Ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini sermaye gruplarına peşkeş çeken AKP’nin yağma hedeflerinden biriydi Kaz Dağları. Kanada merkezli Alamos Gold şirketine peşkeş çekilen ve altın çıkarmak için siyanürle doğanın talan edileceği proje kapsamında bölgede 350 bin ağaç katledildi. O süreçte ses getiren bir direniş yaşandı. Doğa talanına karşı gelişen Vicdan ve Su Nöbeti sayesinde Bakanlık geri adım atmak zorunda kaldı.
Geçtiğimiz günlerde DW Türkçe, şirketin Türkiye iştiraki olan Doğu Biga Madencilik’in Genel Müdürü Ahmet Şentürk’le yapılan röportajın bir videosunu yayınladı. Şentürk’ün kin, nefret ve para hırsının egemen olduğu açıklamalarının satır aralarında hem Bakanlık ile şirket arasındaki kirli pazarlıklar ortalığa saçılıyor, hem de arkasını AKP’ye dayamanın verdiği riyakarlıkla çalım atan ve direnişçileri tehdit eden bu zatın temsil ettiği zihniyet bir kez daha tescilleniyor.
“Öyle Kaz Dağları falan demeyelim…”
Video röportajda Türkiye’deki maden yataklarının zenginliklerini sıralayarak başlayan Şentürk, yeraltı kaynaklarının devletin himayesinde olduğunu, bu alanların millet varlığı olduğunu ifade ediyor. Bu ifadeleri kullanmasının sebebi çok geçmeden anlaşıyor: “Mesele hukuk devleti olmaktır. Adam, getiriyor yatırımını bu ülkeye emanet ediyor, buranın hukuk sitemine emanet ediyor.”
“Kaz dağları” ismini kullanmaktan imtina eden Şentürk, “Öyle kaz dağları falan demeyelim. Biga diyelim” diyerek işi pişkinliğe vuruyor. Temsilciliğini yaptığı sermaye grubunun Kaz Dağları’na bakışını ise altın hesapları ile ortaya koyuyor. Gelen soru üzerine projeler sonucu kaç ton altın üreteceklerinin hesabını ağzından salyaları akarak anlatan Şentürk, Türkiye’nin toplam altın üretimini %20 ila 25 artırma kapasitelerinin olduğunu ifade ediyor. Bu hesaplarla sorunun çözüleceğini sanan bu zat, asıl dertlerinin ne olduğunu da anlatmış oluyor.
“Biz ticari bir kuruluşuz”
Kendisine projelerde Türkiye’nin payının ne olacağı yönünde gelen soruları ise alicengiz oyunları yaparak cevaplamaya çalışan Şentürk, “Altın tamamı Türkiye’de kalacak. Yurt dışına gitmesi söz konusu mu?” dedikten sonra ağzındaki baklayı çıkarıyor: “Birinci alım önceliği Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın.” Şentürk elbette altının ülkede kalması ile onun devlet eliyle satın alınması arasındaki farkı bilmiyor değil. Ancak bunu doğrudan ifade etmemeyi tercih ediyor. Kendisine yöneltilen “Yani satın alacak” sorusundan kaçamayan Şentürk’ün verdiği cevap çok kısa ve bir o kadar da net: “Biz ticari bir kuruluşuz.” Böylece öncesinde yapılan altın ton hesaplarının ve ülkenin altın üretimine yapılan katkılar gibi boş lafların hiçbir anlamının olmadığı görülüyor. Şentürk’ün yaptığı tüm hesaplar ticari bir kuruluşun hesaplarıdır ve iddia ettiği gibi ülke ekonomisine ve gelişimine katkıyla bir ilgisi yoktur.
Türkiye’nin bu projelerden kârını, şirketin giderlerinin totalde %35’ini Türkiye’den karşılayacaklarını ifade ederek dengelemeye çalışan Şentürk, verilen vergileri uzun uzadıya sayıyor. Kendilerine %25’lik bir kâr marjı kaldığını ifade ederek, “Ben size soruyor muyum kârınızı ne yapıyorsunuz?” diye de küstahça bir karşılık veriyor.
Özgüvenin ardında gizli pazarlıklar yatıyor
Büyük bir özgüvenle konuşan Şentürk’ün samimiyetsizliği ve çiğliği, verdiği küstah cevaplar ve kâr mantığı odaklı konuşmaları ile ortaya çıkıyor. Şentürk’ün şişirilmiş bu özgüvenin arkasında yatanın sınırsız devlet desteği olduğu aşikâr. Devlet otoritelerinden izinlerin alındığını ve 60 yıllık ruhsatlarının olduğunu ifade eden Şentürk, mevduata uygunlukları konusunda hiçbir şüphe olmadığını iddia ediyor. Onar yıllık ruhsat dönemleri olduğunu ve 10 yıl sonunda yapılan incelemeler ile bir sorun görülmediği takdirde bir 10 yıl daha uzatıldığını anlatan Şentürk, en fazla 6 defa uzatılan bu ruhsatı her seferinde alacaklarından fazlasıyla emin. 60 yıllık ruhsatlarının var olduğunu koltukları kabararak ve altını çizerek ifade ediyor. Ne var ki, hukuk devleti diye ağızdan düşürmediği güvencesinin mevzuatlarında 60 yıllık ruhsat gibi bir hak söz konusu değil. Şentürk’ün konuşmasından, kapalı kapılar arkasında kendilerine ruhsatlarının 6 defa uzatılacağının teminatının önden verilmiş olduğu açıkça görülmektedir.
Bir diğer kirli pazarlık konusu da Bakanlık onayıdır. Enerji Bakanlığından bir onay beklendiğini belirten Şentürk bu onayın gecikmesinin sebebinin ise “Bakanlığın sosyal olaylara ilişkin hassasiyeti” olduğunu ifade ediyor. Bakanlığın kendilerine konuyu yeterince anlatamadıkları için bunların olduğunu belirttiklerini aktaran Şentürk, onayın gelmemesi durumunda ne yapacakları, tazminat alıp almayacakları üzerine bir soruya, “Gündemimizde olan şeyler değil. Hakkımız teslim edilecektir. Bu onay verilecek” diyerek, aldıkları teminatın sadece ruhsatla sınırlı kalmadığını gösteriyor. Proje güzellemeleri ile devam eden konuşmasında Bakanlığın siyasi bir makam olduğunu ve sosyal duyarlılığı olan yerler olduğunu belirterek “Biz sabırla bekliyoruz” diyor. İleri gittiğini düşünmüş olmalı ki, peşinden “Hukuk yolu açık!” diye ekliyor.
“Siyanür sadece bir kimyasal bileşik”
Gözünü para bürümüş bir burjuvanın konuşmaları olarak kayda geçen bu röportajın bir diğer önemli ayrıntısı da bu zatın doğa katliamına yaklaşımıdır. Kaz dağlarının dronla çekilmiş ve ağaç katliamını belgeleyen fotoğraflarına ilişkin görüşlerini, “Ben maden profesyoneliyim. Ben baktığımda adamlar inşaata başlamış dedim. Benim için normal, öyle” sözleriyle aktarıyor. Fotoğrafların yayınlanmasının ardından çalışmaları durduklarını ve fotoğrafları izah ettiklerini ifade eden Şentürk, “İzah ettikçe insanlar anlıyor” iddiasında bulunuyor.
Şentürk, siyanür kullanacaklarını da gayet açık ve net ifade ediyor: “Siyanürle bu işleniyor. Bunu elde etmenizin yolu siyanür” diyor. Ardından çocukların bile güleceği pişkince izahlara girişiyor: “Bir ülke düşünün bir kimyasal bileşikle bu kadar problem yaşanır mı? Siyanür dediğiniz bir kimyasal bileşik. Evet içtiniz mi bunu öldürür adamı. Ama içtiğiniz zaman her gün evinizde kullandığınız çamaşır suyu da öldürür.” Devamında, evsel çamaşır suyuyla eşitlediği siyanürü yeraltı sularına karıştırmak için kullanmayacaklarını iddia ediyor.
Şentürk, korkuyor!
Şentürk’ün yayınlanan röportajının son kısmında ise adını anmaktan imtina ettiği Kaz Dağları için verilen mücadeleden ne denli korktuğu yansıyor. Küçümseyerek, abartılı beden dili kullanarak ve yer yer yüzünü ekşiterek konuşan Şentürk, ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın mücadelenin güçlü tesiri ile geri adım atmış olmanın hezimetini yaşadığını gizleyemiyor. Kendince iyi bir röportaj vermenin huzuru ile tüm şişirilmiş özgüveni, riyakarlığı ve küstahlığı ile yaptığı konuşmasının sonunda, “Bizim madenimiz 30 milyon yıl bekledi, 30 yıldır bekliyoruz madeni açmak için. Üç-beş ay daha bekleriz sorun değil” sözlerini sarf ediyor. Yalnız, röportajı boyunca kameraya bir kez dahi gözü kaymayan bu zat nedense bu üstü örtük tehdidini savururken suratındaki kurnaz sırıtışla kameraya iki defa gözünü kaydırmaktan kendisini alamıyor. Açık ki, böbürlendiği “profesyonel” kimliği onu her ne kadar frenlese de tehdidi kitlelerin gözlerinin içine baka baka iletme aymazlığından aldığı hazzı bastıramıyor.
Her ne kadar utanmaz ve küstah açıklamaları, doğa katliamı karşısındaki vurdumduymazlığı, direnişçileri tehdit ederken yaşadığı haz vb. Şentürk’e ait olsa da o, sözcülüğünü yaptığı sermaye grubunun ve onun gibilerinin karakterize olmuş biçimi ile karşımızdadır. Buradaki asıl mesele, Şentürk’ün kendisi değil, temsil ettiği zihniyettir. Şentürk, bu zihniyete tutulan “profesyonel” bir aynadır.