Rusya’nın Tahran zirvesi sonrasında öncelik değiştirmesi, Suriye’de Şam ve müttefikleri lehine süren dengeyi sarsabilecek muhtemel senaryoların çökmesine neden oldu.
Tahran zirvesine kadar Suriye ve müttefiklerinin önceliği İdlib’i kontrol altına alıp Şam’ın onayı olmadan Suriye’de bulunan yabancı güçlerin varlık gerekçesini ortadan kaldırmaktı.
7 Eylül Tahran zirvesi öncesinde İdlib’e operasyon konusunda Şam ve müttefiklerinde kararlılık; Türkiye’de, Amerika’da ve Avrupa ülkelerinde ise tedirginlik hakimdi.
Suriye ordusu ve müttefikleri İdlib çevresine askeri yığınak yaparken,[1] Amerika ve Batılı ortakları kimyasal silah kullanılacağı gerekçesiyle Suriye’ye tehditler savuruyor;[2] Türkiye ise İdlib operasyonunu önlemek için Amerika’yı askeri müdahaleye çağırıyordu.[3]
Bu şartlar, tüm taraflar açısından şu belirsizlikleri, riskleri ya da fırsatları beraberinde getiriyordu:
1- 30 Eylül 2015’ten beri Rusya ile bir tür fiilî “modüs vivendi” anlaşması yapan ve askeri varlığını Fırat’ın doğusuyla sınırlayan Amerika, İdlib’deki mevcut statükoyu koruyup savaşı sürdürülebilir kılmak için Batılı müttefikleriyle birlikte Fırat’ın batısınada müdahil olabilirdi.
2- Katıldığı Astana süreci çerçevesinde hem çatışmasızlık bölgeleri oluşturulmasında hem de silahlı grupların ayrıştırılmasındaki rolü sebebiyle Suriye ordusu ve müttefiklerine eşsiz katkılar sunan Türkiye, İdlib yüzünden yeniden ABD ve Batılı müttefiklerinin safına geçebilirdi.
3- Savaşı uzatacak ve şu an Şam ve müttefiklerinin lehine olan askeri dengeyi sarsabilecek olan bu muhtemel gelişmeler, Amerika ve Fransa’yı Fırat’ın doğusu ile ilgili olarak daha cüretkar adımlar atmaya sevk edebilirdi.
Bir başka ifadeyle Şam ve müttefikleri İdlib’i alarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü pekiştirmek ve tüm yabancı güçlerin Suriye’yi terk etmesine zemin oluşturmak isterken; İdlib’de devletler arası bir savaşla, Fırat’ın doğusunda ise “bağımsız” bir Amerikan uydu devletiyle karşı karşıya kalabilirdi.
Tüm bu senaryoların ne ölçüde gerçeklik kazanabileceği, büyük oranda Astana sürecinin yaşatılmasına bağlı olduğu için doğal olarak tüm taraflar 7 Eylül’deki Tahran zirvesinden çıkacak sonuca odaklanmıştı.
Tahran zirvesinde Türkiye’nin İdlib’de ateşkes önerisini “silahlı grupların temsilcileri burada yok, biz onlar adına karar veremeyiz” diye reddeden Rusya,[4] on gün sonra aynı öneriyi Soçi’de anlaşmaya dönüştürdü.[5]
Böylece, yukarıdaki senaryoların tamamı ihtimal dışı kaldı. Zira Türkiye hem askeri hem de siyasi bağlarla Astana sürecine daha sıkı bir şekilde bağlanmış oldu.
Soçi anlaşmasıyla yaratılan İdlib’deki yeni durum, hem doğrudan Fırat’ın doğusuyla ilişkilendirildiği için hem de Türkiye’ye saha yükümlülüğü getirdiği için Ankara’nın yeniden Amerikan safına geçmesini imkansızlaştırdı.
Bu da Amerika ile Batılı müttefiklerinin yükselttiği tansiyonu düşürdü ve onların İdlib gerekçesiyle Fırat’ın batısına müdahale zemini ellerinden aldı.
Fırat’ın doğusundaki “fiili duruma” karşı İdlib’deki “yeni durum”
Türkiye, 11 Eylül’de İdlib’i “son güvenli liman” diye nitelemiş ve burayı “Esed rejimi ve müttefiklerinin büyük taarruzundan” korumak için Amerika’yı müdahaleye çağırmıştı.
17 Eylül’de ise İdlib, Ankara tarafından “Amerika’nın Doğu Fırat planını bozmak” amacıyla Rusya’ya sunduğu bir gerekçeye dönüştürüldü.
Tahran zirvesinden 3 gün sonra Lübnan basınında yer alan bir habere göre Türkiye, Kürtlerin kurdukları “öz yönetimleri” Amerikalıların yönlendirmesiyle bir merkezi hükümete dönüştürmeye hazırlandığına işaret etti. Bunun İdlib operasyonundan yararlanarak Suriye’yi bölmeyi amaçlayan bir “Amerikan planı” olduğunu söyledi ve Rusya’dan operasyonu ertelemesini istedi.[6]
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un 21 Eylül’deki açıklaması, bu haberi teyit etti.
Zira Lavrov, “Suriye'nin toprak bütünlüğüne yönelik ana tehdit, ABD'nin doğrudan kontrol ettiği ve fiiliyatta bağımsız özerk yapıların kurulduğu Fırat'ın doğusundan yükseliyor"[7] dedi.
Böylece Tahran’da ateşkesi reddeden Rusya’nın on gün sonra Soçi’de operasyonu neden durdurduğu ve “Doğu Fırat tehdidini” neden Soçi anlaşmasından sonra vurgulandığı açıklık kazanıyor.
Türkiye ray değiştirdi
Gözüken o ki Rusya, Türkiye’nin İdlib’i Amerikalılara farklı, kendilerine farklı şekilde pazarlamasını sorun etmedi ve Türkiye’nin İdlib kaygılarını Soçi anlaşmasıyla fırsata dönüştürdü.
Zira Türkiye, “son güvenli liman” diye tanımladığı İdlib’deki mevcut durumu korumak için Amerika safına geçmeye bile hazırdı.
Halbuki Soçi anlaşmasıyla askeri bakımdan da tıpkı İran ve Hizbullah gibi Suriye’nin terörle mücadele ortağı haline gelmiş oldu.
Çünkü Türkiye, İdlib’de doğrudan askeri güç kullanmayı gerektirecek şu yükümlülükleri üstlendi.
1- İdlib çevresinde 15-20 kilometre derinliğinde bir silahtan arındırılmış bölge kurulması ve radikal terörist grupların 15 Ekim’e kadar bu bölgeden çıkarılması.
2- Silahlı grupların elindeki ağır silahların 10 Ekim’e kadar silahtan arındırılmış bölgenin dışına çıkarılması.
3- Silahlı grupların kontrolü altında bulunan toprakların derinliklerinden geçen M4 ve M5 karayolları yıl sonuna kadar güvenliğe kavuşturulması ve trafiğe açılması.[8]
İdlib’de Suriye ordusunun rolünü Türkiye üstleniyor
Yani Soçi anlaşması olmasaydı Suriye ordusu ve müttefiklerinin de yaklaşık 3 milyon sivilin ve ağır silahlara sahip on binlerce militanın yaşadığı İdlib’de yıl sonuna kadar ulaşmak isteyeceği hedefler bundan farklı olmayacaktı.
Nitekim Suriye ordusu ve müttefikleri daha önce Halep’te, Doğu Guta’da, Rastan ve Telbise’de, Dera’da ve Kuneytra’da silahlı grupları önce yalıttı, sonra ayrıştırdı, ulusal uzlaşmaya katılanlarla anlaşma yaptı; bölgeden çıkmak isteyenleri İdlib’e tahliye etti, kalıp savaşmak isteyenleri de savaşarak yok etti.
Elbette Soçi anlaşması olmasaydı, yani Suriye ordusu ve müttefikleri askeri operasyon yapacak olsaydı, İdlib’den başka İdlib olmadığı için uzlaşmayı reddeden silahlı gruplara Türkiye dışında bir tahliye mekanı olmayacaktı.
Ancak bunun dışında, diğer illerde ve bölgelerde izlenen süreç İdlib’de de aynen işleyecekti.
Dolayısıyla İdlib’de Suriye ordusu ve müttefiklerinin askeri operasyonla işleteceği süreci Soçi anlaşması ile Türkiye ve Rusya üstlenmiş oldu.
Türkiye’nin Soçi rolü, Astana rolünden daha ağır
Türkiye’nin bu yeni rolü, kendisi açısından da Şam ve müttefikleri açısından da Astana sürecindeki rolünden çok daha ağır ve somut bir rol.
Türkiye, Astana rolü çerçevesinde çatışmasızlık bölgelerindeki silahlı grupları Suriye ordusundan uzak tutarak Suriye ordusu ve müttefiklerinin diğer bölgelerdeki işini kolaylaştırdı.
Daha önce “muhalif” genel başlığıyla tamamını desteklediği silahlı grupları “muhalif” ve “terörist” diye ayırdı, “muhalifleri” Astana’ya taşıdı böylece silahlı gruplar arasındaki çatışmaları derinleştirdi.
Bunlar Türkiye’nin Astana sürecine dahil olduktan sonra Suriye ordusu ve müttefiklerine yaptığı katkılardı; ancak bu katkılar, siyasal güçle gerçekleştirilebilen ve hem ekonomik hem de insani bedeli ağır olmayan katkılardı.
Bu katkıların karşılığını da Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı ile aldığını düşünüyordu.
Ancak Türkiye, Soçi anlaşmasıyla birlikte 15 kilometre derinliğinde silahsız bölge oluşturmak, silahlı grupların ağır silahlarını toplamak ve M4 ve M5 karayollarını trafiğe açmak gibi siyasi güçle gerçekleştirilmesi mümkün olmayan, ekonomik ve insani bedeli ağır katkılar vaat ediyor.
Soçi anlaşması, “İdlib emirliğini” korumak için mi?
Hükümetin yayın organlarına göre “Türkiye, İdlib krizini, ısrarlı diplomatik çabalarıyla çözdü.” Soçi anlaşması Şam’a ve Tahran’a rağmen yapıldı ve bu şekilde, “Suriye’de NATO ve ABD’nin 6 yıldır yanaşmadığı “güvenli bölge” Rusya’nın desteğiyle kuruldu.”[9]
Halbuki İran, İdlib operasyonda yer almayacağını çok önce açıklamıştı.[10] “Suriye'yi terörist artıklarından temizlemek için önemli bir adım” olarak gördüğü için de Soçi anlaşmasından memnundu.[11]
Suriye Dışişleri Bakanlığı ise Soçi anlaşmasının Moskova ile Şam arasındaki istişareler sonucunda yapıldığını belirterek anlaşmadan memnuniyet duyduğunu belirtti.[12]
Öte yandan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un 21 Eylül’deki açıklamasında Soçi anlaşmasından “ara adım” diye bahsetmesi, Moskova’nın İdlib’deki mevcut durumu kalıcı kılmak istemediğini gösterdi.
"Bu elbette ara adım, zira sadece bir silahsızlandırılmış bölge kuruluyor” diyen Lavrov, Soçi anlaşmasıyla bir statüko kurma, ya da mevcut statükoyu koruma çabasından değil, alınan bir güvenlik önleminden söz etti.
İdlib’den “Suriye ordusu mevzilerine ve Hmeymim'deki Rus üssüne yapılan saldırılara” dikkat çekti ve “İdlib anlaşması, her şeyden önce terör tehdidinin ortadan kaldırılmasını amaçlıyor"dedi.
Dublör başı
Türkiye, silahtan arındırılmış bölge oluşturmak için İdlib’e yeni askeri birlikler gönderirken Nusra liderliğindeki Heyet-i Tahrir Şam da söz konusu yerlere askeri yığınak ve tahkimat yapmaya başladı.[13]
2015’te İdlib’i ele geçirmeleri için Nusra liderliğindeki Fetih Ordusu’na Suudi Arabistan’la birlikte olağanüstü bir destek veren Türkiye, Nusra liderliğindeki Heyet-i Tahrir Şam’la savaşmaya hazırlanıyor.
“Türkiye, Soçi anlaşmasıyla İran ve Hizbullah gibi Suriye’nin terörle mücadele ortağı haline gelmiş oldu” derken işte bu gerçekliğe işaret ediyoruz.
7 yıl önce baş rol oynadığını düşünerek en yakın komşusunu ateşe veren Türkiye, sadece bir dublör olarak kullanıldığını hala kabullenebilmiş değil.
Bu sebeple 2016’dan beri Rusya tarafından Şam’ın çıkarları doğrultusunda dublör olarak kullanıldığını ne kavrayabilecek ne de kabullenebilecek durumda.
O yüzden Suriye’yi bölmeye çalışmakla suçladığı Amerika’yı “Şam’a ve müttefiklerine” müdahaleye; Şam’ın en büyük müttefiki olan Rusya’yı ise Suriye’yi bölmeye çalışan Amerikan planını bozmaya çağırıyor.
O yüzden İdlib’de Suriye ordusunun, İran komutanlarının ve Hizbullah askerlerinin rolünü oynayacak olsa da hala Şam’dan, Tahran’dan ve Hizbullah’tan düşman gibi söz ediyor.
YDH / 23.09.18