Emperyalist-kapitalist sistemin Sovyetlerin işçi ve emekçilere sağladığı refaha alternatif oluşturmak adına şişirdiği “refah devleti” balonunun krizlerle birlikte patlamasının ardından özelleştirmeler tüm dünyada ve elbette ki Türkiye'de de gündeme geldi. Gelişen mali krizlerin yükünü hafifletmek adına sermayeye artan vergiler koymak kapitalizmin doğasıyla bağdaşmadı, fatura işçi ve emekçilere kesildi. Özelleştirmeler can çekişen sermayeye can simidi oldu. Neo-liberal politikalar ekseninde özelleştirmeler kredi verme şartı olarak öne sürülerek IMF ve Dünya Bankası gibi emperyalist kuruluşlar tarafından tüm dünyaya ihraç edildi.
Türkiye de hedefe Kamu İktisadi Teşebbüsleri'ni (KİT) alarak özelleştirme furyasına katıldı. Özelleştirmeler 12 Eylül darbesi sonrası, Özal hükümeti ile birlikte gündeme sokuldu. Bu dönemde iktisadi-ideolojik altyapısı oluşturulan özelleştirmelere Özal'ın bıraktığı yerden Çiller devam etti. Son 30 yılı aşkın sürede toplamda 68 milyar dolar tutarında özelleştirme uygulaması hayata geçirildi.
“Önce şunu hatırlatmakta yarar var. KİT'ler ne dün halkın malıydılar, ne de koşullar sosyalizmden yana değişmedikçe yarın olacaklardır. Bu kuruluşların dünkü işlevi çeşitli yol ve yöntemlerle kapitalistlere kaynak aktarmak, kâr oranlarının düşmesini engellemekti. Dolayısıyla bu kuruluşlar dünkü halleriyle de, halkın değil kapitalist sınıfın hizmetindeki kuruluşlardı. Dün ile bugün arasında değişen tek şey, bugün kapitalistlerin bu kuruluşların mülkiyetine de doğrudan sahip olmak istemeleri, bu yolla da tekelci güçlerini arttırmak amacında olmalarıdır.”*
İşte bu amaçla özelleştirmeler her hükümetin iktidara gelirken peşinen koltuğunun altında hazır tuttuğu bir program, aynı anlama gelmek üzere işçi ve emekçilere yeni saldırı adımları oldu. Bin bir türlü demagoji ile kitlelerin önüne sürülen özelleştirmeler sistemin vazgeçilmez politikası olarak kullanıldı, kullanılmaya devam ediyor.
Krizleri çözmeye muktedir olamayıp ötelemekten başka bir yol bulamayan kapitalist sistem için özelleştirmeler krizleri öteleme adına sıkıntısı çekilen “kaynakların” yaratılması için kullanılıyor.
AKP hükümeti özelleştirmede ‘usta’
AKP hükümetinin maliye bakanlarından Kemal Unakıtan'ın sözleri ile AKP kamu kaynaklarını “babalar gibi” sattı. AKP'nin resmi web sitesinde “gururla” ifade ettikleri gibi “Özelleştirme gelirleri AK Parti iktidarında ciddi artış göstermiştir. 1986-2002 döneminde toplam 8 Milyar dolar özelleştirme geliri elde edilirken, 2003-2015 döneminde bu tutar 61,8 milyar dolara erişmiştir. Cumhuriyet tarihi boyunca elde edilen özelleştirme gelirlerinin yüzde 90’ı AK Parti döneminde elde edilmiştir.” İşçi ve emekçilere saldırılarda, demokratik ve sosyal hakların tırpanlanmasında, baskı ve zorda “usta” olduğunu kanıtlayan AKP iktidarı özelleştirmeler konusunda da sermayeye hizmet noktasında kendinden önceki hükümetleri geride bırakmasını bildi ve bu alanda da “ustalığını” ispatlamış oldu. 1986-2003 döneminde toplam 8 milyar 240 milyon dolarlık özelleştirme gerçekleştirilirken, AKP'nin hükümete gelmesi ile en yüksek tutar 2013 yılında 12 milyar 486 milyon doları buldu.
Özelleştirmeler için yeni kılıf “varlık fonu”
Gelinen yerde özelleştirilecek kamu kuruluşu ve sosyal hizmet bırakmayan AKP hükümeti 2013 yılından bu yana düşen özelleştirme gelirleri için “çareler” arama yolunu tuttu. Sermayenin kaynak sorununa bulduğu “çare” ise onların mantığında bir taşla iki kuş vuran cinsten çok yönlü bir “atılımın”, işçi ve emekçiler için ise çok yönlü saldırıların kapısını açmış oldu.
Her ne kadar “fon” adı öne çıkarılsa da aslen bir şirket olan Türkiye Varlık Fonu Yönetim Şirketi'nin 26 Ağustos 2016'da Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdiği yasada fonun amacı “sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğine katkı sağlamak, yurtiçinde kamuya ait olan varlıkları ekonomiye kazandırmak, dış kaynak temin etmek, stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek” olarak sıralanıyor. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi'nin, hedefini 200 milyar dolar olarak açıkladığı fon şirketinin asıl amacının yabancı sermaye için teminat olarak gösterilecek ve kullanılacak “kaynak” yaratmak, -kapitalist sistemin mantığı gereği- bu kaynağı da kamu kaynaklarını fona aktararak bulmak oluşturuyor.
Fonun Sayıştay ve meclis denetiminde olmayacağı ve cumhurbaşkanlığının atadığı “bağımsız” bir heyet tarafından denetleneceği de düşünüldüğünde kamu kaynaklarının sermayenin çok yönlü sorunlarını çözmek için dün “denetimli” ancak bugün artık denetimsiz kullanılacağı aşikar.
Sermayeye kaynak: İşsizlik Sigortası Fonu
Fonun yıllık gelirinin yarısını karşılayan kaynak ise İşsizlik Sigortası Fonu oldu. Sermaye devleti kapitalist sistemin dertlerine aradığı “çarelerin” faturasını işçi ve emekçilerin sırtına yüklemekte beis görmüyor. İşsizlik Sigortası Fonu'ndan işçi ve emekçilerin yararlanmaması için her türlü adım atılırken bizzat işçi ve emekçilerin alınteri ile oluşturulmuş bu kaynak sermayeye peşkeş çekilmiş oldu.
Özelleştirmelerin adı değişti, sonuç aynı
Sermaye devleti dört elle sarıldığı özelleştirmeler ve son dönemde tartışılan adıyla varlık fonu sayesinde, içine girdiği ekonomik krizden işçi ve emekçilerin birikimlerini yağmalayarak çıkma telaşında. Bu telaşı elbette ki karşılıksız değil. Bunca telaş ettikleri özelleştirmelerin sermaye devletinin içine düştüğü dertlere derman olacağı açık. Öte yandan aynı özelleştirmelerin işçi ve emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarına getirdiği handikaplar ise işçi ve emekçilerin kendi deneyimleri ve istatistikler ile ortada. Özelleştirmeler, beraberinde işçi sınıfı için kamu kuruluşlarında var olan kısmi örgütlülüğü ve güvenceyi taşeronlaştırma vb. uygulamalarla götürürken iş cinayetlerini, düşük ücretleri ve sosyal hakların tırpanlanmasını getirdi. Özelleştirilen kamu kuruluşlarında sonrasında yaşanan işçi kıyımlarını ve özellikle madenlerde yaşanan iş cinayetlerini hatırlamak yeterli. Özelleştirmeler işçi sınıfı için ağırlaşan kölelik koşullarıdır.
Özelleştirmelerde “yeni yöntem” olduğu iddia edilen Türkiye Varlık Fonu, kamu kaynaklarını yağmalamanın yeni adı olacaktır. Sermaye için değişen tek şey yağmanın biçimidir. Ancak işçi ve emekçiler için değişmeyen tek şey, sermayenin işçilerin sırtından palazlandığı ve “dur” demeyinceye dek sermayenin işçi sınıfının kanını emerek büyüyeceği gerçeğidir.
* Dünyada ve Türkiye'de özelleştirme saldırısı - Eksen Yayıncılık