PYD Şam yönetimiyle görüşmelere başladı

Kürt hareketi-Şam yönetimi yakınlaşması, Rusya’nın dönemsel politikalarıyla uyumlu görünüyor. Bu bağlamda Putin yönetiminin yakınlaşmayı cesaretlendirdiğini tahmin etmek güç değil. Bu koşullarda bazı pürüzler çıksa da, tarafların yakınlaşma eğilimini terk etmeleri olası görünmüyor. Zira, aksi durumda tarafları yıpratacak bir çatışmayı önlemek zor olacaktır.

  • Haber
  • |
  • Dünya
  • |
  • 02 Ağustos 2018
  • 18:36

PYD ile Suriye yönetimi arasında gerçekleşen yakınlaşma, resmi görüşmelerin başlamasıyla yeni bir aşamaya girdi. Şam’a heyet gönderen Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) siyasi kanadı Demokratik Suriye Meclisi (DSM), Suriye hükümeti yetkilileriyle görüştüklerini duyurdu.

Şam’a gidiş amaçlarının Suriye devletiyle siyasi ve askeri müzakereler yapmak olduğu mesajını veren DSM Eşbaşkanı İlham Ahmed, Reuters’e yaptığı açıklamada, “Rejimle iletişim kanallarının açık olması konusunda kararlıyız. Anayasa, siyasi süreç, bunlar rejim olmadan çözülmeyecek. Rejimin hiçbir yere gittiği yok. ABD’nin politikaları net değil” ifadelerini kullandı.

Kürt liderler tarafından yapılan açıklamalarda öncelikle Suriye Demokratik Güçleri’nin (QSD) kontrol ettiği bölgelere devlet memurlarının dönüşü, Rakka yakınındaki Tabka Barajı’nın onarımı gibi konuların müzakere edildiği, siyasi ve askeri konuların da masada olduğu belirtildi.

Suriye hükümetiyle yakınlaşmayı değerlendiren TEV-DEM Yönetim Kurulu Başkanı Eldar Halil ise, İdlib operasyonuna katılabileceklerini belirtti.  “Türkiye’nin Suriye topraklarından çıkarılması gerekir. Efrîn’in kurtuluşuna hizmet edecek bir yaklaşımla bizden İdlib için rol oynamamız istenirse buna hazırız” şeklinde konuşan Halil, tarafların çok yönlü işbirliğine hazırlandıkları sinyalini verdi.  

***

Bu gelişmenin Ankara’daki dikta rejim başta olmak üzere, siyonist İsrail ve Körfez şeyhlerini rahatsız edeceğini öngörmek güç değil. Süreci baltalamak için ellerinden geleni yapacakları ise açık. Bu yakınlaşmanın hem Esad yönetiminin hem Kürt hareketinin çıkarlarına hizmet edecek olması ise, baltalama girişimlerinin boşa düşme ihtimalini yükseltiyor.

Yakınlaşmanın devamını sabote edebilecek tek güç Rojava’da askeri üsler kuran emperyalist ABD rejimi olabilir. Konuyu değerlendiren PYD’nin eski eş başkanı ve TEV-DEM Dış İlişkiler Sorumlusu Salih Müslim, ABD’den izin almadıklarını ancak bilgilendirdiklerini belirtti. Kürt hareketinin silahlı kanadının omurgasını oluşturduğu QSD’nin ABD’ye rağmen böyle bir adım atması kolay değil. Dolayısıyla zımnen de olsa ABD’nin onayının alındığını tahmin etmek güç değil.

Bu gelişmenin kısa süre önce Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de gerçekleşen Putin-Trump görüşmesinde ele alındığı anlaşılıyor. Eğer süreç ABD tarafından baltalanmazsa, Amerikan askerlerinin Suriye’den çekilmesi gerektiğini savunan eğilimin Washington’da ağır bastığı anlaşılacak.

Kürt hareketi-Şam yönetimi yakınlaşması, Rusya’nın dönemsel politikalarıyla uyumlu görünüyor. Bu bağlamda Putin yönetiminin yakınlaşmayı cesaretlendirdiğini tahmin etmek güç değil. Bu koşullarda bazı pürüzler çıksa da, tarafların yakınlaşma eğilimini terk etmeleri olası görünmüyor. Zira, aksi  durumda tarafları yıpratacak bir çatışmayı önlemek zor olacaktır.

***

Dünyanın emperyalist jandarması ABD’nin ipiyle kuyuya inilemeyeceğinin Kürt hareketi tarafından idrak edilmesi, -bu sonucu yaratan sebeplerden bağımsız olarak-, olumlu bir gelişmedir. Bu gelişme hem ABD’nin Suriye’de kalmasının “meşru” zeminini ortadan kaldırıyor hem Rojava’nın yıkıcı bir savaş arenasına dönüşmesi riskini asgariye indiriyor. 

Bu gelişmenin bir diğer olumlu yönü, Kürt hareketini destekleme adı altında Suriye’yi parçalamak için hazırlık yapan siyonist İsrail’le Körfez şeyhlerinin heveslerini kursaklarında bırakacak olmasıdır. Zira bu güçlerin el attıkları alanların vahim bir akıbetten kurtulmaları olası değil.

***

Hem Kürt halkının kazanımlarını ortadan kaldırmak isteyen hem Suriye topraklarında gözü olan Ankara’daki dikta rejimin işi, bu yakınlaşma ile zorlaşacak. Yakınlaşma Kürt halkının kazanımları için belli bir güvence sağlayacağı gibi, azgın cihatçı çetelerin İdlib’den sökülüp atılmasını da kolaylaştıracaktır. Olaylar bu yönde gelişirse eğer, bir süre ayak direse bile Türk ordusu işgal ettiği bölgeleri terk etmek zorunda kalacaktır. 

Bu gerçekler ışığında değerlendirildiğinde bu yakınlaşmanın, Kürtlerle Araplar başta olmak üzere tüm bölge halkları açısından olumlu olacağını söylemek mümkündür.

Anlaşma, elbette sorunları çözen sihirli bir formül olmayacak. Fakat yine de suların mecrasını bulmasına, sürecin “olağan” bir hal almasına katkı sunacaktır. Bu ise esas mücadele için, yani sömürüye, eşitsizliğe, Ortaçağ artığı karanlık zihniyete, emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadelenin nesnel zeminini güçlendirecektir.