Berlin'de Noel pazarına yönelik IŞİD'in gerçekleştirdiği saldırı, Alman devleti için adım adım hayata geçirdikleri ‘güvenlik’ politikalarını hızlandırmaları için önemli bir olanak sundu. Berlin katliamında ölenlerin kanı daha kurumamışken, burjuva medya polisin ve istihbarat örgütlerinin yeniden yapılandırılması ve merkezileştirmesi için propaganda savaşı başlattılar.
IŞİD’li katilin bir katliam hazırlığında olduğu polis ve istihbarat örgütleri tarafından bilinmesine, saldırganın iltica talebinin reddedilmesine rağmen hiçbir girişimde bulunmadılar. Polis tarafından güya izlenen katilin sivil polisten silah almak için girdiği ilişkinin açığa çıkmasına rağmen, katilin gözetim altında tutulması için hiçbir işlem başlatmadılar. Mülteciler kamplara hapsedilirken, iltica başvurusu reddedilenler çoğu defa tutuklanıp yurtdışı edilene kadar karakollarda bekletilirken, “müstakbel katil” polisin ve istihbarat örgütlerinin göz yummalarından yaralanarak kanlı saldırısını rahatlıkla gerçekleştirebildi. Saldırıdan sonra, saldırganın kim olduğuna dair bilgi ise ilk olarak Alman neo-nazileri tarafından Facebook’tan paylaşıldı. Kimin eli kimin cebinde? Hiçbir engele takılmadan Almanya'yı terk eden katili Milano’da sağ olarak ele geçirmek yerine öldürmeyi tercih ettiler.
Yeni çıkan bilgiler Alman devletinin katliama açıkça göz yumduğunu gösterirken, ortalığı büyük bir hızla ‘güvenlik’ tartışmaları kapladı.
Polis ve istihbarat örgütlerinin reorganizsyonu için anayasa değişikliği
Federal bir yapıya sahip olan Almanya’da eyaletlerin içişleri bakanlıklarına bağlı polis ve istihbarat örgütleri de bulunuyor. Hitler faşizminin yıkılmasından sonra toplumun diri olan anti-faşist duyarlılığının da baskısıyla, Almanya'da baskı güçlerinin (polis, istihbarat teşkilatı, mahkeme gibi) tek elde toplanmasını önlemek için eyaletlerin lehine olmak üzere güçlerin dağıtılması anayasal bir hak olarak kabul edilmişti. Yine, savaşın ağır yüklerini ve acısını yaşayan toplumun savaş karşıtı baskısından dolayı, Alman devletinin sınırlarının dışına Alman askerlerinin gönderilmesi de yasaklanmıştı. SPD-Yeşil koalisyon hükümeti tarafından yapılan anayasa değişikliği ile Alman askerlerinin Almanya'nın sınırlarının dışına, elbette “dünya barışını korumak(?)” için gönderilmesinin önü açılmıştı. Alman tekelleri özellikle içerde yarım kalan ‘güvenlik’ işlerini, Brüksel ve Paris katliamlarını bahane ederek adım adım hayata geçirirlerken, Noel katliamı ‘tanrının lütfu olarak’ gelip onları buldu.
Alman devleti, faşist partilerin talebi olan sınırlarda mülteci kamplarının kurulması, polisin ve Anayasayı Koruma Örgütü/BND’nin federal devlete bağlanması gibi polisin ve istihbarat teşkilatlarının çok yönlü olarak yeniden yapılandırılmasını gündeme getirerek, gerekirse anayasanın değiştirileceğini açıkladı.
“Almanya'da yaptıklarımız Avrupa çapında uygulanmalı”
Savaş baronlarının her yıl topladığı Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Wolfgang Ischinger söz konusu tartışmaya, “İçişleri Bakanı Thomas De Maiziere'nin gündeme getirdiği terörle mücadeleyi iyileştirme önerileri yeterince ileri gitmiyor” diye katıldı. Ischinger “Almanya'da yaptıklarımızın Avrupa çapında uygulanması gerekiyor. Büyük düşünmek gerekir. Büyük bir adım atmak gerekir. Ben, Avrupa'da FBI benzeri bir kurum oluşturulmasından yanayım" diye zırvalayarak, Avrupa’daki birçok gerici değişikliğin başını çeken Alman emperyalist devletinin bu alanda da öncü olmasını ve yapılan değişikliğin Avrupa çapında uygulanmasını isteyecek kadar kendinden geçti. Bu da Almanların Emevi Camii’nde namaz kılma tarzıdır. Lakin Erdoğan gibi kursaklarında kalabilir.
Noel katliamında yaşamını yitiren insanların kanları üzerinde tepinen akbabalar, polisin ve istihbarat teşkilatlarının katliama niye göz yumduğunu sormak yerine -ki soramazlar-, polisin ve istihbarat teşkilatlarının yetkilerini arttırarak, tek merkeze bağlayıp baskı aygıtlarının bir merkezde yoğunlaşmasını sağlamaya çalışıyorlar.
‘Güvenlik’ bahanesiyle Hitlerci tatbikat
Noel katliamının olanaklarını son haddine kadar gerici amaçları için kullanmakta kararlı olanlar, ırkçı-faşist rejimlere has bir “tatbikatı” yılbaşı şenliklerinde “güvenlik” bahanesiyle hayata geçidiler. Köln ve Stuttgart gibi kentlerdeki merkez garlar polis çemberine alındı. Başta, potansiyel suçlu(!) görülen Afrikalılar olmak üzere, esmer tenlilerin (ki Almanya nüfusunun %21 bu insanlardan oluşuyor) yılbaşı şenliklerine katılmaları engellendi.
Polis çemberi altında tutulan binlerce insan, Alman devleti tarafından “yerliler için zararlı” ve her an için ortalığı kana bulayacak birer vahşiler yığını olarak sunuldu. Polis çemberinde tutulan insanların “yerlilerle” aynı işyerinde çalışıp, aynı binada ikametgah ettiğini, çocuklarının aynı okullarda aynı sıraları paylaştıklarını bilen Alman devleti, bu uygulamayla faşizmin toplumsal psikolojisini toplumda yerleştirmeyi amaçlıyordu ve bu aşağılık amacında önemli bir başarı sağladığını da teslim etmek gerek. Hitler faşizminin ruhunu hortlatan uygulamayı naifçe “eleştiren” Yeşiller Eş Genel Başkanı Simone Peter, “bin kişinin salt dış görünümü nedeniyle kontrole tabi tutulması ve kısmen de alıkonulmasının 'orantılılık' prensibine göre doğru olup olmadığının soruşturulması gerektiğini” söylerken, bu dolandırıcılar sürüsünün faşizm karşısında nasıl da diz çökmeye hazır olduklarını ele vermiş oluyordu.
Faşizme karşı mücadeleyi kapitalizme karşı mücadeleyle birleştirmeliyiz
Burjuva medya Hitlerci toplumsal tatbikat hazırlıklarını “Berlin saldırısı sonrası Avrupa metropollerinde yeni yıl için güvenlik önlemleri had safhaya çıkarıldı” diyerek, masumane bir ‘güvenlik’ uygulaması olarak duyurma yoluna gitti.
Alman emperyalist tekelleri, önceden birçok şeyi inceden inceye planlayıp hazırlayarak, medyayı da bu aşağılık görev için görevlendirerek faşist tatbikatın sınırlarının nereye kadar uzanabileceğini ölçmek istediler ve ölçtüler. Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki, Avrupa'da yükselen faşizme karşı mücadeleyi kapitalizme karşı mücadeleyle birleştirmek ertelenmez bir görev olarak yakıcı bir şekilde öne çıkıyor.