Elim varmıyor ama içimden “Bu yazıyı okumasanız da olur, elinizde tuttuğunuz gazetenin beşinci sayfasına bakın” demek geliyor. Orada Cumhuriyet’in çalışkan karıncalarından genç kapı yoldaşım Canan Coşkun’un bir röportajını bulacaksınız ve Can Erok’un fotoğraflarını...
“E öyleyse niye yazdın” diye azarlamayın. İçim kanadı da ondan yazıyorum...
Bir zamanlar, epey geride kalmış bir zamanlar gazetelerde yazıldı; sonra da dillere pelesenk oldu; bugünlere kadar geldi:
“Halk plajlara hücum etti, vatandaş denize giremiyor” dendi.
O eski zamanlarda gazetelerdeki o yazılara Anadolu’dan İstanbul’a, çiftçilikten fabrika işçiliğine geçmek için gelenlerin uzun, paçadan bağcıklı ak donları ile Caddebostan ya da Florya plajlarında denize girenlerin fotoğrafları eşlik etti. Onlar halk’tı; kalabalıktan yakınanlar ise vatandaş!..
***
Aradan uzun yıllar geçti; bugünlere geldik. Vatandaş, halk’ın varlığına alıştı. “Köyden geldim şehire, şaşırdım birdenbire” diye halkla dalga geçen kabare şarkıları anlamını yitirdi, unutuldu...
Kendini hâlâ “vatandaş” sayıp “halk”tan ayıran; kimileri bilinçli, kimileri bilinçsiz ırkçılığın batağına savrulanlar bu kez mültecilerden yakınır oldular.
“Sokaklarda dileniyorlar... Çeteleştiler... İşlerimizi elimizden alıyorlar... Pis Araplar... Medeniyetten nasipsizler” gibi yakınma cümlecikleri her gün kulaklarımıza ulaşmaya başladı.
Ortadoğu dediğimiz, petrol okyanuslarının üstündeki topraklarda fırtına şiddetinde esen kan, ölüm ve amansız yoksulluk rüzgârlarının Türkiye’ye savurduğu, çok büyük çoğunluğu Suriyeli, sonra Afganistanlı, Iraklı, Filistinli göçmenler Ege kıyılarında “Avrupa umudu” ile derme çatma teknelere doluşup ölüme koştular.
Kendilerini şanslı sayıp Avrupa toprağına ayak basabilenler, “sığınmacı”nın eğreti, güvensiz, yabancı ve umutlar çürüten yaşamının içine düştüler...
***
Rahatı bozulacak, refahı tehlikeye girecek kaygısına düşmüş “kibirli ve bencil” Avrupalının dayattığı önlemler yüzünden denize açılma olanağı bulamayanlar ise Türkiye kentlerinde ayakta ve hayatta kalma savaşı veriyorlar.
Haliç kıyısında, mesela Balat’ta henüz müteahhidini bulamadığı için terk edilmişe benzeyen, çöktü çökecek viranelerde yağmurdan, soğuktan korunmaya çabalayan; küçük çocuklarını dilenmeye yollayan, kendileri ise üç otuz paraya izbe atölyelerde çalışan mültecilerin bir kesimi yaz sıcağında plajlara göç ettiler.
Florya’daki ünlü Menekşe Plajı sadece bir örnek. Kıyı boyunca başka plajlar; Ege kıyılarında, mesela İzmir’de, Kuşadası’nda, Dikili’de, Didim’de, Bodrum’da, kıyı kasabalarında uzanan plajlar çoğunluğu Suriyeli göçmenler için plajdan çok bir sığınak. Yatıp kalktıkları, yiyip içtikleri, çocuklarını büyüttükleri bir sığınak, bir “konut”. Önlerinde uzanan denize girip, biliyorlarsa yüzdükleri, bilmiyorlarsa çimdikleri bir ev...
***
Onları babaevinden, anayurdundan koparıp “Menekşe Plajı”na sürükleyen ve asla kendi seçmeleri olmayan “kader” yüreğimizi kanatsa gerek.
Bu çaresiz insanlara bilerek bilmeyerek ırkçı önyargılarla yaklaşıp düşmanlık besleyenler ise vicdanımızı...
Cumhuriyet / 10.07.16