Seçim sathı mailinde Türkiye siyaseti bir kez daha Kürt yokuşunda tökezlerken, Ankara kanlı patinajlar yaptığı “terörle mücadele” stratejisine Suriye ve Irak’ı ortak etmek için bütün kapıları zorluyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, NATO’nun genişlemesi konusunda ittifakın minnet duygusunu, Kürtler aleyhine bir alacağa çevirmeye çalışıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Washington’daki temaslarının kritik başlıklarından biri güney sınırlarında tampon bölge hedefini mümkün kılacak kırılmalar yakalamaktı. Beri tarafta Şam’ın Türk askerinin çekilmesi şartının arkasından dolanacak bir normalleşme için Suriye lideri Beşşar el Esad’ı ikna yolları aranıyor. Son ayların en dikkat çekici mesaisi Irak tarafında verildi. Erbil ve Bağdat’a Dışişleri, Savunma, Genelkurmay ve MİT’ten ikili-üçlü çıkarmalar yapıldı. Nihayetinde 19 Aralık 2023’te Ankara’da yapılan güvenlik zirvesinin devamı 14 Mart’ta Bağdat’ta gerçekleşti. Fidan ve Kalın’ın yanı sıra Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve İçişleri Bakan Yardımcısı Münir Karaloğlu da katıldı. Masanın diğer tarafında Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin, Savunma Bakanı Muhammed el Abbasi, Ulusal Güvenlik Müsteşarı Kasım el Araci, Haşd’uş Şaabi Heyeti Başkanı Falih el Feyyad, Kürdistan İçişleri Bakanı Rebwar Ahmet ve ismi paylaşılmayan Irak Muhaberat Müsteşarı vardı.
Yedi maddelik ortak bildirinin can alıcı noktalarını tek cümleye sığdırırsak; iki ülke arasında terörle mücadele, ticaret, tarım, enerji, su, sağlık ve ulaştırma alanlarında eşgüdümlü, düzenli ve sonuç odaklı çalışacak ortak daimi komitelerin ihdası kararlaştırıldı. Komitelerin bakanlar düzeyinde olması bekleniyor.
Türkiye’de heyecan yaratan maddeyi aynen aktarayım:
“Taraflar PKK'nın Türkiye ve Irak için güvenlik tehdidi teşkil ettiğinin altını çizmişler ve söz konusu örgütün Irak topraklarında mevcudiyet göstermesinin Irak Anayasası'nı ihlal ettiği anlamına geldiğini kayda geçirmişlerdir. Türkiye, Irak Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından PKK'nın Irak’ta yasaklı bir örgüt olduğu yönünde alınan kararı memnuniyetle karşılamıştır. Taraflar, Irak topraklarını kullanarak Türkiye'yi hedef alan örgüt ve uzantılarına yönelik alınması gereken önlemler konusunu istişare etmişlerdir.”
Taraflar Erdoğan’ın nisanda hedeflenen Bağdat ziyaretine kadar stratejik ortaklığın çerçevesini çizecek bir mutabakat zaptı hazırlayacak. Irak’la pek çok konuda kavgalı hale gelen ve neredeyse “istenmeyen lider” konumuna düşen Erdoğan’ın son ziyareti 12 yıl önceydi.
***
Erdoğan malum Suriye’den Irak’a bütün sınır boyunca 30-40 km derinliğinde güvenli ya da tampon bölge oluşturma hedefini dilinden düşürmüyor.
Hesap şu: 30-40 kilometrelik bir alanda güvenlik koridoru oluşursa, obüs toplarıyla etki alanı 60 kilometrelik derinlik kazanır. Böylece bu menzilde PKK barınamaz hale gelir.
Fakat tamponu kendi imkân ve kapasitesiyle kurması mümkün değil. Suriye tarafındaki denklemi bir kenara bırakıp Irak tarafına bakarsak; 2019’dan beri devam eden Pençe operasyonlar serisi askeri üslenme, gözetleme ve kontrol noktalarının artırılmasıyla PKK’nin hareket kabiliyetini biraz sınırladı. Ama sonuç, ilan edilen hedeflerin uzağında. İlk kez kış koşullarında erişimi çok zor tepelerde asker tutma stratejisi denendi ve ağır kayıplar verildi. Dağlık coğrafya alan hakimiyetinin önündeki en mühim engel. Irak İçişleri Bakanı Abdülemir Şemmari’ye göre Türkiye sınırdan 15-20 km derinliğindeki alanları kontrol ediyor. Fakat PKK’nin Türkiye-Irak ve İran-Irak sınırları boyunca 200 km’yi aşan bir alana yayılmış farklı dağ silsileleri üzerindeki kamp alanlarını ortadan kaldırmak ya da aralarındaki bağlantıları kesmek çok büyük bir iddia. Bu iddia potansiyel olarak Türkiye’nin bütün enerjisini tüketecek askeri harcamaları, çok büyük ölçekte askeri sevkiyat ve yığınağı, yıllarca sahada kalacak olmanın maliyetlerini, tahminlerin ötesinde insani kayıpları, bölgede kazanılacak yeni düşmanlıkları da içeriyor. Ayrıca bölgede binlerce köy ve yerleşim merkezinin savaş alanına dönmesi anlamına geliyor. Halihazırda boşalan köylerin sayısı 600’ün üzerinde. İçeride herkese kazandıracak demokratik çözümü reddeden ırkçı kibir ve siyasi bağnazlık yüzünden ülke bu korkunç yola itiliyor.
SİHA teknolojisi, sahadaki casusluk ağı ile Erbil yönetiminin işbirliği sayesinde takip ve vurma menzili genişliyor. Fakat buna paralel olarak PKK bir yandan klasik kamp düzeninden çıkıyor ve karşı stratejiler geliştiriyor, diğer yandan örgüt güneydeki alan ve şehirlere kayıyor. Bu durum Ankara’yı hem Kürdistan’ın iki yakasını yani KDP ile birlikte KYB’yi kendi hedeflerine göre hizalamaya hem de Bağdat’taki aktörleri ortak etmeye itiyor. Ankara Erbil ve Bağdat’taki görüşmelerde Süleymaniye, Kerkük, Mahmur, Musul ve Şengal yayındaki artan PKK varlığına işaret ederek “Benim savaşıma ortak olmak zorundasınız” diyor.
***
Peki taraflardan tam olarak ne isteniyor? Detaylar paylaşılmasa da demeçler ve sızdırılan bilgilerden hareketle bazı çıkarımlarda bulunmak mümkün:
- KDP’den Peşmerge güçlerini PKK’nin manevra alanını daraltacak şekilde konuşlandırması, Suriye ile geçişleri kapatmak için etkili önlemler alması ve PKK unsurlarına karşı daha fazla istihbarat desteği vermesi isteniyor. Fakat bu 1990’lardaki Kürtler arası savaşa dönülmesi riskini doğuruyor ki KDP lideri Mesut Barzani’nin meşhur sözü olası direnç noktasına işaret ediyor: “Bir daha Brakuji’ye izin vermeyeceğim.”
- Yaptırım ve tehditlerle üzerinde baskı kurulan KYB’nin PKK ile ilişkileri kesmesi, karşı önlemler alması ve MİT’le işbirliğine girmesi talep ediliyor. Ayrıca ABD’nin yönlendirmesiyle KYB’nin terörle mücadele birimi ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında kurulan ilişkinin bitirilmesi isteniyor. KYB’nin kafasına vurma siyasetinin bu partiyi daha fazla İran’ın oyununa ittiğini gördüler ve şimdi havuç-sopa taktiği güdüyorlar. Ama madalyonun öteki yüzündeki “merhametli çözüm” o kadar müşfik değil. Süleymaniye kalkış ve inişli uçaklara Türk hava sahası hala kapalı. Muhataplıkta ambargo var. Fidan, MİT Başkanı iken görüştüğü Bafıl Talabani’nin baş başa verip çözüm bulma teklifini “Benimle değil MİT ile muhatap olacaksın” diyerek geri çeviriyor. Tabii Kürdistan Başbakan Yardımcısı Kubat Talabani, KYB kökenli eski Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih ve halefi Abdüllatif Reşid üzerinden mesajlar gönderiyorlar. Bir de KDP ile KYB arasındaki sorunlar halledilirse Süleymaniye’nin İran’dan uzaklaşacağı değerlendirmesi öne çıkıyor. O yüzden Erdoğan’ın Kürdistan Başkanı Neçirvan Barzani’ye “Talabani’yle sorunlarınızı halledin” diye telkinde bulunduğu aktarılıyor.
- IŞİD’le savaştan beri Kerkük, Musul ve Şengal’de etkisini artıran Haşd’uş Şaabi’den de Türkiye’ye karşı tutumunu değiştirmesi ve işbirliğine girmesi bekleniyor. Erdoğan ve ekibi Musul’un kurtarılması operasyonları sırasında Haşd’uş Şaabi’yi İran güdümlü terör örgütü olarak ağzına dolamıştı. Haşd’uş Şaabi bağlantılı gruplar defalarca Başika üssüne saldırıda bulundu. İran destekli grupların direncini kırmak için Feyyad’ı yakın plana aldılar. Haşd’uş Şaabi, IŞİD’le savaşta Şengal Direniş Güçleri’ne (YBŞ) destek de verdi.
- Irak sınır muhafızlarından daha yaygın bir konuşlanma bekleniyor. Bağdat-Tahran güvenlik anlaşması çerçevesinde İran-Kürdistan sınırlarını kapatmaya yönelik adımlar kuzey için de örnek teşkil ediyor. Ama coğrafyanın koşulları çok sert ve sınırları kapatmak Irak’ın boyunu aşan bir mesele. Güvenlik söz konusu olduğunda Irak kendi yırtıklarını doğru düzgün dikecek durumda değil. Ayrıca merkezi hükümetten Kerkük’te önlem alması, Şengal’de PKK ilintili YBŞ’nin tasfiye edilmesi talep ediliyor. YBŞ bir dönem hükümetten maaş aldı. Ankara bu sayfanın tamamen kapanmasını istiyor.
Ankara öteden beri askeri operasyonlara eleştiri geldiğinde “Sen yapamayacaksan ben yaparım” diye tersliyor.
Şimdi Irak hükümetinin tutumundaki dönüşüm PKK’nin yasaklı örgüt sayılmasında kendini gösteriyor. Şii grupların çatı yapılanması olan Koordinasyon Çerçevesi’nden bir lider, Şark’ul Evsat’a, “Bağdat ve Ankara, PKK’nın tehlikeleri konusunda ortak algıya ulaştı” demiş. PKK’nin Bağdat’la ilişkileri fena değildi. Bazı sivil örgütler üzerinden yürütülen çalışmalar da yasal çerçevede ele alınıyordu. Yasaklı örgüt ifadesi “terör örgütü” nitelemesini karşılamıyor. Pratikte bunun ne tür önlemlerle karşılık bulacağı önemli.
***
Türkiye’nin askeri operasyonlarını egemenlik ve toprak bütünlüğünün ihlali olarak gören Bağdat’ın işbirliğinden yana müzakereye girmesi birkaç faktörle açıklanabilir. Her şeyden önce Erdoğan’ın elinde hem bel bükücü hem de ayartıcı bazı kartlar var. Bir kere terörle mücadele ile ticari-iktisadi dosyaları aynı pakete koyuyor. Havuçlar ve sopalar aynı sepette.
- Paris’teki tahkimin Türkiye’yi tazminata mahkûm etmesinin ardından Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı’nın vanasını kapattı. Sevkiyatı yeniden başlatmak için “Tazminatı unutun” demekle kalmıyor, “Biz kuzeyden siz güneyden... Askeri operasyonlarımıza ortak olacaksınız” diyor. Vananın kapalı kalması Kürdistan’ın belini de kırıyor.
- Paketteki “su” en hayati mesele. Dicle ve Fırat’ın suları kuraklık mevsimlerinde kriz yaratıyor. Suyun paylaşımı, su kanallarının ıslahı, yeni sulama teknikleri, kısaca ortak su yönetimi şart. Erdoğan bir “su çarı” atadı, güya komiteler kuruldu lakin arpa boyu yol alınamadı.
- Bir de Kalkınma Yolu Projesi var. Türk heyeti Bağdat’taki görüşmelerde otoyol ve tren yolunu da içeren bu koridorun hayata geçirilmesi için PKK’nin tehdit olmaktan çıkarılması gerektiğini söylüyor. Basra’daki Fav limanından Bağdat ve Musul’u geçip Türkiye, Suriye, Irak üçgeninin dibindeki Ovaköy’den Türkiye’ye geçecek yol, paketin “kazan-kazan” denklemindeki en önemli başlık. 1200 km’lik hat Körfez’in yükünü de taşıyacak. Haliyle Irak’ın güney komşularının bundan çıkarı büyük. İran’ın güney-kuzey koridor planına alternatif olduğu için Tahran rahatsız. Proje Bağdat’ta çelme yerse bunda İran etkisi aranabilir. Yeni koridorda Kürtler için denklem “kazan-kaybet”e dönüşebilir. Ovaköy Kürdistan’ın en önemli gelir kapısı Habur’un önemini düşüreceği için Kürdistan’daki aktörler tedirgin. Ovaköy’de Kürdistan’ın rolünün ne olacağı belirsiz. Ovaköy, Habur’dan 10 km ötede. Habur’u esas alıp mevcut altyapıyı genişleterek koridoru buradan kurabilirler ama bunu aynı zamanda bir güvenlik koridoruna dönüştürme, Suriye-Irak arasında geçişleri kesme, Kürdistan’ı sık boğaz etme ve Irak merkezi hükümetinin kontrolünü kuzeye taşıma niyeti barındırdığı için Ovaköy’de ısrar ediyorlar.
Bağdat açısından Türkiye ile yakınlaşmayı teşvik eden faktör 1990’dan beri merkezin kontrolünde olmayan Kürdistan bölgesinde merkezin etkisini artırmaya yarayacak bir işbirliği modelinin oluşmasıdır.
Burada ABD’nin tutumu da önemli. Amerikalılar Bağdat’taki siyasi denklemin korunması açısından Kürdistan’ın hırpalanmasını istemiyor. Fakat Türkiye’nin Irak’ta İran’ın önünü kesecek güç olması yönündeki teklifler güncelleniyor. Malum ABD üzerinde Irak’tan çekilme baskısı artıyor. ABD yarın bir gün muharip güçlerini çekerse NATO müttefiki Türkiye’nin Amerikan çıkarlarına gardiyanlık yapması beklenir. Bağdat’ta İran’ı dengelemek isteyen aktörler de meseleye bu açıdan bakıyor. Ulaşım koridoru planında Kürtler de bir şekilde memnun edilirse İran’ın etkisini kıracak bir proje olarak ABD’den de teveccüh görebilir. ABD, Suriye’de SDG’ye verdikleri desteğe karşı itirazlarını geriletmek için Irak tarafında PKK’ye karşı operasyonlara ses çıkarmıyor.
***
Erbil, Süleymaniye ve Bağdat’ın tampon bölge planına beklendiği şekliyle ortak olması çok şişirilmiş bir beklenti. Fakat Erdoğan pratikten yoksun olsa da ortak bir metin elde ederse bunu askeri operasyonları genişletmek için tepe tepe kullanabilir. Herkesi bu belgeyle susturabilir. Türkiye 2019'da Pençe ile Hakurk’da, 2020’de Pençe-Kaplan ile Haftanin’de, 2021’de Pençe-Şimşek ve Pençe-Yıldırım ile Metina, Zap ve Avaşin-Basyan bölgelerinde harekâtlar yürüttü. Nisan 2022’den beri Pençe-Kilit ile Metina, Zap ve Avaşin-Basyan’da kontrol ağını büyütmeye çalışıyor. “Ortaklık kurulur da başarı elde edilirse Türkiye’nin Irak’ta kalmasına gerek olmaz” denildiğini de duyuyoruz. Fakat Bağdat’ta inanan çıkar mı, sanmam.
Erdoğan her halükârda yaza doğru büyük bir operasyon için start vereceğe benziyor. Komutanların sınırdaki birlikleri ziyaretleri buna işaret ediyor. Pençe-Kilit Operasyonu’nu kilitlemekten söz ediyorlar. Defalarca çiğnenmiş yolu bir kez daha yürümek neyi değiştirir, o da ayrı bir konu. Baskı stratejisi PKK’nin silah bırakmasını temin eder mi? Bu noktada Murat Karayılan’ın Newroz’da yazılı olarak duyurmaktan söz ettiği müjde merak konusu oldu. Ortalık silah bırakmaktan tek taraflı ateşkese, SİHA’lara karşı yeni silahlardan serhildana varan spekülasyonlardan geçilmiyor.
Erdoğan’ın ziyaretine kadar stratejik çerçeve anlaşmasının çıkıp çıkmayacağını bekleyip göreceğiz. Unutulmaması gereken nokta; Bağdat’ta siyaset yekpare değil. Farklı bileşenler üzerinde duran hükümet kırılgan ve edilgen. Yürütmenin iradesi mutlak sayılmaz. Taahhütler ile pratikler arasındaki uyumsuzluk giderilemeyebilir. Genelde komiteler kurulur ve kurulduğu masada kalır. Anlaşmalar da öyle. O yüzden mutabakatların gerçek değeri göreceli olabilir. Kuşkusuz Irak’ın PKK’ye yönelik yeni tutumu seçim havasındaki sokaklarda iktidar lehine toz kaldırıyor. Eski Bağdat Büyükelçisi Fatih Yıldız, X platformunda Bağdat’ın “yasaklı örgüt” tanımını “tarihi karar” olarak niteleyip “PKK’ya büyük bir darbedir” diye yazdı.
Her şey bu kadar net olmayabilir. Dicle’de batan güneş ile doğan güneş aynı olmaz. Hep derim, Orta Doğu’nun akşamı sabahını tutmaz. Bu ülke milliyetçi zehirlenmenin etkisinden çıkmak, siyaset simsarları ve savaş baronlarının çıkarlarına göre hizalanmaktan kurtulmak zorunda. Suriye ve Irak’ta tampon ısrarı sadece kötülük sarmalının, şiddet döngüsünün ve çözümsüzlüğün büyümesine yaradı, başka bir şeye değil.
Gazete Duvar / 19.03.24