Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s ve IMF tarafından son günlerde yayınlanan bazı raporlarda, kapitalist küresel ekonomideki gelişmelere ilişkin dikkat çekici açıklamalar yer alıyor.
Moody’s tarafından, “2019-2020 Makro Ekonomik Görünüm Güncelleme Raporu” başlığıyla yayınlanan belgede, ABD ekonomisinin 2019 yılında %2,5, 2020 yılında ise %1,7 seviyesinde büyüme kaydedeceği tahmin ediliyor. Euro bölgesinde ise ekonomik büyümenin bu yıl %1,6, gelecek yıl ise %1,5 seviyelerine gerileyeceği belirtiliyor. Yanı sıra Avrupa’nın egemen emperyalist gücü Almanya’daki büyüme oranının 2019 yılı için %1,5, 2020 yılı içinse %1,3 seviyelerine gerileyeceği öngörülüyor.
Aynı raporda, Çin ekonomisindeki büyümenin en iyi ihtimalle %6,0 seviyelerinde gerçekleşeceğine işaret ediliyor. Çin ekonomisinin beklenenden daha sert yavaşlaması ihtimalinin ve bunun olası küresel yansımalarının, ABD-Çin arasındaki ticaret gerilimlerinin daha da artmasını tetikleyeceğine dikkat çekiliyor.
Benzer açıklamalar, IMF Başkanı Christine Lagarde tarafından bu yılın başında Portekiz’de yapılmıştı. Söz konusu açıklamasında Lagarde şunları söylemişti: “Küresel ekonomi, beklenenden daha hızlı bir şekilde daralmaktadır, ama henüz resesyon durumunda değiliz. Eğer küçülmenin önüne geçilemezse resesyon da dahil her şey olanaklar dahilinde olabilir. Küresel borç yükü, ticaret savaşları ve Çin ekonomisindeki daralma bu durumu yaratan etkenlerin başında gelmektedir.”
Küresel ekonomideki küçülmenin yaratacağı rizikolara da değinen Lagarde, Şubat ayında, Dubai’de yaptığı bir konuşmasında ise “hükümetleri olası bir fırtınaya karşı hazırlıklı olmaları” konusunda da uyarmıştı.
2008 yılında kapitalizmin kalelerinde patlak veren mali-finansal çöküş, dünyanın her yanında kapitalizmi büyük bir yıkımla yüz yüze getirdi. Krizin faturası, ardı arkası kesilmeyen sosyal saldırılar yoluyla emekçilere ödettirilmek istendi. Emperyalist dünya burjuvazisi akıl almaz zorbalıklar ve işgal savaşları yoluyla geçici bir süreliğine de olsa krizi yönetmekte bir başarı sağlamış görünüyordu. Oysa burjuvazinin krizden çıkış için uygulamaya koyduğu politikalar kaçınılmaz olarak krizleri yeniden ve daha ağır yıkıcı boyutlarda tetikleyecekti. Nitekim aradan henüz daha on yıl bile geçmeden yeniden ekonomide durağanlık ve krizler yaşanmaya başladı.
2017 yılında ekonomik büyüme %3’lere yaklaşarak, küresel kriz sonrasının zirvesini görmüştü. Ancak 2018 yılında, en başta AB ekonomisinde büyüme kademeli olarak azalmaya başladı ve yılın üçüncü çeyreğinde %1,7’ye kadar geriledi. Avrupa Birliği’nde Brexit, İtalya, göçmenler gibi sorunlar ekonomiyi olumsuz etkilemekteydi. Ayrıca, daha çok ihracata dayalı olarak büyümekte olan Avrupa Birliği ekonomisi, ABD tarafından Trump eliyle yükseltilen gümrük duvarları önlemlerinin bir sonucu olarak daralmaya başlamıştı.
Öte yandan bir dünya devi haline gelmiş olan Çin ekonomisindeki %6’lara ulaşan gerilemenin, küresel bir kimlik kazanmış olan kapitalist ekonomik işleyişe negatif anlamda etkilerinin olması kaçınılmazdır. ABD ekonomisinde yaşanan daralmalar ise şimdiden mali sermayenin kendisini var ettiği borsalarda ciddi sarsıntılar yaratmaya başlamış bulunuyor.
ABD, Çin ve Avrupa Birliği’nden (Almanya) sonra dünya ekonomisinin dördüncü ayağını Arjantin, Brezilya, Endonezya ve Güney Afrika gibi gelişmekte olan ekonomiler oluşturuyor. Bu alanda da ekonomik performanslara ilişkin, son haftalarda iyi haberlere çok sık rastlanmıyor. Bloomberg, analistlerin gelişmekte olan bu ülkelerin şirketlerinin kârlarına ilişkin beklentilerini Nisan ayındaki son hesaplamalara göre %6 oranında düşürdüklerini aktarıyor. Bu ülkelerin dolar cinsinden borçlarının, 2008 sonunda dünya ekonomisinin %9’undan, 2018 yılının başında %14’üne yükselmiş olması kaygı yaratıyor.
İnkar edilemeyecek kadar açık ve yalın olan bu gerçekler, burjuva ekonomistleri tarafından dile getiriliyor. Ama onlar tabloyu sadece ortaya çıkan sonuçları üzerinden yansıtarak, sorunların gerçek kaynağı olan kapitalizmi, onun işleyiş tarzını gizlemeyi ihmal etmiyorlar.
Kapitalizm bir bunalım ekonomisidir, durmaksızın kriz üretir
Kapitalizmin tarihi bir bunalımlar tarihidir. Çünkü onun işleyişi krizleri kaçınılmaz kılmakta ve sürekli hale getirmektedir. Kapitalizmde, olmayan pazarlara üretim yapıldığı için bir üretim anarşisi egemendir. Kapitalist krizlerin aşılması için başvurulan bütün yöntemler kaçınılmaz olarak bir sonraki krizin temellerini atmaya programlıdır.
Emperyalist dünya burjuvazisinin krizlerden kurtulmak için her zaman başvurduğu ilk adım, faturayı emekçilere kesmektir. Bir diğer deyimle sosyal saldırıları uygulamaya koymaktır. Bunun sonucu ise işsizlik, ücretlerin düşürülmesi, yoksulluk vb.dir. Emekçilerin alım gücünün büyük bir oranda yok edilmesi anlamına gelen bu uygulamalarla iç piyasadaki tüketici potansiyeli de yok edilmektedir. Bundan dolayıdır ki Avrupa’da günlük yapılan ticaret hacminde yüzde 30’lara ulaşan bir gerileme söz konusudur. Bu durum Avrupa kıtasında devasa boyutlara ulaşmış olan üretim fazlası problemini iyice büyütmektedir.
İç pazarlardaki bu daralma ve üretim fazlalığı, kaçınılmaz olarak kapitalist tekelleri yeni pazarlara yönelmeye zorlamaktadır. Emperyalistler arası çatışmayı körükleyen bu pazar mücadelesi, kaçınılmaz olarak silahlanmayı, emperyalist savaşları da beraberinde getirmektedir. Silahlanmaya ve savaşlara harcanan milyarlar ise tersinden kapitalizmin krizlerini körükleyen bir diğer etken olmaktadır.
Emperyalistler arası çatışmanın temel bir ayağını oluşturan ticaret savaşları, yeni dönemde kapitalist krizi körükleyen en önemli nedenlerden bir ötekidir. Yakın zamanda ABD emperyalizminin Çin’e ve Avrupa Birliği’ne karşı yaptığı hamleler, kapitalist tekeller ve onları temsil eden emperyalist devletler arası çatışmaları da körüklemektedir.
“Bu saldırganlığın da bir sonucu olarak emperyalist dünyadaki politik ve askeri gerilimler giderek sertleşmektedir. Silahlanma yarışı, saldırganlık, bölgesel müdahaleler ve savaşlar, bunun yıllardır süregelen göstergeleriydi. Küresel ekonomik krizin de ağır etkisi altında, bu çatışma iktisadi, mali ve ticari alanlarda da kızışmaktadır. Ambargo uygulamalarıyla da birleşen ve kapsamı genişleyen ticaret savaşları bunun güncel örneğidir.” (TKİP VI. Kongre Bildirgesi, tkip.org)
Sömürüye, baskıya ve yaratılan bütün zenginliklerin zorla gasp edilmesine dayanan kapitalizm, dün olduğu gibi bugün de kaçınılmaz olarak krizler ve talan savaşları üretmeye devam etmektedir. Ve her zaman olduğu gibi fatura yine emekçilere kesilmekte, bedel işçi sınıfı ve emekçi kitlelere ödettirilmek istenmektedir. Kapitalizmin kriz dönemleri emekçilere yönelik sosyal saldırıların çok daha yoğunlaştığı dönemlerdir. Buna bağlı olarak da emekçilerin yaşamı çok daha ağırlaşacaktır.
“Kapitalizmin ekonomik krizleri sistemin iflasının, tarihsel gelişmenin önünde bir engele dönüştüğünün bir itirafı ise eğer, devrimci partinin görevi, bu gerçeği her yol ve yöntemi kullanarak işçilerin ve emekçilerin bilincine yerleştirmek, kitleleri sistemin aşılması mücadelesine, toplumsal devrim mücadelesine çekmek olmalıdır.” (TKİP VI. Kongre Bildirgesi, tkip.org)