrimci diyalektik özünü kavrama ve bunu Rusya’nın özgünlüğüne uyarlama başarısı gösterdiler.
Partiyi, sosyalizm ve sınıf hareketinin birliği olarak formüle eden Bolşevikler, bütün bir devrim sürecinde proletaryanın partisi olma misyonuna uygun bir pratik çabanın taşıyıcısı oldular. Sosyalizm ile sınıf hareketinin organik birliğini kurma, bu çaba içinde proletaryanın öncü kesimlerini partinin düşünsel temeli olan Marksizm'e kazanma uğraşını, şaşmaz bir hedef olarak hayata geçirdiler.
Devrimci programı devrimci sınıfla buluşturma uğraşının temel taşıyıcısı ve güvencesi olarak devrimci örgüt sorununu ilkesel önemde bir sorun olarak gördüler ve Lenin’in “bize bir devrimciler örgütü verin, Avrupa’nın altını üstüne getirelim! (Ne yapmalı)” kesinliğiyle ifade ettiği bir pratiğin yılmaz savaşçıları oldular. Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin (RSDİP) daha ilk kongresinde Bolşevik-Menşevik ayrışmasının devrimci örgüt ilkelerinde yaşanmış olması tesadüfi değildir. Devrimci program, devrimci sınıf, devrimci örgüt bütünlüğünün birleşme zemini olarak Bolşevik Parti, 15 yıllık paha biçilmez bir deneyim içinde çelikleşerek, devrimin zaferini güvencelemesini bilmiştir.
Ekim Davası kazanacak!
Ekim Devrimi’nin devrimci ilkeleri ve devrimci örgüt teorisi günceldir. Bugünün dünyası ve Türkiye’sine izlenecek yolu göstermektedir. Bu topraklarda komünistler yıllardır sürdürdükleri parti ve devrim mücadelesinde Ekim Devrimi’nin deneyimlerine sıkı sıkıya bağlı bir pratiğin tek ve gerçek temsilcisi oldular. Sözümüzü Ekim Devrimi’nin deneyimlerinden süzülen bakışı özlü bir biçimde ifade eden iki alıntıyla noktalayalım:
“İdeolojik kimliği, sınıfsal konumu ve tarihsel-siyasal amaçlarıyla proletaryanın sınıf partisi, kurulu düzen karşısında ihtilalci bir konumdadır ve varoluş biçimi de buna uygun olmak zorundadır. Partinin ihtilalci esaslara dayalı illegal örgütlenme ihtiyacı bura-dan doğmaktadır. Parti örgütlenmesinin tek ve mutlak varoluş biçimi olmamakla birlikte, illegalite, temel ve ilkesel önemde bir sorundur. İllegalite sorununun özü, düzenin hukuksal çerçevesi içine sığıp sığmamak değil, bizzat düzenin içine sığamamaktır.”
“Örgüt, sosyalizm ile sınıf hareketinin maddileşmiş birliği-nin gerçekleştiği alandır. Marksist teorinin sağlam temeli üzerinde kurulan ideolojik birlik ancak bir maddi örgüt birliğinde somutlandığı zaman gercçek bir anlam taşır ve gerçek bir güç haline gelir. Ve elbette partinin gerçek işlevi de ancak bu sayede olanaklı hale gelebilir. Devrimci teoriyle, toplumsal gelişme ve sınıf mü-cadelesi yasalarının bilgisiyle ve nihayet devrimci eylem tecrübesiyle donanıp silahlanmış bir parti örgütü, proletaryanın sınıf bağımsızlığının biricik güvencesi ve sermayeye karşı dişe diş mücadelesinin en temel silahıdır. (Partileşme süreci-1 Eksen Yayıncılık)”
O. Ekim