Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerine…

Unutmayalım ki sandıktan çıkan sonuç ne olursa olsun sermayenin diktatörlüğü değişmeyecek ve insanın başka bir insan tarafından sömürüsü devam edecektir. Bunun bilincinde olarak bu dönemde yapılması gereken, yarının sert mücadele günlerine daha sıkı hazırlanmaktır. Sandıkta “Tamam” hayaline kapılmaya itilen işçi ve emekçileri, “Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim” cephesinde örgütleyebilmektir.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 17 Mayıs 2018
  • 14:18

“Tamam”ı sandık değil mücadele belirler!

 

Yıllardır sermayenin demir yumruğu olma görevini üstlenen Erdoğan, “Halkımız tamam derse çekiliriz” diye buyurdu. Başta burjuva muhalefet partileri ve seçmen kitlesi olmak üzere sol hareketin büyük bir kesimi ise “Tamam” diyerek, yaklaşan seçimlerde sandıkta sermayenin diktatörlüğünün engelleneceği ve durdurulacağı havasına kapılmış durumda.

Burada en büyük sorun OHAL baskısı altında umutları ve direnci kırılmış milyonların algıları ile oynanmasıdır. “Tamam” açıklamasının ardından koparılan fırtına elbette ki umudu ve direnci kırılan milyonlarda moral ve motivasyon yaratmış bulunuyor. Bu, 16 Nisan öncesi “Seni başkan yaptırmayacağız” ve yoğun bir “Hayır” çalışmasında da hissedilmiş bir tabloydu.

Ezilen kitlelerin moral, motivasyon ve umudunun yükselmesi elbette ki olumlu bir gelişmedir. Bu, bir yandan ezilen kitlelerin genelinde bir kaynaşma ve hareketliliğe doğru evrilirken, bir yandan da AKP şahsında gericiliğin kalesinde bir çöküşe ve moral bozukluğuna yol açmaktadır. Ancak 7 Haziran seçimleri ve 16 Nisan referandumunda yaşanan sürecin de unutulmaması gerekir. Tek başına sandığa endekslenen bir yönelim bir çözüm değil, olamaz da. Bu özellikle cumhurbaşkanlığı seçimleri söz konusu olduğunda böyledir. AKP-MHP ittifakını durdurmak adına tek çözüm bir kez daha sandık gösterilmektedir. Ve bir kez daha kitleler özellikle işçi ve emekçiler burjuva solun, reformistlerin ve AKP karşıtlığı üzerinden kapitalist düzenin bekasını savunan muhalefetin yedeğine düşürülmek istenmektedir.

Buradan hareketle sandıktan çıkacak “Tamam” ile yeni bir başlangıç olacağı, bugün kitlelerin geneline hakim kılınmaya çalışılıyor. Yüzünü devrime dönmeye çalışan ve insanın başka bir insan tarafından sömürüsüne artık yeter diyerek burjuva devlet aygıtının gerçek yüzüne karşı harekete geçme potansiyeli taşıyan kitlelerin yönü, büyük bir algı operasyonu ile bir kez daha burjuva düzen kurumlarına çevrilmeye, kitlelerde düzene dair umut yaratılmaya çalışılıyor.

Bu koşullarda burjuva düzen koruyucularının tüm manipülasyonuna karşı gerçekleri dosdoğru ve olduğu şekliyle anlatabilmek, sınıf devrimcilerinin en önemli sorumluluklarından biridir. 16 Nisan referandumunda burjuva düzen muhalefetinden farklı olarak sermayenin diktatörlüğüne de ‘Hayır’ demeye çağırdığımız kitlelere, bu sefer “Düzen partilerine oy yok!”, “Düzene karşı devrim!” diyerek gideceğiz.

Komünist işçi partisinin seçimlere dair son açıklaması ne yapılması gerektiğini özlü bir şekilde dile getirmektedir: “Seçimlerde kitlelere sonuçta sandıkta ne yapmaları gerektiğine ilişkin somut çağrı, genellikle seçim politikasının en önemli ve öncelikli yönü kabul edilir. Gerçekte bu parlamentarist bakış açısının ürünü ve ifadesi bir önyargıdır. Esas olan her zaman temel gerçekleri ve devrimci çıkış yolunu emekçi kitlelere anlatmak, onları örgütlü mücadele alanına çekmeye çalışmak, seçimlerden de tam da bu amaçla yararlanabilmektir. Ötesi güncel açıdan esasa ilişkin bir sorun değildir. Zira devrimcilere yakınlık duyan kitleler bile çoğu kere kısa dönemli kaygılar ve beklentilerin etkisi altında oylarını kullanma yoluna giderler. Dolayısıyla asıl önemli olan, seçim atmosferinden de en iyi biçimde yararlanarak, onlara anlamı ve önemini yarın çok daha iyi anlayabilecekleri gerçekleri en iyi biçimde anlatabilmektir.”*

Sınıf devrimcilerinin önünde tam da burada belirtilen çerçevede bir çalışmaya yoğunlaşmak sorumluluğu durmaktadır. Şu an “Tamam” diyerek moral üstünlük kazanan kitleler ile buluşabilmeli ve seçimlerin gerçek yüzünü teşhir ederek işçi ve emekçi kitlelerin devrimci bir program etrafında bütünleşmelerini sağlamalıyız. Gündelik çalışmada “Sermayenin diktatörüne de diktatörlüğüne de hayır!” demeye imkan sunan birçok olay ile karşılaşıyoruz. Önemli olan gündelik yaşamda karşılaştığımız bu olguları doğru bir dil ve tarzla ve buna uygun araçlarla işçi-emekçi kitlelere anlatmayı başarmaktır.

Bu konuda tarihsel deneyimlere de bakarak bir hat çıkarmalıyız. 2011’de yaşanan Tunus ve Mısır deneyimleri bu açıdan oldukça anlamlı dersler içermektedir. On yılardır koyu diktatörlükler altında ezilen Tunus ve Mısır halkları ayaklanma yoluna gidip “Tamam” diyerek “diktatörlerin devrilmesini” sağladılar. Ancak bir diktatörün devrilmesi diktatörlük sisteminin değiştiği anlamına gelmemektedir.

Kıblesi sandık olanın sonu yıkım olur

Burada karşımıza bir kez daha “düzen ve devrim”, “reform ya da devrim” ikilemi çıkmaktadır. Düzen ve reform tercihi tamamen burjuva düzen aygıtlarının sil baştan yeniden kurumsallaşmasıdır. Komünist işçi partisinin seçim açıklamasında düzen cephesinin yaklaşan seçimler üzerinden bir kez daha kapitalist düzenin restorasyonu temasını öne çıkardığı belirtiliyor ve şunlar söyleniyor: “Dinci-faşist iktidar bunu sürmekte olan baskı ve zorbalığın dozunu iyice arttırarak yapacaktır. Düzen muhalefeti ise aynı şeyi, ‘normalleşmeye geçiş’, ‘demokrasinin onarımı’, ‘adaletin yeniden tesisi’ vb. aldatıcı söylemlerin gürültüsüyle örtmeye çalışarak yapacaktır.”*

Unutmayalım ki sandıktan çıkan sonuç ne olursa olsun sermayenin diktatörlüğü değişmeyecek ve insanın başka bir insan tarafından sömürüsü devam edecektir. Bunun bilincinde olarak bu dönemde yapılması gereken, yarının sert mücadele günlerine daha sıkı hazırlanmaktır. Sandıkta “Tamam” hayaline kapılmaya itilen işçi ve emekçileri, “Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim” cephesinde örgütleyebilmektir. Kaybettiğimiz demokratik hak ve özgürlüklerimizi de ancak bu sayede süreklileşen ve her geçen gün gelişen bir sınıf hareketi ve mücadelesi ile kazanabiliriz.

16 yıldır burjuva devlet aygıtının tüm kurumlarını ele geçirmiş iktidardan halkın “Tamam” demesiyle gitmesini beklemek zaten ham hayalden başka bir şey olamaz. Sessiz sedasız bir gidiş ancak emperyalist kapitalist efendilerin Tayyip Erdoğan ve şürekasını ehlileştirme çabasının bir ürünü olabilir. Ya da kitlelerin tepkisinin sosyal patlama şeklinde dışa vurumu ile gerçekleşebilir. Ancak bu ikinci varsayımın gerçekleşmesini sağlayacak bir tablo ile şu an için karşı karşıya olduğumuzu söyleyemeyiz. Yeni bir kitle hareketi seçimler sonrasında kitlelere faturası ödetilmesi planlanan ekonomik ve mali krizin basıncıyla gelişebilir. Gelecek günlerin bu açıdan fazlası ile hareketli geçeceğini bugünden kestirmek zor olmasa gerek.

Çünkü “İnsanlık yeni bir bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemine girmiş bulunmaktadır. Bunalımlar ve savaşlar halen günümüz dünyasına damgasını vuran yakıcı olgulardır. Birbirine sıkı sıkıya bağlı bu iki olgusal gerçek, yeni bir devrimler döneminin de dolaysız bir habercisidir. Dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin kapitalist bunalımların ve emperyalist savaşların büyük yıkım ve acılarına yanıtı bir kez daha devrimler olacaktır. Dünyanın dört bir yanında ve elbette Türkiye’de de...”**

T. Sidar

* 24 Haziran seçimleri üzerine, Mayıs 2018, www. tkip.org

** TKİP III. Kongresi Bildirisi, Kasım 2009.