Denizler ve Nazım bize aittir!

Deniz, Yusuf, İnan, Mahir ve Kaypakkaya adları, emekçi çocuklarının adları olmaya devam edecektir. Onlar hep “yaşamları köleleştirilmiş milyonlarca emekçinin haklı davasında yaşayacaklar”dır. Nazım Hikmet’e gelince, işçi sınıfının ve sosyalizmin büyük ozanıdır ve onu en iyi kendi dizeleri anlatmaktadır: “Sevdalınız komünisttir. Yatar Bursa kalesinde.”

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 23 Kasım 2017
  • 20:16

Geçtiğimiz günlerde burjuva basında iki haber yer aldı. Haberlerden biri ‘71 devrimci hareketinin devrimci önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın kesinleşen idam hükmü kararının yer aldığı ıslak imzalı belge ve mahkeme tutanaklarının satışa çıkartılması idi. Diğeri ise, Nazım Hikmet’in, kendi yaşam öyküsünü ve yaşamı sırasında tanıdığı komünist şahsiyetlerin gördüğü baskı ve zulmü anlatan, en önemlisi de, arka planı Büyük Sosyalist Ekim Devrimi olan, otobiyografik nitelikteki “Yaşamak güzel şey be kardeşim” adlı romanına sansür uygulandığı haberi idi. Bu iki gelişme sadece ilerici ve devrimci çevrelerde değil, toplum ölçüsünde de tepkiyle karşılandı.

Dava insanları olarak Denizler ve düzenin kirli hesapları

Tüm devrimci önderler yaşadıkları süreçte devrimci düşüncelerinden ve politik kimliklerinden dolayı, egemen sınıfların ve iş başındaki hükümetlerin çok yönlü saldırıları ile karşı karşıya kalmışlardır. Keyfi gözaltılar, kovuşturmalar, işkenceler, uzun mahkumiyetler... Tüm bu saldırılar iğrenç yalanlar ve karaçalmalar eşliğinde hayata geçirilmiştir. Kimi kurşunlanarak, kimi idam edilerek, kimi de karanlık zindanlarda imha edilerek, katledilmiştir.

Devrimci önderlere dönük saldırılar kılık değiştirerek ölümlerinden sonra da devam eder. Sağlıklarında baskı ve zulüm gören devrimci önderler, bu kez adeta birer “ikon” haline getirilir, azizleştirilirler. Devrimci düşüncelerinden kopartılır, politik kimliklerinden arındırılır, düzen için kabul edilebilir sınırlara hapsedilirler. Bu çabaların gerçek hedefi, devrimci önderleri değersizleştirmektir. Devrimci düşünce ve pratiklerinin içini boşaltmak, zaman içinde unutturmaktır. Günümüzde, Denizler ve Nazım’a dönük uygulamalar da benzer kirli hesapların ifadesidir.

Denizler, o günkü çizgi ve programlarının ideolojik-sınfsal niteliğinden bağımsız olarak, ilk kez kurulu düzene başkaldırdılar, devlete silah çektiler. Düzeni ve devleti reformdan geçirmeyi değil, devrimi seçtiler. Şiddete dayalı devrim fikrini savundular. Emperyalizme cepheden tavır aldılar. Sömürüye, ezilmişliğe, her türden eşitsizliğe karşı durdular. Emperyalizme uşaklığa ve kölece bağımlılığa karşı “Türkiye’nin bağımsızlığı”nı, kardeş Kürt halkının ulusal hak yoksunluğuna karşı Türk ve Kürt halkının kardeşliğini savundular. Kısacası, milyonlarca emekçinin haklı davası için savaştılar. Günü geldiğinde de, bu dava uğrunda tereddütsüzce ölümü kucakladılar.

Yeni genç kuşaklar, işçiler ve emekçiler, aradan geçen yıllara rağmen, bu yiğit devrimcileri unutmadıkları gibi daha çok sahiplendiler. Onlar, devrimci idealleri, kararlılıkları ve fedakârlıklarıyla yeni kuşaklara hep yol gösterdiler.

12 Mart ve sonrası uzun yıllar, devlete silah çeken anarşistler ve yıkıcılar olarak nitelenen Denizler, tam da bundan dolayı, “iyi çocuklar”, “gerçek yurtseverler” ilan edildiler. “İdam edilmemeliydiler” denilmeye başlandı. Devrimci ideallerinden ve kimliklerinden arındırılarak, salt insani yönleri öne çıkartılarak, ehlileştirilmeye, düzenin kabul edebileceği sınırlara hapsedilmeye çalışıldılar.

Bu çabalar işçi ve emekçi kitleleri aldatmak, bu saygın devrimciler şahsında devrim davasını, devrimci ideal ve değerleri unutturmak içindi. Daha sinsi, dolayısıyla daha tehlikeli yol ve yöntemlerle yürütülen bir değersizleştirme operasyonuydu. Ama başaramadılar!

Vatan haini Nazım Hikmet mi, “büyük Türk şairi ve yurtsever” Nazım Hikmet mi?

Benzer durum Nazım Hikmet’in de başına geldi. Düşünceleri ve politik kimliği, dünya görüşünü yansıtan şiirleri nedeniyle, yaşadığı dönemde kovuşturmaların yakasını bırakmadığı, hapishanelerde en çok yatan kişilerden biri oldu Nazım. Genç yaşlarında Ekim Devrimi’nin sarsıntısı onu da derinden etkilemiş, o da bu büyük devrimin açtığı çığıra girmiş, işçi sınıfının ve komünizmin ozanı olmuştu. Bu nedenle egemen sınıfın ve dönemin tüm hükümetlerinin boy hedefi haline geldi. Komünist avı olarak nitelenen her operasyon Nazım Hikmet’i de kapsadı. Tutuklandı, hapishaneden hapishaneye sürüldü.

Ölene dek memleketinden uzak yaşamak zorunda kalan Nazım tüm saldırılara cepheden göğüs gerdi, komünist kimliğinden en küçük taviz vermedi. Bu nedenle düşmanın ona kini hiç azalmadı. Yakın dönemlere dek yıkıcı, vatan haini, bolşevik ajanı olarak damgalandı. Cenazesinin Türkiye‘ye getirilmesine izin verilmedi. Mezarının Türkiye‘ye getirilmesi yönlü her girişim reddedildi.

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından burjuvazinin ve hükümetlerin komünizm korkuları azaldı. Nazım hakkındaki söylemler yavaş yavaş değişti. Vatan haini Nazım Hikmet  giderek “Yurtsever, büyük Türk şairi” Nazım Hikmet oldu. Eserleri üzerindeki sansür ve yasak tekeli bir parça gevşetildi. Mezarının Türkiye‘ye taşınması konuşulmaya başlandı.

Söz konusu olan, yıllarca yürütülen kara propagandalara rağmen değersizleştirilemeyen Nazım Hikmet’i de sinsi politikalarla ehlileştirmekti. Bu da ancak komünist kimliğinden arındırılarak mümkün olabilirdi. Ancak bunda da başarılı olamadılar.

***

Denizler ve Nazım bize aittir ve hep öyle kalacaktır!

Deniz, Yusuf, İnan, Mahir ve Kaypakkaya adları, emekçi çocuklarının adları olmaya devam edecektir. Onlar hep “yaşamları köleleştirilmiş milyonlarca emekçinin haklı davasında yaşayacaklar”dır.

Nazım Hikmet’e gelince, işçi sınıfının ve sosyalizmin büyük ozanıdır ve onu en iyi kendi dizeleri anlatmaktadır: “Sevdalınız komünisttir. Yatar Bursa kalesinde.”