Ulucanlar: Bir direniş manifestosu
rüzgarın o çelik ıslığında
Yağmur düştü Ulucanlar’a
Bundan 15 yıl öncesinin 26 Eylülü’nde amansız bir fırtına kopmuştu Ankara’nın göbeğinde. Saat sabahın 03.00 sularıydı. Gece güne evrilirken amansız bir savaş başlıyordu. Dışarıda hareketlilik başlamıştı. Vahşet zulüm ve işkenceci ölüm mangaları kuşatıyordu kalın duvarlar, tel örgüler, demir parmaklıklarla kuşatılan, hapsedilen tutsakları. Ölüm kusan katiller hapishanedekilere sesleniyordu “teslim olun” anonslarıyla.
Gaz bombaları, köpüklü sular, kurşunlar, itfaiye kancalarıyla yapılan saldırıda tutsaklara kendilerini “devletin şefkatli kollarına” bırakmaları için çağrı yapılıyordu. Katletmeye gelenler “kararlıydılar”, lakin “katline ferman çıkarılanlar daha da kararlıydılar” operasyonun şefleri, “20’yi 30’u gözden çıkartın” diyordu. “Devlete karşı gelmek ne demekmiş gösterilecekti.” Sınırsız vahşet ve zulüm planlamışlardı. Hazırlıklı gelmişlerdi. Gece yüzünü güne dönmüştü.
Dışarda tüm bu hazırlık ve planlar yapılırken içerde barikatlar kurulmuş, düşman sloganlarla karşılanıyordu. Yüzyıllardan beri katliamların, zulmün, işkencelerin, idam sehpalarının karşısında yine o başeğmez tavrıyla duran direniş, bu kez Ulucanları içerden kuşatmış, yine meydan okuyordu, zulme, vahşete. Spartaküslerden, demirci Kawalardan, Bedreddinlerden, Pir Sultanlardan, yüzyıllar boyu kuşaktan kuşağa bir meşale gibi yolumuzu aydınlatan Paris komünarlarından Bolşeviklere, elden ele kızıl bayrak gibi devredilen, Denizlerin, Mahirlerin, İboların, Mazlumların kanlarıyla yazdıkları bir destan bir şiir misali tarihin derinliklerinden günümüze akıp gelen bir direniş geleneği Ulucanlar, yiğitlerinin elinde bir kez daha örse çekiç oluyordu. İşkence tezgahlarında teslim alınamayan komünist- devrimci tutsaklar hapishanede teslim alınmaya çalışılıyordu. Tarih boyunca defalarca yaşandığı gibi zulüm bir kez daha yenilgiyi tadacaktı direnişin karşısında. Diz çöken değil diz çöktüren direniş dün olduğu gibi bugün de. Gün dönüyordu. Bir yanda Kıbrıs çıkarmasındakinden daha büyük bir askeri güç, bir yanda taşın sopanın irade gücüyle silaha dönüştürüldüğü direniş mevzisi. O gün, gün boyu sürdü savaş, ’teslim olun’ tehditlerine karşı halaya duranlar saatlerce savundu zulmün karşısında dört duvarı. Akşama kadar giremedi zulüm Ulucanlara. Zulme karşı savunulan Ulucanların köhnemiş duvarları değil direniş kalesiydi. Gün akşama dönmüştü. Zulüm direnişin kalesinden 10 yiğit yoldaşımızı katletmişti. Direniş ise her birini bir yıldız gibi yolcu etmişti gökyüzüne ‘zafere on yıldız’. Onlarca devrimci tutsak ağır yaralıydı. Gün boyu süren vahşetle devrimci tutsaklar ağır işkencelerden geçmiş. İşkencehaneye çevrilen hamamda oluk oluk akıtılan kan göle çevrilmişti. Yedikleri insan eti, içtikleri kan olanların Hitlere rahmet okutan barbarlığı yaşanmıştı Ankara’nın göbeğinde.
Yaşanan katliamlar ve karşısında göndere çekilen direniş bayrağı her süreçte farklı ve kendine özgü koşullarda yaşanmıştır. Yetmişli seksenli doksanlı yıllar boyunca devrimci mücadelenin ve toplumsal hareketliliğin kimi zaman yükselen kimi zaman geri çekilen atmosferinde devrimci direniş de bir gelenek olarak devam ettirilmiştir. Kendinden öncekiler gibi Ulucanlar Direnişi’nin de gelecek kuşaklara aktarılması, kendi döneminin anlam ve önemi ile başeğmezliğin manifestosu olarak tarihteki yerini almış olması ve bir yanan meşale olarak geleceğe devredilmiş olmasıdır önemli olan.
90’lı yıllar boyunca ve Ulucanların yaşandığı süreçte Türkiye kapitalizmi kriz ile boğuşurken aynı kriz sokak hareketliliğini de gittikçe daha fazla tetikliyordu. Dönemin Başbakanı Ecevit “hapishanelere hakim olamadan dışarıyı yönetemeyiz” sözleriyle katliamın sinyalini veriyordu. İMF programlarının yolunu düzlemek için hapishanelerde devlet otoritesini tahsis etmek çabasına girişmişti hükümet. Her dönem olduğu gibi dışarda işçi sınıfını ve emekçi hareketini teslim alabilmenin yolu hapishanelerdeki devrimci öncülerin teslim alınmasından, olmuyorsa da kanlı katliamlara girişerek fiziki olarak yok etmekten geçiyordu. Böylece devletin gücü dosta düşmana gösterilecek hem de işçi emekçilerin yüreğine korku salacaklardı. Ulucanların bir diğer önemli yanı da devletin 19-22 aralık 2000’in provasını yapıyor olması idi. Zira Ulucanlar’dan bir yıl sonra adına “Hayata dönüş” denilen vahşet hemen tüm hapishanelerde gerçekleştirilen organize bir katliamdı.
Ulucanlar Katiamı’nın-Direnişinin üzerinden 15 yıl geçti. Yapılan bu vahşi katliam sorulacak hesaplar defterindeki yerini alırken, vahşete karşı devrimci tutsaklar tarafından yükseltilen görkemli direniş de kanla yazılan bir manifesto olarak onurlu yerini aldı tarihin kızıl sayfalarında. Bu topraklarda direniş geleneği kesintisiz sürmüş, kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Yüzyıllar öncesine dayanan direniş geleneği son 40-45 yıl için özellikle böyledir. Kesintiye uğramayan bu başeğmeme geleneği her dönemin devrimci militanlarının militanlaşmasında da önemli bir rol oynamıştır haliyle. Sistematik olarak yıllarca sürdürülen işkence ve katliamlar karşıtını da var etmiştir eşyanın tabiatına uygun olarak . Günümüz koşullarında ise devlet “demokratikleşme” masallarıyla kaba dayak-işkenceyi (devrimci hareketin günümüz koşullarındaki zayıflığı da etkendir burada kuşkusuz) dönemin ihtiyacı olarak eskisi kadar kullanmamaktadır. Diğer yandan işkence sokağa taşınmış, ulu orta meydanlarda herkese yani tüm topluma dönük yapılmaktadır. Sokak ortasında yargısız infazlar ve işkenceler Gezi(Haziran) Direnişi’nde ayyuka çıkmıştır.
Devletin sistematik olarak uyguladığı işkencelerin bir sonucu da kadroların savaşın kızgınlığında kendini sınamasına yol açmasıydı. İşkenceden başeğmeyip çıkan kadrolar bilenmiş ve daha da kararlı devam ediyorlardı mücadeleye. Bugünkü tabloda hapishanelerde saldırının şekli değişmiştir. Özünde bugün hapishanelerdeki saldırılar kaba dayak, işkence vb. ötesinde daha inceltilmiş şekliyle karşımıza çıkmaktadır. Hedef geçmişte olduğu gibi bugün de devrimci kimliği teslim almak, diz çöktürmektir. Kaba dayak ve işkencenin yerine F Tipi hücreler, hücre içinde hücre cezaları, disiplin cezaları ile verilen, ziyaretçi haberleşme kısıtlamaları ile uygulanan, doğru bir ifade ile uygulanmaya çalışılan tecrit-tredman politikasıdır. Kuşkusuz bu saldırılarla F Tipleri ilk açıldığından beri direnişle karşılaşmış ve her türlü saldırıya rağmen devrimci tutsaklara boyun eğdirilememiştir.
2000’li yıllarda mücadele saflarına katılan genç kuşaklara devrimci direniş geleneğinin aktarılması, tarihsel-sınıfsal boyutu ile geçmişten günümüze yaratılan devrimci değerlerin bilince çıkarılması, devrimci mücadelenin geleceği açısından yakıcı bir ihtiyaçtır. Genel olarak toplumun genç kesimlerinde 12 Eylül 1980 tarihinin anlamı ve önemi sorulduğunda, onlar açısından birşey ifade etmeyişini hatırlattığımızda burada yakın tarihin önemine vurgu yapmış oluruz.
İçinden geçmekte olduğumuz tarihsel süreci kavrayarak, dün ile bugünün bağını kurarak inşa edebiliriz geleceği. Geçmişle gelecekle ve günümüzle kuracağımız bütünsel bağ, sadece devrimci direnişin tarihsel kökenleri açısından değil, sınıflar mücadelesinin bütünü açısından geçerlidir. Nihayetinde sınıflar mücadelesi tarihi geleceğe yürüdüğümüz bu yolda kutup yıldızımız ve pusulamızdır.
Bugün hücre tipi hapishanelerde sinsice planlanmış tüm saldırılara karşı sarsılmadan durabilmenin koşulu da bugünkü hapishanelerle burjuvazinin neyi hedeflediğini bilince çıkarabilmektir. Kuşkusuz bu ancak kendini marksist-leninist bir çizgide sınıflar mücadelesinin ihtiyaçları üzerinden var edebilmek ve gelişip güçlenebilmekle mümkündür. Tersi durumda ise burjuvazinin planlarını yaptığı çürüme ve çöküş kaçınılmazdır. Zindanlar cephesi dün olduğu gibi bugün de sınıflar mücadelesinin en sert ve çıplak alanıdır. Kuşkusuz bu mücadele hala sürüyor. 15. yılında Ulucanlar’da ölümsüzleşen yoldaşlarımızı saygı ile anıyor, devrimci anıları önünde saygı ile eğiliyoruz.
Yaşasın Ulucanlar direnişimiz!
Devrim şehitleri ölümsüzdür!
TKİP dava tutsağı Özgür Karagöl
Sincan 1 No’lu F Tipi Hapishanesi