Hindistan’ın tarihi kıtlıklarla milyonların ölümünü de barındırır. 28 kıtlık, ülke yurtseverlerinin dikkatini İngiliz sömürgeciliğine yöneltmelerine yol açacaktır haliyle. Geç olmuştur ama sonunda yükselmiş bir mücadeledir sömürgeciliğe karşı başkaldırı.
Batı Bengal eyaletinde Marksist parti tam 34 yıl boyunca iktidardaydı. 1977-2011 yılları arasında işbaşında bulunan marksist hükümetler Batı Bengal eyaletini ülkenin diğer eyaletlerinden daha zengin, yaşama standardı daha yüksek bir eyalete dönüştürdüler.
Hindistan’ın Kalküta kentinde Sol Cephe önderliğinde düzenlenen mitinge 1 milyonu aşkın kişinin katılması geçen haftanın en dikkat çeken olayıydı. Hindistan Komünist Partisi (Marksist), Hindistan Komünist Partisi, Hindistan Komünist Partisi – Marksist Leninist (Kurtuluş), Tüm Hindistan İleri Bloğu ve Devrimci Sosyalist Parti (Komünist) adlı parti ve örgütlerin oluşturduğu Sol Cephe’nin mitingindeki bu kalabalık, nüfusu 1 milyarı geçen Hindistan için bile çok ama çok büyük bir sayı.
Hindistan politikasından haberdar olanlar için bu bir sürpriz değil elbette. Çünkü bu devasa ülkede solun her rengi, özellikle Marksist hareketler bir hayli yaygın. Nedenlerinden biri ülkenin elbette uzun bir sömürge geçmişine sahip olması. Hindistan’da özellikle Cochin’de, Malabar ve Travancore bölgelerinde, 1920’lerden başlayarak verilen bir sömürgecilik karşıtı mücadele olmuştur ki bunun sola evrilmesi zor olmamıştır.
Marx’ın ilgisi
Büyük Marx, Kapital’de ondokuzuncu yüzyıl Hindistanı’ndan söz ederken “İngiliz pamuk makineleri Hindistan’da ciddi bir etki yarattı. Pamuk dokumacıların, kemikleri Hindistan ovalarını beyazlatıyor” der.
Sadece bu değil. İnsan eliyle yaratılan kıtlık, açlık da ülke insanını ölüme mahkûm etmiştir. Geçen yüzyılın ilk yarısında yaklaşık 1.5 milyon insanın hayatını kaybetmesine yol açan yedi kıtlık yaşadı ülke. İkinci yarıda ise 28.5 milyon insanın ölümüyle sonuçlanan 28 kıtlık daha olacaktır. Tüm bunlar ülke yurtseverlerinin dikkatini İngiliz sömürgeciliğine yöneltmelerine yol açacaktır, haliyle. Geç olmuştur ama sonunda yükselmiş bir mücadeledir sömürgeciliğe karşı başkaldırı.
Ülkedeki İngiliz sömürgeciliğinin ilk eleştirisi Dadabhai Naoroji’nin yazdığı “Hindistan’da Yoksulluk ve Olmayan İngiliz Yönetimi” dir. Bu kitabın yazarı da dahil olmak üzere Hindistanlı ilericilerin iki temel zayıflığı vardı derler; ilki Hindistan’ın yağmalanmasını, onu yağmalayan İngilizlerin doğasına aykırı görmek (Naoroji’nin kitabının başlığındaki ‘Olmayan İngiliz’ ifadesi bunun kanıtıdır), ikincisi de ülkedeki yıkıma neyin yol açtığı konusunda net bir fikire sahip olamamak.
Oysa Marx, yarım yüz yıl önce bu ülkeye ilişkin daha kapsamlı bir değerlendirme yapmıştı. 1850’lerin başında New York Daily Tribune’da burjuva sömürgeciliğinin normal bir kuralı olan yağmalama da İngiliz parmağı olduğunu göstermişti. Marx, ortaçağ Hindistanı’nın yıkılmasının aynı zamanda kapitalist bir Hindistan’ın temelini atacağını da belirtmişti. Bu nedenle, Hindistan’daki İngiliz yönetiminin hem yıkıcı hem de yenileyici bir rolü olduğunu vurgulamıştı. Hint yoksulunun kurtuluşu için yerine getirilmesi gereken iki koşul vardı Marx’a göre; ya İngiltere’de proleter bir devrim ya da Britanya sömürgeciliğinin bizzat Hindistanlılarca yok edilmesi.
Hint yurtseverleri ne kadar Marx’tan etkilendiler o yıllar, bilinmez ama sömürgeciliğe karşı ciddi başkaldırılar gerçekleştirdiler. Yani Marx’ın “Britanya sömürgeciliğinin bizzat Hindistanlılarla yok edilmesi”ne ilişkin adımlar attılar.
Büyük halk isyanları
Hindistan’da sömürgecilik dönemi boyunca büyük halk isyanları başgösterdi. Ondokuzuncu yüzyılın tamamı, özellikle ikinci yarısı, mülkleri açgözlü İngilizlerle yerli işbirlikçisi Hint prens ya da feodal beyler tarafından gasp edilen köylülerin isyanlarıyla doludur.
Bunların en büyüğü, Sepoy Ayaklanması olarak bilinen, “Hindistan’ın ilk Kurtuluş Savaşı” olarak da nitelendirilen 1857’deki ulusal patlama oldu. Bu gerçekten de İngiliz yönetimine ilk büyük meydan okumaydı. Ne var ki, üstün ateş gücüyle, hızla müdahale etme yetenekleriyle, İngilizler 1859’da isyanı bastırdı. Bu isyanlar ülkeyi adeta hükümet gibi yöneten Doğu Hindistan Şirketi’nin etkisini uzun süreliğine kırdı. Ondokuzuncu yüzyılın diğer isyanlarından farklı olarak, 1857’ninki yerel bir isyan olarak kalmamış ve nesnel olarak temel toplumsal çelişkiyi çözme amaçlı olmuştur. Böylece kimilerinin dediği gibi “ölen feodalizmin son çırpınışı” değil, ama Hint ulusçuluğunun doğum sancısıydı bu isyan.
Hindistan Ulusal Kongresi doğdu
Yüzyılın üçüncü ve dördüncü çeyreğinde, yeni toplumsal güçlerle birlikte, aydınlanmış kesimin yanı sıra yükselen burjuvazi ve yeni entelijansiyaları birleştiren ilk siyasi oluşumların ortaya çıktığı görüldü. 1850’lerde İngiliz Hint Kalküta Birliği ve Bombay Derneği ile başlayarak Poona Sarvajanik Sabha (1870), Bengal (1876) ve Madras Mahajan Sabha (1884) merkezli Hint Birliği gibi çeşitli kuruluşlar aracılığıyla devam eden bu süreç, 1885’te Hindistan Ulusal Kongresi’nin doğuşuyla sonuçlandı
Kongrenin kuruluşu Hindistan’daki İngiliz yetkililerinin de onayıyla gerçekleşti. Çünkü patlayan isyanlara karşı bir taviz verilmesi gerekiyordu. Ama bu tür bir siyasi kurumun ortaya çıkmasında politik, kültürel gerekçeler de gereklidir, bu da Kongre’nin doğuşunda vardı.
Hindu ritüalizmi ve kastçılığına karşı çıkmadan, modern politikada hiçbir başlangıç yapılamaz. Bu karşı çıkışlar “Bengal rönesansı” olarak nitelendirilen reform hareketinin habercileriydi. Bu reform hareketi “aydınlanmış feodal bey” kökenliydi. Köylü sorununa hiçbir zaman değinilmedi bu reformlarda. Sınırlı bir değişim vizyonuna sahip olan Bengal Rönesansı’nı gerçekleştirenler, İngilizlerle de işbirliği yaptıkları için komünistlerce eleştirildiler hep. Ancak komünistler daha sonra bu rönesansın ilerici bir milliyetçi entelijensiyanın doğuşunu sağladığını da kabul ettiler.
Swadeshi hareketi İngiliz sömürgesine karşı çıkarak Hindistan’ın bağımsızlığını savunan ilk milli hareket olarak bilinmektedir. Swadeshi hareketi liderleri özellikle insanları yerli malları tüketimine yönlendirmiştir. Zaman zaman şiddet kullanan Swadeshi hareketi Hindu milliyetçilerin toplanma merkezi haline gelmiştir. Daha sonra Mahatma Gandhi’nin başlattığı şiddetsiz mücadele yöntemi ile beraber Swadeshi hareketi gücünü yitirmiş ve ana akıma katılarak Gandi’yi desteklemiştir.
Hindistan’daki ilk gruplar
Rus Ekim Devrimi’yle eşzamanlı ama tamamen bağımsız olarak, ilk komünist unsurlar ve gruplar 1921-22 döneminde belirdiler. Bunlardan biri Sripad Amrit Dange’nin öncülüğünü yaptığı Bombay Grubu’dur. Dange’nin Gandhi vs Lenin (Gandi Lenin’e Karşı) adlı kitabı bir hayli önemlidir. 1921 ortalarında Dange, Bombay’daki Wilson Koleji kökenli bir grup öğrenci liderinden biriydi. Yazdığı bu kitap hem teoride hem de pratikte hatalarla doludur. Ama yine de Hint komünistleri bir hayli etkilemiş bir kitaptı. Bir neslin ideolojik dönüşümündeki ilk aşamaya ait en iyi tarihsel belge olarak değerlendiriliyor. Dange ve arkadaşları Ağustos 1922’den itibaren Hindistan’daki ilk komünist dergi olan Sosyalist’i yayımlamaya başladılar.
Muzaffar Ahmad çevresindeki Kalküta grubu var bir de. 1921 yılının sonlarına doğru Ahmed, Kalküta’ya gizlice sokulan Lenin ve Marx’ın eserlerini tamamen okuyarak kendini geliştirdi ve 1922 yılından itibaren Metiabruz ve Kalküta yakınlarındaki sanayi merkezlerinde işçileri örgütlemeye başladı. Singaravelu M Chettiar’ın etrafındaki Madras grubu ise daha sonra 1923’te Hindustan İşçi Partisi’ni kurdu.
Peshawar’de bir kolejde ekonomi dersi veren Ghulam Hussain çevresindekilerin de Lahore grubu vardı.
İktidara da geldiler
Batı Bengal eyalatinde ise Marksist Parti tam 34 yıl boyunca iktidardaydı. 1977-2011 yılları arasında işbaşında bulunan marksist hükümetler Batı Bengal eyaletini ülkenin diğer eyaletlerinden daha zengin, yaşam standardı daha yüksek bir eyalete dönüştürdüler. Yani Hindistan’da marksistlerin mitinglerinde milyonları geçen kalabalıklar toplaması şaşılacak bir durum değil.
Cumhuriyet / 09.02.19