Doğu Akdeniz’in zengin enerji kaynakları üzerinde yaşanan hegemonya ve paylaşım kavgası bölgede yeni bir krize yol açmış oldu. Kıbrıs Rum yönetiminin Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan ettiği sularda İtalya ile ortak doğalgaz arama çalışması yapması, krizi tırmandıran bir faktöre dönüştü. Arama çalışmalarına karşı çıkan Türkiye, İtalyan enerji devi olan Eni’ye ait bir sondaj gemisinin çalışmasına engel oldu. Bu durum, Türkiye ve AB arasında da gerilime yol açtı. Brüksel’deki AB liderler zirvesinden sonra açıklama yapan AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, Güney Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “AB hukuku ve uluslararası hukuk çerçevesinde kendi doğal zenginliklerini araştırıp işletme” hakkına sahip olduğunu vurgulayarak, Kıbrıs ve Yunanistan ile dayanışma içinde olduklarını ifade etmiş ve Türkiye’ye “bu eylemlere acilen son vermesi” çağrısında bulunmuştu. Dahası 26 Mart’ta Varna’da yapılacak olan AB zirvesinin bile iptal edilebileceği dile getirilerek sert bir tepki gösterilmişti.
Kıbrıs’taki sondaj çalışmasına ABD 6. Filosu’nun da dahil olduğu iddiası krizi daha da boyutlandırdı. Amerikan enerji devi ExxonMobil’in adanın güneybatısında planladığı araştırma çalışmaları ve 6. Filo’nun Doğu Akdeniz’de İsrail’le ortak tatbikat gerçekleştirmesi bu iddianın nedenleriydi. Yunan ve Rus basınının yanı sıra kimi uluslararası yayın organları da ExxonMobil’e ait iki geminin 6. Filo eşliğinde, Güney Kıbrıs’a gittiğini iddia etmişti. İddialara yanıt veren ABD, yaptığı bir açıklamayla, 6. Filo’nun ExxonMobil’i korumak için değil, fakat bölgede önceden planlanan bir tatbikat için orada bulunduğunu ileri sürmüştü.
Çavuşoğlu’nun Mısır ile Kıbrıs’ın hidrokarbon rezervlerini ortaklaşa çıkarmak için Aralık 2013’te yaptığı anlaşmayı “geçersiz” sayması sonucu, Mısır da soruna taraf oldu. Mısır Dışişleri Bakanlığı, Ankara’ya, “Mısır’ın bu bölgedeki egemenlik haklarını hedef alan ya da zayıflatan her türlü girişim reddedilecek ve onlara karşı konulacaktır” uyarısında bulundu.
Türkiye ise bölgede petrol ve doğal gaz arama çalışması yürüten uluslararası şirketlere, “Rum tarafına güvenerek hadlerini ve güçlerini aşan işlere alet olmamalarını tavsiye etmek” biçiminde tehditler savurdu. Erdoğan, bölgede KKTC’nin ve Türkiye’nin rızası olmaksızın bir adım atılamayacağını söylemiş, “Kıbrıs ve Ege’de haddini aşanları ikaz ediyoruz. Bunların efelikleri bizim uçaklarımızı görene kadardır” açıklamasını yapmıştı.
2000’li yılların başında kızışan enerji kavgası
Hidrokarbon rezervlerinin Doğu Akdeniz’de keşfedilmesiyle beraber başlayan enerji paylaşım kavgaları, sadece bölgede değil, uluslararası alanda da önemli bir kriz etkenine dönüşmüş durumdadır. Güney Kıbrıs’ın 2011 yılında Afrodit, İsrail’in 2010 yılında Leviathan, Mısır’ın ise 2015 yılında Zohr bölgesindeki enerji rezervlerini bulması, bölgeyi enerji merkezi haline getirdi. Doğu Akdeniz’de bulunan enerji miktarı hakkında, ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi’nin 2010 yılında yayımladığı rapor da bunu doğrulamaktadır. Rapora göre, Kıbrıs Adası ile İsrail arasında kalan ve Leviathan olarak tanımlanan bölge, Mısır ile Kıbrıs Adası arasında kalan ve Nil olarak tanımlanan bölge, Girit Adası’nın güneydoğusunda kalan ve Heredot olarak tanımlanan bölge ile Kıbrıs Adası etrafındaki bölgede, özetle tüm Doğu Akdeniz’de, toplam değeri 3 trilyon dolar olan 60 milyar varil petrole eşdeğer hidrokarbon rezervi bulunduğu iddia edilmektedir.
Bu durum, küresel emperyalist güçlerin ve dev petrol tekellerinin iştahını kabartırken, Akdeniz’in kıyı devletleri arasındaki rekabeti de kızıştırmaktadır. Önemli rezervlere sahip olan İsrail, Mısır ve Güney Kıbrıs gibi öteki bölge ülkeleri arasında doğalgazın çıkarılması konusunda belli bir işbirliği yaşansa da bu, bölgenin toplamındaki hakimiyet yarışını kızıştırdığı gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Aralarında ciddi siyasal sorunlar bulunan İsrail, Filistin, Lübnan, Mısır, Suriye, Güney Kıbrıs ve Türkiye arasındaki gerilim, enerji rezervleri üzerindeki hakimiyet kavgasıyla daha da şiddetlenmekte ve istikrarsızlık derinleşmektedir. Zira sözü edilen tüm bu ülkeler, enerji kaynakları üzerinde hak iddia etmekte ve her biri ilan ettiği ve aralarında anlaştıkları kendi Münhasır Ekonomik Bölge’lerinde (MEB) sondaj çalışması yürütmekte, bu da rekabete ve paylaşım kavgasına yeni boyutlar kazandırmaktadır. Türkiye ve Güney Kıbrıs, İsrail ve Lübnan, Mısır ve Türkiye arasında yaşanan anlaşmazlıklar bunun yaşanan somut örnekleridir.
Zengin enerji kaynaklarına sahip olan bu bölge ülkeleri, aynı zamanda enerji ticaretinde ihracatçı ülkeler konumundadırlar ve Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacını karşılayacak potansiyeli barındırmaktadırlar. Bu olgu, bölgedeki güç dengelerini şekillendirdiği gibi küresel emperyalist güçleri de taraf haline getirmekte, dolayısıyla bölgedeki krize ve sertleşen rekabete uluslararası bir boyut kazandırmaktadır.
Çıkarılacak gazın Avrupa’ya taşınması sorunu
Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları, Batılı emperyalist devletler ve şirketler için büyük bir yağma alanı olmanın yanı sıra, Rusya’ya olan enerji bağımlılığına son vermenin de başlıca aracı olarak ele alınmaktadır. Dolayısıyla AB ve ABD’nin enerji devleri, Doğu Akdeniz’e üşüşmüş ve bölgedeki kaynakları özellikle de Avrupa Birliği pazarına taşıma çabasına girişmiş durumdadırlar. Ancak bölgede keşfedilen ve çıkarılacak olan enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara, özellikle de Avrupa’ya nasıl taşınacağı da önemli sorunlardan biridir ve üzerinde herhangi bir anlaşmaya varılmış da değildir.
Henüz bir anlaşmaya varılmasa da İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Afrodit sahasında bulunan doğalgazın tüketici pazarlarına nasıl ulaştırılacağına ilişkin belli alternatiflerden söz edilmektedir. Bu üç ülkenin 2013’te vardıkları anlaşmadan hareketle, çıkarılacak gazın deniz altındaki doğal gaz boru hattıyla Girit’e, oradan da Yunanistan’a ve nihayet İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması seçeneklerden biri olarak görülmektedir. Bir başka seçenek ise Lübnan ve Suriye üzerinden Türkiye’ye, buradan da Avrupa’ya ulaştırılmasıdır. Ulaştırılması tercih edilebilecek en ekonomik yolun Türkiye’den geçmekte olduğunun ileri sürülmesinden hareketle, gazı doğrudan Türkiye’ye ulaştırmak ve buradan da tüketici pazarlara aktarmak, üçüncü bir seçenek olarak görülmektedir.
Tercih edilebilecek tüm bu seçenekler için yapılması gereken toplam yatırımın on milyarlarca dolar tuttuğu söylenmektedir. Yanı sıra İsrail ve Kıbrıs açıklarında 2010-11’de bulunan doğalgazın Avrupa’ya taşınması sorununun da Doğu Akdeniz’deki enerji kavgasına yeni bir boyut kazandıracağı, kavganın taraflarınca ileri sürülmektedir.
Enerji kaynakları üzerinde süren rekabet
Dünyada doğalgaz tüketiminin artışına paralel olarak doğalgaza olan ihtiyaç da büyümektedir. Sadece Çin ve Hindistan’ın toplam enerji ihtiyacının dünya enerji tüketiminin %10’unu aştığı ileri sürülmektedir. Kaya gazı gibi alternatif enerji kaynaklarının kullanılması da doğalgaz ihtiyacını ortadan kaldırmamaktadır. Bu durum, Doğu Akdeniz’deki zengin enerji kaynaklarının küresel düzeydeki önemine işaret etmektedir. AB’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığı da bunu özellikle önemli kılmaktadır. Zira AB ülkelerinin ham petrolde %90, doğalgazda %66, katı yakıtlarda %42 ve nükleer yakıtta da %40 dışa bağımlı olduğu ileri sürülmektedir. Türkiye de dışa bağımlı ülkeler arasındadır ve yıllık enerji ithalatının %64’ünü Rusya’dan, %19’unu da İran’dan karşılamaktadır.
Enerji kaynakları konusunda bölge devletleri arasında gerilim tırmanırken, emperyalistler arası rekabet de kızışmaktadır. Bölgedeki doğalgaz arama ve çıkarma çalışmalarını büyük petrol ve doğalgaz tekellerinin yapıyor olmasından hareketle ABD, AB ve Rus emperyalistleri de soruna dolaysız olarak taraf olmuş durumdadırlar. Bölgeye üşüşen enerji devleri arasında ExxonMobil ile Eni’nin yanı sıra, BP ve Total’in olması bunu açıklayan temel etkenler arasındadır.
Tüm bu gelişmelerin Doğu Akdeniz’le sınırlı olmayıp Ortadoğu’daki gelişmeleri de etkilediği ve giderek uluslararası bir boyut kazandığı bilinmektedir. Dolayısıyla son yıllarda Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu’da ve birçok bölgede süren kapitalist rekabetin, emperyalist savaş ve saldırganlığın gerisinde, bir dizi temel başka sorunun yanı sıra, aynı zamanda petrol ve doğal gaz zenginliklerine el koymak da vardır.