Devlet tarafından verilmiş ruhsatlı bir silahınız varsa ve o silahı örneğin size sopayla saldıran birine karşı kullanır da karşıdakini öldürürseniz haklı bir biçimde tutuklanırsınız.
Toplumsal olaylarda görev alacak polisler işte o silahı olur olmaz kullanmamaları için, “özel olarak” eğitilir.
Bizden farklı olarak, “panik olmamaları”, “silahı öldürücü biçimde kullanmamaları” gibi yığınla kural konusunda her birine tek tek özel eğitim verilir.
En zor şartlarda nasıl eğitim aldıklarına yönelik haberler yapılır.
İnsan hakları eğitimi de mutlaka ayrı bir başlıktır.
O kadar eğitime karşılık, “hata” yapılacak değil ya o silah mevzuata aykırı her kullandığında, ya öldürülen kişi kafasını mermiye doğru getirmiştir, ya ilahi bir biçimde mermi taştan sekmiştir.
Kameraların önünde,
hiç alakası olmayan bir
olayda mı öldü?
Onun da çaresi var, içinden çıkılması zor koşullar gösterilir, meşru müdafaa yolu denenir, olmuyorsa tutuksuz yargılamayla geçiştirilir.
* * *
- Uğur Kurt, 22 Mayıs 2014’te bir tanıdığının cenaze töreni için Okmeydanı’ndaki cemevine gitti. Bahçede beklerken başından vurularak yaşamını yitirdi.
- Kurt’u vuranın kim olduğu günler sonra açıklanabildi, silah polis memuru S.K.’nındı. S.K., meşru müdafaa halinde ateş ettiği gerekçesiyle tutuklanmadı.
- Olay yerinde S.K.’nın kendisi gibi polis olan babasının da bulunduğu anlaşıldı. Babası hemen oğlunun yanında olaya sıcağı sıcağına müdahale etmişti.
- S.K.’nın bulunduğu zırhlı araca molotofkokteyli atılınca araçtan gaz silahı yerine silahını alıp doldurarak karşıya doğru defalarca ateş ettiği anlaşıldı. S.K., gaz silahını almamasına 20 kg olmasını gerekçe gösterdi. Gaz silahı sadece 2 kg’dı.
- Zırhlı araçlardan birindeki görüntülerin olayı aydınlatması bekleniyordu. Aydınlatamadı. Araçta kaydedilen görüntüler Kurt öldürülmeden hemen önce kesiliyor, Kurt öldürüldükten bir süre sonra yeniden başlıyordu. Araçtaki kablolardan birinin kesilmiş olduğu anlaşıldı.
- Olaydan sonra düzenlenen polis tutanağında, polisler Kurt’un öldüğünden bile bahsetmiyordu.
- İddianamede, S.K.’nın göstericilere ateş ettiği sırada hatayla Uğur Kurt’u vurduğu iddia edildi. İddianameye göre aslında C.K. adlı göstericiye ateş etmişti. Ancak C.K., Okmeydanı’ndaki olaylara katılmadığı için tahliye edilmişti.
- Ortaya çıkan görüntülerde amirleri S.K.’yı sıkma diye uyarıyordu ama “sıkmıştı”. Ancak iddianamede buna da hiç değinilmedi. Avukatların çabasıyla suçlama değiştirilebildi. Meşru müdafaa yetersizdi. Olası kasttan yargılanması istendi.
- Avukatların çabasıyla ortaya çıkan sesli görüntülere göre, olaydan sonra iki zırhlı araç bir sporsalonunun önüne çekilmişti. Olay yeri incelemesini ise şüpheli S.K. ile babası yapıyordu. Görüntülere ayrıntılı baktıkları anlaşılmıştı.
- Aynı görüntülere göre polis, olaydan hemen sonra Kurt’un GBT’sine baktırmıştı. Sabıkası çıksaydı, muhtemel ki “çatışma” diyebilmek de kolay olacaktı.
* * *
Uğur Kurt, Sivas’taki köyünden, çocuklarına bir gelecek kurabilmek umuduyla İstanbul’a taşınmış tersane işçisi babanın tek oğluydu.
Annesinin küçük evladı, üç ablasının şımartmaya doyamadığı.
Koşullardan olacak, istediği gibi okuyamadı.
Hep çalıştı, sonunda Beyoğlu Belediyesi’nde taşeron işçi olabildi.
Ya bir kadro, ya güvenlik görevliliği, belki de olmaz ya, küçük bir dükkândı hayali.
Dükkân hayali çok uzak gelmiş olacak ki diğer kadrolara girebilmek için açıköğretime bile girdi.
Ama bilmiyordu ki hiç o şansı da olmayacak ve okulu bitiremeyecekti.
Nevşehir’deki bir etkinliğe giderken otobüsteki tanışıklık hayatını değiştirdi.
Aile dostlarının kızı ile Bolu’daki molada başlayan arkadaşlık nikâh masasına
kadar gitti.
Sonra Kemal geldi.
Babasını 1.5 yıl boyunca “dünyanın en mutlu adamı”
yapan küçük çocuk.
Uğur Kurt’la oğlu her yerde beraberdi.
Daha doğrusu, Kemal her yerde babasının omuzunda.
Ama bitti.
Bir kurşunla bitti.
Kemal, babası gittiğinde daha 1.5 yaşındaydı.
3.5 şimdi.
Çocukları babasıyla oynarken gördüğünde dalıp gitmesi ve bir anda düştüğü, fark etmediği o boşluktan kaynaklı küçük öfkeleri dışında sorunu yok gibi.
Uğur Kurt bilmiyor ama tam da hayal ettiği gibi Fenerbahçeli.
1.5 yaşındayken, “Forma aldım ama bakalım Fenerli olacak mı?” kaygısı boşunaymış, belli ki doğuştan Fenerli.
Duruşmalara gitmek, yüz yüze gelmek ise aile için ölüm gibi.
“Zor kelimesi hafif kalıyor” deseler de peşinde koşmadan bulunamadığından olacak, peşinde koşup arıyorlar adaleti.
* * *
Son duruşma yapıldı geçen hafta, bunca delil karartmaya yönelik kanıta rağmen karar yine “tutuksuz yargılama.”
Duruşmadan hemen önce Uğur’un annesinin hakkında da dava açıldığı haberi geldi.
İlk duruşmada avukata yumruk atmış, saatinin “kayışını” kopartmıştı güya Güllünaz anne.
Şikâyetçi, polisin avukatı Tolga Yurdakul’du. Her ne kadar Güllünaz Kurt’u bir başka isimle şikâyet etmişse de savcılık düzeltip avukatın eksiğini, ifade bile almadan, “sanık” diye yazmıştı Kurt’un annesini iddianameye.
Avukat tanıdık.
İzmir’de karakolda işkence gören ve işkenceciden fazla ceza almayı “başaran” Fevziye Cengiz davasındaki polislerin, dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle öldürülen Baran Tursun’u vuran polisin davalarından tanıdık.
Tursun’un babası Mehmet Tursun’u kendisine hakaretten mahkum ettirmekten tanıdık.
Sürekli benzer davaları almak bir suç değil elbette.
Nasılsa benzer davalarda hep mağdurun ailesini şikâyet etmek de öyle.
Yapmıştır ve yargılanmalıdır mutlaka Güllünaz anne.
Zira düşen bir oğulun hesabını sormak değil, devletin kolundaki bir saat kayışının hakkını korumak esastır bu memlekette.
Milliyet / 21.02.16