Altınbaş Üniversitesi öğretim üyesi ve Sol Parti Başkanlar Kurulu üyesi Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, “Yeni Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan ve Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın var olan yapının içerisinde, bir farklılık yaratacaklarını sanmıyorum” dedi. Kozanoğlu, Türkiye’nin 1 yıl içerisinde yenilemesi gereken 181.3 milyar dolar dış borcu olduğuna, ülkenin ciddi bir ödemeler dengesi krizi yaşama tehlikesi bulunduğuna işaret etti. Türkiye’nin bugün en can yakıcı sorununun işsizlik olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ile ekonomideki gelişmeleri konuştuk.
- Önce gece yarısı atamasıyla Merkez Bankası başkanı değişti, peşinden Bakan Berat Albayrak’ın istifası geldi. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle Merkez Bankası başkanlarının süreleri dolmadan görevden alınmaları veya istifa etmeleri çok istisnai bir durumdur. Ancak bir yolsuzluk, usulsüzlük söz konusu olduğunda gündeme gelebilir. Bir ülkede peş peşe iki başkanın, Murat Çetinkaya ve Murat Uysal’ın görevden alınmaları kurumsal yapıların çökmekte olduğunun alameti sayılabilir. Ben aslında Merkez Bankası’nın (TCMB) bağımsızlığını savunmuyorum. Çünkü bu bağımsızlığın toplumun üretim, istihdam, geçim kaygılarından uzaklaşmış, finansal piyasaların taleplerine göre davranmaya kurgulanmış, neoliberalizmin ana direklerinden biri olduğunu düşünüyorum. Ne var ki bir yasal değişiklik yapılana kadar TCMB bağımsızlığına sonuna kadar sahip çıkmak gereğine de inanıyorum. Kaldı ki TCMB’de temel kararlar Para Politikası Kurulu (PPK) tarafından verilir. Başkan 7 üyeden sadece birisidir. Beğenilmeyen faiz kararlarıyla tüm faturanın başkanlara çıkarılması da ayrı bir çarpıklıktır.
- Peki, Bakan Albayrak’ın istifası?
Hazine ve Maliye Bakanı’nın istifasını sosyal medyadan duyurması da bütün teamüllere aykırıdır. İstifa tek yönlü bir müessese olmasına karşın, makam sahibi istifayı bizzat kendi üstüne, burada Cumhurbaşkanı’na sunmalıydı. Bunu aradaki akrabalık bağının bunu gerektirmesini bir yana bırakarak tamamen yerleşik kamu yönetimi adabına dayandırıyorum. Aslında normalde ayrı olması gereken iki fonksiyonu Hazine ve Maliye bünyesinde toplayan bir bakanlıkta görev yapmak, üstelik de makro dengeleri son derece bozuk bir ekonomiyi tüm dünyanın pandemi sürecinden geçtiği bir dönemde yönetmek gerçekten çok meşakkatli bir görev olmalı. Ancak Berat Albayrak sürekli sağladığı müthiş başarılardan bahsettiği, tüm dünyanın bizi kıskandığı iddiasını diline doladığı, yaşanan sorunları halkla paylaşmadığı için toplumun güvenini tamamen kaybettiği için tartışmaların hedefine oturmuştu.
Sistem artık işlemiyor
- Kişileri değiştirmekle ekonomiyi düzlüğe çıkarmak mümkün mü? Türkiye ekonomisi için iş işten geçti mi?
Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin, Türkiye’nin demokratik birikimine, kurumsal yapıların gelişmişliğine, ekonominin geldiği düzeye hiç de uygun olmayan bir model olduğu kısa zamanda anlaşıldı. Bu sistemde insanlar her konuda cumhurbaşkanının ağzına bakmak zorunda kalıyor, geri kalan tüm figürler bir siluet olmaktan öteye gidemiyor. Bunun belki de en açık örneği Strateji ve Bütçe Başkanlığı gibi kâğıt üzerinde en önemli, kalkınma planını, yıllık programı, bütçeyi, orta vadeli programı hazırlamakla görevli bir kurumun başında kimin bulunduğunu kamuoyu önceki gün fark etti. Üstelik bu kişi Maliye Bakanlığı görevinden ismi bilinen Naci Ağbal’dı. Erdoğan’ın rezervlerdeki erimeyi Ağbal’ın brifingiyle öğrendiğini görüyoruz ki bunlar hep sistemin işlemediğinin alametleri. Hazine ve Maliye Bakanlığı’na getirilen Lütfi Elvan ve Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal, bürokrasiden gelen, biraz daha oturaklı bir profil veren kimseler. Ancak bu yapının içerisinde, bir taraftan neoliberal bir yandan kayırmacı sistem sürerken AKP milletvekili olarak da kamu yönetimindeki bu bozulmada vebali bulunan kimselerin bir farklılık yaratacaklarını sanmıyorum.
İstifa, müjde etkisi yarattı
- Piyasanın Bakan Albayrak’ın istifasına ilk tepkisi döviz satışı oldu. Piyasa yaşananları nasıl algılıyor, piyasanın ana beklentisi ne?
Genelde ekonomiden sorumlu bakanın istifası, üstelik yerine kimin geleceği belli değilse piyasaların olumsuz reaksiyonuyla karşılaşır. Berat Albayrak’ın aşırı yıpranmışlığı aksine müjde etkisi yarattı. Aynı gün ABD Başkanlığı’nı Biden’ın net bir biçimde kazandığının anlaşılması, aşı çalışmalarında mesafe alındığına dair olumlu haberler de üzerine eklenince lira bir günde yüzde 5’in üzerinde değer kazandı. Bir para, değer kaybetmeye başlayıp serbest düşüşe geçince artık her yeni girenin bile yüzü gülmeye, dövizden her çıkan pişman olmaya başlar. 22 Ekim PPK kararında beklenen faiz artışının gelmemesiyle dolar kurunun 7.90 liradan 6 Kasım günü 8.50’nin üzerine çıktığını gözlemledik. Anlaşılan 9 Kasım’da olumlu algının güçlenmesiyle piyasalar bunu bir düzelme için fırsat bildi.
Tehlike çanları çalıyor
- Peki, bu krizden çıkış görüyor musunuz, ne yapılmalı?
Türkiye’nin 1 yıl içerisinde yenilemesi gereken 181.3 milyar dış borcu bulunuyor. Ülkenin ciddi bir ödemeler dengesi krizi yaşama tehlikesi var. Çünkü cari açık sürekli artıyor, bu borçların çevrilmesindeki güçlük ile birleşince tehlike canları çalıyor. Yılsonunda cari açığın 30 milyar doları aşması bekleniyor. Asıl tehlike şu: Özel sektör 2018 ilkbaharından beri “delevaraging” denilen borçlarını azaltma telaşında. Son 2 yılda özel sektörün dış borçları 62.3 milyar dolar azalmış. Reel sektör şirketleri dış borçları yanında yurtiçi bankalara olan döviz yükümlülüklerini de aşağı çekme gayretinde. 2017 sonunda net pozisyonları 162.2 milyar dolara gerilemiş. Bu riskin azaltılması açısından olumlu. Gelgelelim şirketler kesimi borçlarını ödemek için döviz talep edince bu kurları yükselten bir etki yaratıyor. Daha da önemlisi, reel sektör nakit akışlarını dış borçların tasfiyesine tahsis edince yeni yatırım yapmıyor, istihdam yaratmıyor, ekonomi bu cendereden bir türlü çıkamıyor.
- Sizce şu anda Türkiye’nin en can yakıcı sorunları nelerdir?
Türkiye’nin bugün en can yakıcı sorununun işsizlik olduğunu düşünüyorum. AKP ekonomi yönetimleri hiçbir zaman işsizlik oranlarını aşağı çekemediği gibi, başta gençlerin, kadınların üretim sürecinin dışında kalmalarına yönelik önlemler de geliştirememişti. Ancak bu kez durum daha da vahim. Çünkü nüfus hızla artarken çalışma isteği beyan eden nüfus giderek azalıyor. Yurttaşlar işsizlik sorununu katmerli yaşıyor, kamu istihdamının tamamen dışına düşüyorlar. Bugün çalışma yaşındaki kişilerin kabataslak ancak yarısı çalışma isteği beyan ediyor. İşsizleri çıkarınca her 100 kişiden 43-44’ünün istihdam edilebildiği bir ekonomiyle dünya ile rekabet edebilmek imkânsız. 3 kişiden ancak 1’inin fiilen işbaşı yaptığı bir tabloyla karşılaşıyoruz. Bu, ekonomik bir sorun olduğu kadar sosyal ve psikolojik boyutları da bulunan derin bir yaradır.
Açlık görüntüleri yaygınlaşacak
- Bundan sonraki süreçte yurttaşı nasıl günler bekliyor?
Döviz kurlarındaki artış enflasyona ivme kazandırıyor. Talep düşük olduğu için bu 2018’deki gibi anında fiyatlara yansımıyor. Ancak zaman içine yayılarak enflasyonu artırıyor, yurttaşın satın alma gücünü geriletiyor. Merkez Bankası’na göre kur artışlarının fiyatlara yüzde 20 geçirgenlik etkisi var. Pandemi, özellikle ağırlama ve perakende sektörünü çok olumsuz etkiliyor. Küçük esnaf, sokak satıcıları, kayıt dışı çalışanlar salgından en fazla etkilenen kesimler. En son açıklanan verilerle “Sosyal Koruma Kalkanı” çerçevesinde 39.2 milyar lira dağıtılmıştı. Bu GSYH’nin 1’inin altında çok sınırlı bir destek. 6.3 milyon aileye sadece 1 defalık 1000 TL ödemeyle yetinilmişti. Önümüzdeki aylarda zorlama kredilerin geri ödemeleri de kapıya dayanınca büyük sıkıntılar yaşanacak. Ne yazık ki göründüğü kadarıyla Türkiye’yi yoksulluk, hatta açlık görüntülerinin yaygınlaştığı zor bir kış bekliyor.
Şehriban Kıraç – Cumhuriyet / 11.11.20