Hafta başında resmen göreve başlayan Brezilya’nın faşist Devlet Başkanı Jair Bolsonaro, ilk icraatlarıyla keskin dişlerini göstermeye başladı. Irkçı-siyonist İsrail rejimine destek veren, Brezilya’nın Tel Aviv’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyacağını ilan eden Bolsonaro, ülke topraklarını ABD’nin askeri üslerine açabileceğini de söyledi.
Faşist yönetimin içerideki ilk resmi icraatı ise, bakanlıkları "sosyalist ve komünist fikirlerden" arındırma saldırısı oldu. İlk adımda yüzlerce çalışan işten atıldı ve saldırının devam edeceği belirtildi.
Farklı bakanlıkların koordinasyonundan sorumlu olan Devlet Bakanı Onyx Lorenzoni, ilk bakanlar kurulu toplantısının ardından hükümetin ideolojik çizgisini paylaşmayan bakanlık görevlilerinin işten çıkarılacağını ve hükümetin "Brezilya'da temizlik yapacağını" duyurdu. "Bakanlıklarda farklı düşünce tarzını ve siyasi sistemi temsil edenleri çalıştırmanın anlamı olmadığını" söyleyen Onyx Lorenzoni pervasızca tehditlerini sürdürüyor.
Sol/sosyalist veya komünist partilerin taraftarlarını, özellikle de 2003 ile 2016 yılları arasında işbaşında olan muhalefetteki İşçi Partisi'ni hedef alan faşist yönetim, sola/sosyalizme düşmanlıkta sınır tanımayacağını ilk adımda gösterdi.
Faşist yönetim, 14 yıl süren İşçi Partisi’nin izlerini ortadan kaldırmayı hedefliyor. Bolsonaro’nun bu küstahlığı sola düşmanlığından kaynaklansa da, ona bu fırsatı sağlayan İşçi Partisi yönetiminin yarattığı olumsuz tablodur aynı zamanda.
İşçi Partisi lideri Lula da Silva iki dönem devlet başkanlığı yaparken, “eski gerilla” diye anılan Dilma Rousseff ise ikinci dönemindeyken bir “hukuk darbesi” ile görevden azledildi. Yani İşçi Partisi seçimleri dört kez peş peşe kazandı. Buna rağmen Brezilya tekellerine hizmet eden bu parti, yeni dönemde burjuvazinin desteğini arkasına alan faşist aday Bolosonaro’nun kazanmasının yolunu açtı.
Son seçimlerden önce Dilma saf dışı bırakılırken, hapse atılan Lula’nın Devlet Başkanlığı seçimlerinde aday olması engellendi. Görünen o ki, Brezilya burjuvazisi, “solcu” başkanın hizmetlerinden yeterince yararlandıktan sonra, görevi bir faşiste aktarmayı uygun bulmuştur.
Dilma-Lula ikilisine reva görülen muamelenin yanı sıra, sosyalist/komünist eğilimli çalışanların işten atılması burjuva düzende sağlanan kimi kazanımların nasıl da pamuk ipliğine bağlı olduğunu gözler önüne seriyor. Reformist solun esas misyonunun burjuvaziye hizmet etmek olduğunu kanıtlayan Brezilya deneyimi, parlamenter budalalığın, düzene umut bağlamanın bir takım güncel çıkarlar için ilkelerden vazgeçmenin yaratacağı vahim sonuçlar hakkında da net bir fikir vermektedir.