Geçtiğimiz hafta sınır köylerinde yurttaşların taş ve sopalarla birbirlerine yönelik başlattığı çatışmalar kısa sürede tankların ve komando birliklerinin devreye girdiği küçük bir devletlerarası savaşa döndü. 28 Nisan’da başlayıp 1 Mayıs’ta duran 3 günlük çatışmanın sonunda ateşkes sağladığında geriye yüzlerce yaralı ve 60’ın üzerinde ölü kaldı. Keza 30 binin üzerinde çoğunluğu Kırgızistanlı sivil yurttaş evlerini terk etmek durumunda kalarak iç mülteci durumuna düştü.
Yıllarca içi içe yaşamış, düğünlerde, cenazelerde bir araya gelmiş toplumlar nasıl olup da silahlı kuvvetlerin devreye gireceği bir çatışmanın tarafları haline geldiler? Sovyetler Birliği döneminde çizilen sınırlar mıydı sorunun kaynağı? Yoksa yoksul ve kıt kaynaklı iki ülke elitinin bölgenin yine kıt olan su ve enerji kaynaklarına el kayma mücadelesi mi öne çıkıyordu? Çatışmanın gerçekleştiği bölgenin idari-demografik yapısına ve anlaşmazlıkları çatışmaya dönüştüren konuların yakın geçmişine bakarak Tacikistan-Kırgızistan çatışmasının anatomisine yakından bakalım.
Sorunun 3 boyutu
Öncelikle çatışmanın iki ülke arasındaki uzun sınırın henüz iki devlet arasında sınır belirleme çalışmalarının tamamlanmayan noktalarında cereyan ettiğinin altını çizelim. SSCB’nin 1991 sonlarında dağılmasıyla bağımsız hale gelen 15 cumhuriyetten ikisi olan Kırgızistan ve Tacikistan diğer ülkelerin çoğundan farklı olarak aralarındaki sınırı kesin bir şekilde bağıtlayamadılar. Burada anlaşmazlığa konu olan sahalar derinlik olarak en fazla 3-5 kilometreye uzanan bir derinliğe sahip olduğundan konunun büyümemesi beklenebilirdi. Ancak bu türden anlaşmazlık noktaları sınırın 150-200 kilometrelik bir kısmı boyunca yayılınca anlaşmanın biraz güçleştiği tespit edilebilir. İkinci olarak bu 3-5 kilometrelik anlaşmazlık sahalarının tama ortasında çok sayıda köy mevcut, buralar meskûn alanlar ve bölge dünyanın nüfus yoğunluğunun en yüksek olduğu sahalardan. Üçüncü olarak bu sahalardan birisinde 10 yıl kadar önce keşfedilen – küçük de olsa- petrol yatağı ve özellikle tarım açısından elzem olan çeşitli su kaynaklarının yine bu bölgelerde olması çatışmanın kolayca çözüme ulaşmasını engelledi.
Haritaya bakıldığında sınır hattının girift yapısı fark edilecektir. Ancak haritanın göstermediği daha ilginç konu ise sınırın Kırgızistan tarafında yer alan Batken vilayetin etnik Kırgızlardan ziyade etnik Taciklerden oluşması ve sınırın Tacikistan tarafındaki Hocend vilayetinde ise nüfus ağırlıklı olarak Taciklerden ziyade etnik Özbeklerden oluşmasıdır. Bu bakımdan bu çatışmanın kolayca Tacik-Kırgız çatışması olarak adlandırılması doğru olmayacaktır.
Girift sınırlar
Fergana Vadisi’nin Kırgızistan-Tacikistan-Özbekistan arasında bölünmesi ve Sovyet döneminde oluşturulan kompleks sınır yapısı bu 3 devlet arasında Sovyet sonrası dönemde bir çok defa çatışmaya neden olmuştu. Kırgızistan Batken Vilayeti toprakları içinde en büyüğü Voruk olan 2 adet anklav (ya da eksklav) yerleşim bölgesi mevcuttur. Yine Kırgızistan’ın Celalabad vilayeti içinde en büyüğü Soh ve sonra Şahımerdan olmak üzere Özbekistan’a ait topraklar-yerleşim bölgeleri mevcuttur. Ülke içinde diğer ülkeye ait minik ülkeler adeta. Aynı şekilde Özbekistan için Kırgızistan’a ait Barak diye bir köy mevcuttur.
Son yıllarda Kırgızistan’ın hukuken Tacikistan’a ait bir toprak parçası olan 20 bin küsur nüfuslu Voruh kasabasının ortasından yol geçirmeye çalışması önemli gerilimlere konu olmuştu. Tacikistan devlet Başkanı İmamoli Rahmanov kasabayı ziyaret ederek topraksal egemenliğine sahip çıkacağını göstererek gerilimin seviyesini bir derece daha yükseltmişti.
Aslında dağların vadinin ova kısımlarına doğru sürekli giriş çıkışlar yaptığı bir coğrafyada yolların kısa geçişler için bu bölgelerden geçmesinde bir sorun görülmeyebilirdi. Ancak İmamoli Rahmanov’un gizli ortağı olduğu bir enerji şirketinin anlaşmazlığa konu olan sınır köylerinden birisinde petrol çıkarmaya başlaması Tacikistan’ın yangına körükle gitmesinin önemli bir nedeni gibi görünüyor.
Burada ekonomik değeri yüksek bir petrol ya da doğal gaz rezervi olmadığının altını bir daha çizelim. Ancak kıt kaynaklı küçük ülkelerin yolsuz elitinin banka hesaplarını hatırı sayılır ölçüde kabartacak kadar petrol bile komşular arasındaki itişmeyi devletler arası bir savaşa dönüştürebiliyor. Tacikistan ve Kırgızistan 15 eski Sovyet ülkesinin en yoksul iki ülkesidir. Ülke gayrı safi milli hasılalarının yüzde 30-40 ülke dışında çalışan işçilerin ülkeye gönderdikleri paradan oluşan bir yoksulluktan bahsediyoruz.
Bölgedeki son çatışmanın bir su rezervuarına Tacikistanlı yerel yetkililerin gözlem kameraları koyma girişimlerini takiben çıkması nedeniyle bir “su kaynakları çatışması” olarak değerlendirildiğini okumuşsunuzdur. Tarım ve hayvancılığın başlıca geçim kaynağı olduğu ve nüfus yoğun bir bölgede kritik su kaynaklarının vadilerin bitip dağ yamaçlarının başladığı noktalarda olması ve bu noktaların tam da devletlerarası sınır ihtilaflarının sürdüğü bölgeler olması elbette konunun su kaynakları paylaşımı boyutunu öne çıkarıyor. Ancak asıl sorun daha büyük su kaynaklarının nasıl yönetileceği konusunda kendini gösteriyor. Sınır aşırı sularda kurulan barajlarda yukarı havza ülkelerinin vanaları elinde bulundurmaları ve siyasi anlaşmaya yanaşmamaları günün sonunda küçük köy çeşmelerinden savaş çıkmasını da tetikliyor. Son olayda olduğu gibi.
Rusya ile yakın ilişkileri olan bu iki devletin arasındaki sorunun çözümü konusunda Rusya’nın pek de ciddi girişimlerde bulunduğunu söylemek de zor. Zira gerilimden en fazla beslenen ülkelerin başında Rusya yer alıyor. Tacikistan ve Kırgızistan’da üsleri bulunan ve her iki ülke ile de Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) içinde birlikte yer alan Rusya iki tarafın 3 günde ateşkes ilan etmesinde olumlu bir arabulucu olarak devreye girmiştir. Ancak aynı Rusya’dan sorunun çok da zor olmayan nihai çözümüne katkı beklemek hayal olacaktır. Türkiye, İran ve Pakistan gibi ülkelerin dışişleri temennileri düzeyindeki yaklaşımları da sonuç üretecek nitelikte değildir.
BirGün / 05.04.21