2. yılında Suruç Katliamı

Sermaye devletinin katliamcı kimliği ve geleneği ise Suruç’tan ve Ankara’dan çok daha öncesine dayanıyor. Daha Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında Mustafa Suphi ve yoldaşlarını katlederek başlayan katliamcı geleneği ‘38’de Dersim’de, 1960’larda gelişen işçi ve emekçi direnişlerinde, sonraki yıllarda yüzlerce devrimciyi katlederek, Maraş, Çorum, Sivas’ta, Ulucanlar’da, 19 Aralık’ta sürdürdü. Bugün Kürt illerinde yaşanan katliamlar da bu geleneğin hiç değişmediğini gösteriyor, değişen yalnızca araçları.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 20 Temmuz 2017
  • 06:55

Bundan tam 2 yıl önce, Kobanê’nin yeniden inşa çalışmalarına katılmak üzere Kobanê sınırında yer alan Urfa’nın Suruç ilçesine giden Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyesi gençlerin konakladığı ilçede bulunan Amara Kültür Merkezi bahçesinde yapılan basın açıklaması sırasında, IŞİD çetesinin Türk sermaye devletinin desteği ile yaptığı bombalı saldırıyla bir katliam yaşandı. 33 kişi saldırıda yaşamını yitirirken çok sayıda kişi de yaralandı, sakat kaldı. Suruç Katliamı’nın hemen ardından ise sermaye devleti “terör demagojisi” eşliğinde, cihatçı çetelere hiç dokunmadan, devrimci-ilerici ve muhalif onlarca kuruma operasyonlar düzenledi. Bir haftada 3 bine yakın kişiyi gözaltına aldı. Bu saldırının arkasında ise katliam(lar)da kendi rolünü gizleme isteği yatıyordu. MİT TIR’ları ile, Ortadoğu’yu kana bulayan çetelere tonlarca silah ve mühimmat yardımı yapan, bu çetelerle işbirliği içinde olan Türk sermaye devleti, operasyon, gözaltı ve tutuklama terörü ile katliamların karşısında durulmasını ve katliamda kendi payının anlatılmasını engellemeye çalışıyordu. Ancak bütün çabalarına rağmen Suruç’tan 10 Ekim Ankara Katliamı’na değin bu çetelerle ortaklaşa hareket ettiği her defasında kanıtlandı. Gerek saldırıyı gerçekleştirenlerin istihbarat teşkilatıyla olan ilişkilerinde, gerek çıkan belgelerde bu işbirliği her defasında gözler önüne serildi. Suruç’tan birkaç ay sonra ise Ankara’da yaşanan katliamda 109 kişi katledildi.

Sermaye devletinin katliamcı kimliği ve geleneği ise Suruç’tan ve Ankara’dan çok daha öncesine dayanıyor. Daha Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında Mustafa Suphi ve yoldaşlarını katlederek başlayan katliamcı geleneği ‘38’de Dersim’de, 1960’larda gelişen işçi ve emekçi direnişlerinde, sonraki yıllarda yüzlerce devrimciyi katlederek, Maraş, Çorum, Sivas’ta, Ulucanlar’da, 19 Aralık’ta sürdürdü. Bugün Kürt illerinde yaşanan katliamlar da bu geleneğin hiç değişmediğini gösteriyor, değişen yalnızca araçları. Belli dönemlerde emrindeki dinci-faşist çetelerle, belli dönemlerde de doğrudan kendi eliyle sürdürüyor katliamcılık geleneğini.

Katliamlardan yıllar sonra hazırlanan iddianameler ve yargılamalar ise son derece göstermelik yürüyor. İddianamelerde devletin katliamdaki rolüne hiç değinmeksizin sorumluluğu çetelerin tetikçilerine indirgeyen, hatta kimi zaman bu çetecileri dahi “suçsuz” çıkaracak ifadeler yer alıyor. Bir yandan da katledilenlerin aileleri ve yaralananlara, katliamın hesabını soranlara davalar açılıyor, gözaltı ve tutuklama terörü estiriliyor, “sokaklara çıkmayın, katliamlar hakkında yazıp çizmeyin” deniyor. Yani katliamların takipçisi olmak baskı ve devlet terörü ile karşılanıyor.

Bütün bu saldırılara rağmen katliamlara karşı ses yükselmeye devam ediyor. Suruç’tan sonra, Ankara’dan sonra hemen hemen her yerde yapılan protesto eylemleri bunu gösteriyor.

Nitekim yeni katliamların önüne geçmek ve katliamların hesabını sormak için bu sesi ‘anlık’ olmaktan çıkarmak, katliamlar karşısında oluşan duyarlılığı örgütlemek önemli bir yerde duruyor.