6 Mayıs 1972 yılı takvim yapraklarına devrim davası uğruna tereddütsüzce ölümü göğüsleyen 3 yiğit devrimcinin direnişi kaydedildi. 48 yıl önce bu üç yiğit devrimci, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan darağacına karşı cüretle yürüdüler. Bu topraklarda düzen ve devrim arasındaki kıyasıya mücadele onların bu yürüyüşü ile bir dönüm noktasına ulaştı.
O tarihsel kesitte, sermaye düzeninin sömürü ve baskısına karşı toplumsal mücadele grevlerle, direnişlerle ve toprak işgalleri ile dalga dalga büyüyordu. Burjuvazi ve işçi sınıfı arasındaki onulmaz çelişkiler derinleşirken, ‘68 baharında tüm dünyada esen devrimci rüzgâr, kitlelerde on yıllardır biriken öfkeyi açığa çıkarmıştı. Köylüler toprak işgalleri, işçiler fabrika direnişleri, öğrenci gençlik Dolmabahçe'de 6. Filo’yu denize döktükleri zirve noktasına ulaşan eylemleri ile emperyalist kapitalizmin ve işbirlikçilerinin saldırı politikalarına karşı direnişteydi. 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi sermaye devletinin kâbusu oldu. 12 Mart 1971 darbesi ile sermaye devletinin faşist saldırganlığı dizginlerinden boşaldı. Bir tarafta yükselen ve düzen sınırlarını zorlayan sosyal mücadele vardı. Diğer tarafta ise bu sosyal uyanışın politik önderliğini yapan TİP çizgisindeki parlamentarizmden ve sosyal reformizmden koparak devrim yolunu seçenler. Düzeninin icazet alanında ve onun gediklerinde politika yapmayı esas alan çizgiden kopuş, devrimci çıkışın temeli oldu. Denizler THKO’yu kurarak Türkiye’deki toplumsal mücadelenin dengelerini devrimci iktidar mücadelesi lehine çevirdiler. THKO kadroları Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya ile birlikte 71 Devrimci hareketinin öncü devrimcileri olarak parlamentarizmden ve reformizminden devrimci kopuşun öncüleri oldular.
Emperyalizme göbekten bağlı olan sermaye iktidarı, efendilerinin emirleri doğrultusunda bu devrimci çıkışın sosyal uyanış halindeki işçi ve emekçilerle buluşmasının önüne geçmek için kollarını sıvadı. Grev hakkını söküp alan, ekonomik, sosyal, siyasal yıkıma ve uşaklığa karşı ayağa kalkan, NATO gibi emperyalizmin temel kurumlarını hedefe alan, 15-16 Haziran’da örgütlenme hakkı için barikatlara dayanan, üniversiteleri direniş alanına çeviren sosyal hareketin devrimcileşmesi tehlikesi, faşist saldırganlığı dizginlerinden boşalttı.
48 yıl önce 12 Mart faşizmi sermaye iktidarının bekası için katliamcı devlet geleneğinde önemli bir sayfa açtı. Devrimci irade, o andan itibaren idam sehpaları ve Hitler faşizmine rahmet okutan zorbalıklar ile sınanacaktı. Denizleri eli kanlı sermaye devleti adına idam sehpasına çıkaran Ali Elverdi ve düzenin tüm cellatları, onların şahsında devrimci kurtuluş umudunu boğmaya amaçlamışlardı. Ancak Denizler Nurhak'ta ve Kızılderede ölümü tereddütsüzce göğüsleyen THKO ve THKP-C kadroları gibi, devrim davasını son nefeslerine kadar savundular. Amaçları devrimci hareketi henüz filiz halindeyken ezmekti. Ancak yenilen 12 Mart darbeci cellatları şahsında sermaye düzeni oldu. İdam sehpasını Deniz Gezmiş 'Yaşasın Marksizm-Leninizm! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!”, Yusuf Aslan 'Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz.' ve Hüseyin İnan "Ben şahsî hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum.' haykırışlarıyla karşıladılar.
Denizler “Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm" diyerek cellatlarının suratlarına inançlarını bir tokat gibi fırlattılar. Onların devrim davasına bağlılıkları ve baş eğmez duruşları düzene karşı başkaldırının manifestosu olarak tarihe yazıldı.
Bugün emperyalist kapitalizme karşı izlenmesi gereken devrimci tutum, onların şahsında yaşatılıyor ve onların isimleri ile sembolize ediliyor ise, bu onların düzenden devrimci kopuş iradesi göstermelerinin bir sonucudur. Denizler ve 71 devrimci hareketinin diğer önderleri, sermaye düzenine karşı devrimci kavgada tüm yaşamlarını devrim ve sosyalizm mücadelesine adayarak devrimci kimlik ve militanlığın temsilcisi oldular. Denizlerin 48 yıl önce yaktığı kızıl meşale, kuşaktan kuşağa devredilerek bugünlere kadar sönmeden yolumuzu aydınlattı. Bugün bizlerin elinde yanmaya devam eden bu meşaleyi geleceğe taşımanın tek yolu var: Devrim davasını her zamankinden daha güçlü omuzlamak! Bugün onların ve onlardan sonra devrim-sosyalizm davasında ölümsüzleşenlerin ideallerini gerçek kılabilmek ise işçi sınıfının devrimci bayrağını kapitalizmin burçlarına dikmekle mümkün olacaktır.