Geçtiğimiz aralıkta, Irak’ta Şii milisler “yeşil bölge”ye üç havan topu mermisi attılar. Wall Street Journal’ın aktardığına göre, olayın ardından, Trump’ın Ulusal Güvenlik Konseyi Danışmanı John Bolton Pentagon’dan, İran’a yönelik bir askeri müdahale olasılığına ilişkin bir değerlendirme talep etmiş. Böylece İran’la ilgili tartışmalar yine yoğunlaştı.
‘Gerçek erkekler İran’a…’
II. Irak savaşı başlarken, Bolton’un “Herkes Irak’a gidiyor, gerçek erkekler İran’a gider” dediği söylenir. O zaman birçok neo-con analist, Ortadoğu’da ABD ve İsrail’in güvenliği için İran’ın daha önemli olduğunu savunuyordu.
ABD’de, 1992’de hazırlanan, hâlâ geçerliliğini koruyan “ABD Savunma Planlama Rehberi” (11/9 sonrasında hazırlanan Yeni Savunma Stratejisi de bu rehbere dayanıyordu) “düşman bir devletin, kaynakları zengin bir bölgede egemenlik kurarak, bu kaynaklarla, küresel büyük güç düzeyine yükselmesini engellemeyi” amaçlıyordu.
Bu tarife uygun kritik bir bölge olan Ortadoğu’da, ABD ve İsrail’in yönetimlerinin tehlike olarak gördüğü dört ülkeden (Irak, Libya, Suriye ve İran) üçünün devletleri ya yıkıldı ya da işlemez hale getirildi, toprak bütünlükleri büyük ölçüde çözüldü; geride bir tek İran kaldı.
Aradan geçen sürede İran, Rusya ve Çin gibi, ABD’nin rakibi iki büyük güçle ilişkilerini geliştirdi, Suriye iç savaşına girdi, ülkede büyük bir yıkım yaşanmış, toprak bütünlüğü zedelenmiş olmasına karşın, rejim değişikliğini, Rusya ile birlikte önledi; Suriye’de kalıcı bir varlık haline geldi.
Bunlar olurken, İran, nükleer enerji üretme kapasitesini, füze teknolojisini geliştiriyordu; İran füzelerinin menzili uzuyordu. İran’ın yakın zamanda nükleer silahlar üretebilecek düzeye geleceği düşünülüyor, özellikle İsrail ve ABD’nin kaygıları artıyordu. İran, 2015’de Viyana’da, Birleşik Kapsamlı Eylem Planı (JCPAO) bağlamında, Çin, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya ve AB ile nükleer silah programını durdurma konusunda denetlenebilir bir anlaşma imzaladı.
Ancak Trump, ABD’yi tek taraflı olarak JCPAO’dan çıkardı, İran’a yeni çok daha güçlü yaptırımlar koydu, İran’a yönelik saldırgan bir dil geliştirmeye başladı. Karşıt bir tepki olarak İran’da da anlaşmaya karşı muhafazakâr kesimlerin sesi yükselmeye başladı. Bu süreç, “neo-con”ların en “şahinlerinden”, JINSA (ABD’nin Güvenliği için Yahudi Enstitüsü) yönetim kurulunda Dick Chaney ile birlikte yer almış olan Bolton’un Ulusal Güvenlik Konseyi Danışmanlığı’na atanmasıyla hızlandı.
Bolton atandıktan kısa bir süre sonra, ABD’nin en önemli havacılık - silah üreticilerinden Boeing ve Lockheed’de üst düzey görevlerde bulunmuş Charles Kupperman’ı Ulusal Güvenlik Konseyi Danışman Yardımcılığı’na, aynı çizgideki Richard Goldberg’i de Ulusal Güvenlik Konseyi bünyesindeki İran’ın nükleer silahlara sahip olmasını engelleme grubunun başına atadı.
Bu gelişmelere ek olarak, Bolton’un Pentagon’dan, İran’a yönelik bir askeri müdahale olasılığına ilişkin bir değerlendirme talep etmesiyle birlikte, “Bolton ABD dış politikasını belli bir yönünde maniple mi ediyor” sorusu son günlerde sıkça sorulmaya başlandı.
Kimi yorumcular, Bolton’un son Türkiye ziyaretinde, YPG’ye ilişkin, AKP hükümetini çileden çıkaran talepleri, Erdoğan’ı sert tepki vermeye zorlamak için gündeme getirdiğini düşünüyorlar. Deneyimli bir politikacı olan Bolton’un Frank Gaffney Junior’un yetiştirmesi olduğunu da tam burada anımsamak yararlı olabilir: FGJ, neo-con düşüncenin kurucularındandır; “İslamofaşizm” kavramının isim babasıdır, AKP’yi de İslamofaşist olarak nitelemiştir. Bolton yalnız değil. ABD Savunma Bakanı, eski CIA Başkanı Mike Pompeo da İran’ı bölge güvenliğine yönelik en büyük tehlike olarak gördüğünü sık sık dile getiriyor.
Yukarıda aktardığım gelişmeler İran’la ilgili bir şeylerin “pişmekte” olduğunu düşündürüyor. ABD’nin YPG’yi dost ve yardımcı bir güç olarak korumakta neden bu kadar kararlı göründüğü de anlaşılır olmaya başlıyor.
Bunlar, Türkiye, Suriye ve İran halkları ve de Kürtler için hiç iyi işaretler değil.
Cumhuriyet / 17.01.19