Enerji kaynaklarının sömürüsü konusunda emperyalistler arasında süregelen anlaşmazlık, Kıbrıs kıyılarında derinleşmeye devam ediyor. Bir Türk gemisi, adanın 60 kilometre batısında doğalgaz için keşif sondajına başladı. Bu adım karşısında Avrupa Birliği ve ABD tarafından Ankara’ya sert uyarılar yapıldı. Güney Kıbrıs hükümeti gemi mürettebatını tutuklama kararı çıkardı. Türkiye ise araştırma gemisi Oruç Reis’in, keşfe devam edeceğini açıkladı.
AB açıklamasında, “Türkiye’nin yasadışı keşiflerine gereken cevap verilecektir” denilirken, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından, “Derinden endişelendik, keşif hareketi oldukça kışkırtıcı ve bölgedeki gerginliği arttırma riski taşıyor” açıklaması yapıldı.
Doğu Akdeniz havzasında, Suriye kıyılarından Sicilya Adası ve Tunus’un doğusuna kadar uzanan 750 kilometrelik geniş bir alanda, 2000’li yılların başlarından itibaren gerçekleştirilen araştırmalar sonucunda büyük miktarda petrol ve doğalgaz yatakları keşfedilmişti. Bu nedenle küresel güçler ve çokuluslu enerji şirketleri dikkatlerini bu bölgeye yoğunlaştırmış bulunuyorlar.
2009-2010 yıllarında İsrail açıklarında keşfedilen Tamar ve Levant sahaları ile 2012 yılında keşfedilen ve Güney Kıbrıs’ın hak iddia ettiği Afrodit sahası, Doğu Akdeniz havzasını doğalgaz ve petrol açısından son derece önemli bir konuma taşıdı.
Ortadoğu’yu savaş alanına çeviren emperyalist güçler, oluşan denklemde bölge ülkelerinin elinin zayıflamasına neden olmakla kalmıyor, denklem dışına düşmelerine bile neden olabiliyorlar. ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi verilerine göre, Doğu Akdeniz’in Levant adı verilen ve Suriye kıyılarını da içinde barındıran bölgesinde yaklaşık 3,5 trilyon metreküp doğalgaz ve 1,7 milyar varil civarında petrol rezervi bulunmasına rağmen, Suriye dahil bölgedeki çoğu ülkenin bu kaynaklardan mahrum bırakılması için her yol deneniyor.
ABD ve Rusya bölgedeki nüfuz alanları üzerinden bu pastadan en büyük payı alabilmek için kıyasıya bir emperyalist çekişme içindeler. Gelişmeleri başından beri yakından takip eden Avrupa Birliği de onlardan aşağı kalmıyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel, 9 Mayıs’ta Romanya’nın Sibiu kentinde düzenlenen AB liderler zirvesi sonrası yaptığı açıklamada, Rum lider Anastasiadis’in kendilerinden Türkiye’ye karşı Kıbrıs’ın çıkarlarını savunmasını istediğini, kendilerinin de bunu yapacağını belirtti. Böylece AB emperyalistlerinin de aktif bir taraf olarak sahada bulunduklarını ilan etmiş oldu. Nitekim çokuluslu enerji tekelleri Total, BP, ENI üzerinden Fransa, İngiltere ve İtalya, AB’nin bölgedeki bu enerji rekabeti denkleminde dolaysız yer almasını sağlıyorlar.
Diğer yandan ‘Bir Kuşak Bir Yol’ projesi çerçevesinde Akdeniz’e özel bir önem veren ve Ortadoğu’daki enerji kaynakları üzerindeki kontrolünü arttırmak isteyen Çin de söz konusu emperyalist çekişmenin önemli bir tarafını oluşturuyor.
Emperyalist güçlerin yanı sıra havzadaki devasa enerji kaynakları üzerinde hak iddia eden Mısır, Yunanistan, Suriye, Filistin, İsrail, Türkiye, Kuzey ve Güney Kıbrıs ve Lübnan’ın içinde oldukları çok boyutlu bir denklem ortaya çıkmış bulunuyor. Yerel güçlerden Güney Kıbrıs, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin ve Mısır, pastadan pay kapma kavgasına ABD’nin desteği ile Ocak 2019’da kurulan ve merkezi Mısır’da bulunan Doğu Akdeniz Gaz Forumu üzerinden katılmış durumdalar.
İsrail bu birlik aracılığı ile ihtiyacı olan enerjiyi Mısır üzerinden ülkesine taşımayı amaçlıyor ve bu çerçevede Mısır ile bir anlaşma yapmış bulunuyor. İsrail uzun vadede Mısır’a güvenmese de Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın varlığı ona ikinci bir seçenek sunuyor.
Türkiye, Kuzey Kıbrıs üzerinden yaptığı sismik araştırmalarla kendisini dışardan dayatsa da hâlâ kapı aralığında bekletiliyor. Türkiye’nin bölgedeki hareketliliği dönem dönem sert demeçlerin verilmesine ve ateşli manşetlerin atılmasına neden oluyor.
Özellikle Avrupa Birliği’nin ihtiyaç duyduğu enerjinin en ucuz ve en kestirme yolla Avrupa’ya ulaşması ancak Türkiye üzerinden geçmesi ile mümkün olabiliyor. Türkiye’nin hâlâ tam olarak dışlanamamış olması, diğer bazı etmenlerin yanı sıra bu stratejik konumundan kaynaklanıyor.
Enerji kaynakları üzerinde süren rekabet
Dünyada doğalgaz tüketiminin artışına paralel olarak doğalgaza olan ihtiyaç da büyümektedir. Sadece Çin ve Hindistan’ın toplam enerji ihtiyacının dünya enerji tüketiminin %10’unu aştığı ileri sürülüyor. Kaya gazı gibi alternatif enerji kaynaklarının kullanılması doğalgaz ihtiyacını ortadan kaldırmıyor. Bu “zorunluluk”, Doğu Akdeniz’deki zengin enerji kaynaklarını küresel düzeyde oldukça önemli hale getirmektedir. AB’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığı havzadaki enerji kaynaklarını önemli kılan bir diğer etkendir. AB ülkelerinin ham petrolde %90, doğalgazda %66, katı yakıtlarda %42 ve nükleer yakıtta da %40 dışa bağımlı olduğu ileri sürülmektedir. Türkiye de dışa bağımlı ülkeler arasındadır ve yıllık enerji ithalatının %64’ünü Rusya’dan, %19’unu da İran’dan karşılamaktadır.
Enerji kaynakları konusunda bölge devletleri arasında gerilim tırmanırken, emperyalistler arası rekabet de kızışmaktadır. Bölgedeki doğalgaz arama ve çıkarma çalışmalarını büyük petrol ve doğalgaz tekellerinin yapıyor olmasından hareketle ABD, AB ve Rus emperyalistleri soruna dolaysız biçimde taraf konumundadırlar. Bölgeye üşüşen enerji devleri arasında ExxonMobil ile Eni’nin yanı sıra BP ve Total’in olması bunun bir göstergesidir.
Tüm bu gelişmelerin Doğu Akdeniz’le sınırlı olmayıp Ortadoğu’daki gelişmeleri de etkilediği ve giderek uluslararası bir boyut kazandığı bilinmektedir. Dolayısıyla son yıllarda Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu’da ve birçok bölgede süren kapitalist rekabetin, emperyalist savaş ve saldırganlığın gerisinde, bir dizi temel başka sorunun yanı sıra, aynı zamanda petrol ve doğalgaz zenginliklerine el koymak hevesi vardır.
Kapitalist emperyalizm var olduğu sürece, daha fazla kâr uğruna daha fazla enerjiye olan ihtiyaç artarak sürecektir. Bu ihtiyaç üzerinden, kaynaklarına el konulan bölge ülkelerini istikrarsızlaştırmak için her yol denenecektir. Bu gelişmeler ise doğanın ve kaynakların tahribine, bölge halklarını yokluk ve yoksulluğa sürüklemeye devam edecektir.
Son olarak unutmayalım ki hangi kıtada ve bölgede olursa olsun, işçi sınıfı ve emekçiler, ezilen halklar örgütlü bir şekilde bu talana dur demedikleri sürece, bu yağma ve talan düzeni alt edilemeyecektir.