Hamburg, geçtiğimiz hafta, G20 zirvesi adı altında bir araya gelen kapitalist dünyanın baş suçlularını protesto etmek için günlerce süren kitlesel eylemlere sahne oldu. Trump’tan Putin’e, Xi Jinping’den Merkel’e, Macron’dan Suud kralı ve Erdoğan’a kadar uzanan listede; savaş suçuna bulaşmış, ellerinde “kendi” halkları da dahil dünya halklarının kanı bulunan, yoksulluk ve açlığın, zoraki göçün ve doğa yıkımının sorumluları vardı.
Asalaklar takımı, zirvede işçi sınıfı ve emekçilerin ürettiği zenginliklerin paylaşımı konusunda adeta birbirlerinin boğazına sarıldılar. Kapalı kapılar arkasında kıyasıya dalaştılar. Gümrüklerin yükseltilmesi tehditlerini “gerekirse silaha sarılırız” tehdidiyle karşıladılar. İşçi ve emekçi halk hareketine, kitlelerin ekonomik, demokratik ve politik örgütlerine karşı birleşmenin dışında hiçbir konuda mutabakata varamadılar. İşçi ve emekçi halk hareketlerine karşı kararlı bir savaş yürütme vurgusunun yanında suya sabuna dokunmayan harcıalem açıklamayla kanlı buluşmalarını noktaladılar. Sonuç bildirisi “G20 liderleri terörle daha etkili mücadeleye dönük yeni adımlar belirledi. Ancak liderler iklim ve ticaret konularında henüz uzlaşma sağlayamadı” ifadeleriyle basında yer aldı.
Suçlular sürüsünün zirvesinden geriye, süren kanlı rekabet savaşlarının asıl olarak büyük emperyalist merkezler arasında ticaret-gümrük savaşları biçimi altında öne çıkarak, çok daha tehlikeli bir aşamaya taşınmasının resmen teyit edilmesi kaldı.
Hamburg, bir yandan kapalı kapılar arkasında kapitalist tekellerin temsilcisi devletlerin kanlı çekişmesine, diğer yandan da asıl olarak söyleyecek sözü, protesto etmek ve savaşmak için haklı gerekçeleri olanların eylemlerine sahne oldu. Sokak ve şato Hamburg’da karşı karşıya geldi. Polis kalkanları, panzer ve helikopterlerinin gölgesine sığınan asalaklar sürüsü, devlet erkine sahip olmanın avantajını sonuna kadar kulandılar. Protesto eylemcilerine konaklama ve hatta Almanya’ya ve kente girme hakkı vermediler. Kenti polis ablukasına aldılar. Daha zirve öncesinden 28 helikopter, 185 polis köpeği, 40 TOMA ve yaklaşık 3 bin polis aracının yanı sıra 20 binden fazla polisi görevlendirdiler. Hamburg’daki Enterwerder Parkı’nda 2 Temmuz akşamı çadır kuran 600 eylemciye karşı biber gazı kullanarak saldırının startını verdiler. Daha sonra Hamburg’daki bir mahkeme, parkta sadece 300 çadırın kurulmasına izin veren gülünç bir karar aldı.
Polis devletinin bu fütursuz saldırısı futbol kulübünü bile çileden çıkardı. Hamburg’un futbol kulüplerinden St. Pauli “absürt kamp yasaklarına” karşı stadyumunu G20 protestocularına açma kararı alarak, dayanışmanın iyi bir örneğini ortaya koydu. Polis panzerlerine teslim olmayan kent, asalaklar sürüsüne karşı safını seçti.
Devlet terörüyle sonuç alamayanlar engizisyon mahkemelerini devreye sokuyorlar
Yasak ve devlet terörüne rağmen eylemciler, sokakta yatma pahasına da olsa sokakları terk etmediler. Ortaya çıkan irade ve karalılık kapitalist tekellerin devletini çıldırtmaya yetti. Yasaklarla, her üç-dört eylemciye karşı görevlendirdiği tepeden tırnağa kadar silahlı polisle sonuç alamayan tekellerin devleti karalama kampanyasının eşliğinde cadı avı başlattı.
“Almanya’da son yıllardaki gösterilerde bu boyutta bir şiddet yaşamadık” diyen Cumhurbaşkanı Steinmeier, eylemcilere “en ağır cezaların verilmesini” isterken, İçişleri Bakanı De Maiziere de, “Gösterici değil, suç örgütü üyesiydiler” diyerek, protesto eylemlerini karalayıp mahkemeleri göreve çağırdı.
Hamburg’un Sosyal Demokrat Belediye Başkanı Olaf Scholz saldırganlıkta daha da ileri gitti. Bazı solcu milletvekillerinin polis şiddetine karşı otonom gruplar ile dayanışmada bulunmalarına göndermede bulunarak, “cezai eylemlere karışanlar ile aralarına mesafe koymayanlar da” sorumludur diye buyurdu.
Durumu ganimet bilen polis teşkilatı, “muhbir vatandaş” kampanyası başlatarak, resmi internet sitesinden yaptığı duyuruda, vatandaşlardan sokaklarda çektikleri video ve fotoğrafları göndermelerini istedi. Devletli zevatın ortaya koyduğu bu telaşın nedenini Bild gazetesine konuşan, gösteriler karşısında şaşkına döndüklerini belirten, “Bu derece bir nefret ve şiddetle ilk kez karşılaşıyoruz” diyen polis sözcüsü Zill’in itirafı açıklıyordu.
Rüzgar ekenler fırtına biçerler, toplumsal mücadeleler tarihinin şaşmaz kuralıdır bu.
Ve reformizmin sefaleti
Hamburg’da, belli sınırlar içerisinde de olsa kapitalist dünyanın iki gücünün karşı karşıya geldiğini söyleyebiliriz. Günlerce polis terörüne karşı direnen hareketin en zayıf yanı ise ortak bir program ve örgütten yoksun olmasıydı. Hareketin bu temel zaafı her adımda görülüyordu. Muazzam bir devrimci birikimi bağrında taşıyan kitlesel hareket ortak bir çekim merkezinden yoksun olmanın acısını yaşadı. Yer yer kaçınılmaz olarak ortaya çıkan kimi tepkisel eylemler burjuvazi ve onun medyası tarafından eylemcilere karşı arsızca kullanıldı. Reformistlerin verdiği destekten de güç alan katiller sürüsü bu durumu kendi suçlarını gizlemek için kullanmaya çalıştılar.
Oysa görgü tanıklarının ve videoların da ortaya koyduğu gibi eylemcileri provoke eden polis ve onlar tarafından ileri sürülen neo-Nazi çeteleriydi. Yürüyen insanların elinden pankartlarını çekip alırsanız marifetinizle biriktirdiğiniz öfkenin patlamasına da katlanacaksınız. Bir devrimcinin sorun yapması gereken, bu öfkenin kontrolsüz bir şekilde patlayarak heba olmasıdır. Bir reformist ise, kapitalist barbarlığın biriktirdiği öfkenin polis provokasyonuyla patlamasından hareketle eylemcileri suçlayarak, değiştirmeyi göze alamadığı kapitalist özel mülkiyetin zarar görmesini dert edinir, zarar-ziyan bilançosu yaparak eylemcileri suçlar.
G20 protestolarının organizatörlerinden Andreas Blechschmidt, NDR televizyonuna yaptığı açıklamada, eylemlerin hedefinin saptırıldığını ve bunu “doğru bulmadığını” buyurduktan sonra, “Protestoların asıl amacı dünyadaki açlık ve savaşlardan G20 liderlerinin sorumlu olduğunu göstermekti. Süpermarketleri ya da insanların otomobillerini ateşe vermek değil” diyor. Ortada, devletin yaptığı açıklamaların dışında, sol basında yazılan, sosyal medyada dolaşıma sokulan, polis provokasyonlarını belgeleyen sayısız videoya ve görgü tanıklarının açıklamalarına rağbet etmeyen bu bay, Associated Press’in haberine baksa bile söylediğinin tutar yanının olmadığını görürdü. Associated Press geçtiği bir haberde “Schanzenviertel’deki bir süpermarket ve çevredeki dükkanlar yaklaşık 500 kişi tarafından yağmalandı” diyor. 100.000 kişinin katıldığı, örgütsüzlüğün eylemin her adımında belli olduğu bir eylemde bunu sorun etmek, ancak reformizmin bataklığında boğulan sefillere nasip olurdu. Eğer eylem açık bir program ve örgütlülüğe sahip olsaydı her şeyden önce bu tarz zavallılar eylemin organizatörü olarak boy gösteremezdi.
“Hamburg ilçelerindeki insanlar, geçen hafta sonu arabalarının yakılmalarını çaresizce izlemek zorunda kaldılar” girizgahıyla başlayan bir açıklama yapan MLPD ise “MLPD, olanlardan etkilenenler ile dayanışma içinde” dedikten sonra, uğradıkları zararların sigortalar tarafından karşılanıp karşılanmayacağının da belirsiz olduğunu söyleyerek üzüntülerini bildirdi.
Hamburg şehir merkezindeki dükkanların çıkan şiddet olayları nedeniyle daha erken kapanmasından dolayı ciro kaybının yaklaşık 15 milyon euro olacağını söyleyen Şehir Menajeri Brigitte Engler’le sosyal reformistleri ortak bir üzüntüde buluşturan bu utancın kaynağı acep ne ola?!
Hamburg’da, finans-kapitalin temsilcilerinin işçi ve emekçi halk hareketlerine karşı ortaya koyduğu birliğine karşı işçiler, gençler, kadın ve çevre hareketi aktivistleri güçlü bir yanıt verdiler. Şimdi sıra bu birliği, ileriye doğru devrimci bir program temelinde örgütlülüğe taşımaktır.