Bundan 37 yıl önce, 8 Ekim 1978'de Ankara'nın Bahçelievler semtinde gerçekleştirilen ve ilerici-devrimci öğrencileri hedef alan vahşi katliam, sermaye devletinin karanlık ve kirli icraatlarından birisi olarak tarihe geçti.
'78 Ekim'inde bizzat devletin besleyip yönlendirdiği kontra-faşist çeteler tarafından 7 TİP'li öğrenci Ankara'nın göbeğinde alçakça katledildi. Katliamın hedefinde gelişen devrimci gençlik hareketi yer alıyordu. Gün be gün gelişen öğrenci hareketini bastırmak, öne atılan kitlelere gözdağı vermek için devreye sokulan katliamda ODTÜ Elektrik bölümü öğrencisi Serdar Alten, Ankara Devlet Mimarlık Akademisi öğrencisi Hürcan Gürses, Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi Gazetecilik Bölümü öğrencisi Efraim Ezgin, Hacettepe Üniversitesi İstatistik bölümü öğrencisi Latif Can ve Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü öğrencisi Osman Nuri Uzunlar ve daha sonra eve gelen Faruk Erzan ve Salih Gevence faşistler tarafından katledildi. Serdar Alten, Hürcan Gürses, Efraim Ezgin, Latif Can ve Osman Nuri Uzunlar bulundukları evde, Faruk Erzan ve Salih Gevence ise Eskişehir yolunda kurşuna dizilerek katledildiler.
Katliamın kontracı tetikçileri ise hayli tanıdık. Devlet-mafya-polis işbirliğinin ortaya saçıldığı Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı, geçtiğimiz yıllarda MHP Genel Başkanlığı'na adaylığını koyan İbrahim Çiftçi, 7 kez idam cezasına çarptırılan, firar eden ve 2004 tahliye edilen Haluk Kırcı, Osman Engin ve ötekiler...
2004'te tahliye olan Haluk Kırcı ise firarda iken Erzurum’da evlendi ve nikah şahitliğini dönemin Erzurum Valisi Mehmet Ağar yaptı. Bu eli kanlı katil, Abdullah Çatlı’nın olaydaki sorumluluğunu ise şöyle ifade ediyordu:
“Kapı açılır açılmaz içeri girdik, hepsini yere yatırdık. Ne yapacağımız konusunda talimat almak için Abdullah’a (Çatlı) birini gönderdik. Abdullah eter ve pamuk verip, “Hepsini teker teker bayıltıp öldürelim” demiş. Dışarı çıkıp arabada bekleyen Abdullah’la konuştum. ‘Evde öldürmek zor olacak, ikişer ikişer götürüp öldürelim’ dedim, ‘olur’ dedi. İki kişiyi büyük reis’in arabasına bindirip Eskişehir yoluna götürdük. Müsait bir yer bulup ikisini de yere yatırıp üçer el kafalarına ateş ettik. Geri döndük. Böyle zor olacağını anlayınca Abdullah, ‘tek tek boğalım bunları’ dedi. Bir tanesini zorla boğdum, diğer dördünü bu şekilde öldürmek de zor olacaktı. Arkadaşları gönderdim. Sonra da sedirin üzerinde bulunan dört kişiye yakın mesafeden ateş ederek mermilerin hepsini boşalttım. Silahı da götürüp Abdullah’a verdim.”
Evet, katliamcılık bu devletin mayasında var. 1 Mayıs 1977, Çorum, Maraş, Sivas, Gazi, Ulucanlar, 19 Aralık, Roboski ve daha niceleri... Sermaye devleti bugün hala Kürdistan'ın dört bir yanında vahşi katliamların altına imza atıyor.
Ama ne kadar çırpınırsa çırpınsın nafile. Yaptığı her katliamın, döktüğü her damla kanın hesabını vermekten kurtulamayacak. İşçi sınıfı ve emekçilerin büyüyen öfkesi, kitlelerin devrimci isyanının görkemli ateşi elbet onları da vuracak.