Geçtiğimiz iki hafta boyunca dünya ekonomisindeki güncel gelişmelere, ABD Merkez Bankası FED’in 30 Ocak 2019 açıklaması bağlamında değinmiştim. Özetlemek gerekirse, ilk yazıda FED’in faiz artışlarına ara verdiğini ve bilanço daralmasının otomatik pilottan çıkarıldığını; ikinci yazıda da bunun Avrupa ve Çin ekonomilerinde giderek artan sorunlarla olan bağlantısını ve bir sonraki olası resesyonda ana akım içinden krize müdahale araçlarının azalmış olduğunu belirtmiştim. Bu yazıda, FED’in “U” dönüşünde etkili olduğu ileri sürülen ABD ile Çin arasında artan ticari tansiyonu, güncel hegemonya krizi bağlamında ele alacağım.
Münih Güvenlik Konferansı
Geçtiğimiz hafta Almanya’nın Münih kentinde gerçekleştirilen Güvenlik Konferansı, konuya giriş yapmak için iyi bir başlangıç noktası olabilir. Konferans, Davos toplantıları sonrası küresel teknokrasinin ve liderlerin, özellikle de güvenlik teknokrasisinin bir araya geldiği bir diğer önemli platform niteliğinde. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Konferans’ta yapmış olduğu konuşma, biraz da yakında koltuğu bırakacağının rahatlığıyla olsa gerek, oldukça güçlü bir çok taraflılık savunusuna dayanıyordu.
Merkel, Rusya ile yaşanan bölgesel sorunlara, Ortadoğu’daki Suriye ve İran gündemlerine ve en önemlisi ABD ile Çin arasında tırmanan ticari gerilime değinerek, bu sorunların çözümünün çok taraflılık esasına göre aranmasını savundu. Bu bir yanıyla Almanya’nın kendi zeminini savunması bağlamında görülebilir. Zira ABD ile Çin arasında tırmanan gerilim, Brexit örneği ile zaten çoktan Avrupa Birliği’ni de tehdit eden ekonomik milliyetçiliğin bir yansıması olarak görülebilir.
Konferans çerçevesinde açıklanan resmi raporda, büyük güçler arası rekabetin geri döndüğüne ve güncel konjonktürde bir liderlik sorunu olduğuna açıkça vurgu yapılıyor. Konferans’taki jeopolitik tartışmaları aralayıp, sahnenin gerisinde bu tartışmaları da şekillendiren sürece bakarsak, birbiri ile bağlantılı iki kritik gelişmeyi görebiliriz. Bunlardan ilki, küresel hegemonik kriz, diğeri de küresel ekonomik kriz konjonktürü. İlkini, iki yıl önce Gazete Duvar’daki bir yazı dizisinde ‘ikinci küresel ara rejim’ olarak adlandırmıştım. Bu yazıda o çerçeveden hareket edeceğim. İkinci boyut ise küresel ekonomik kriz konjonktürü. Bu boyutu ise önümüzdeki hafta ele alacağım.
Hegemonik istikrar
Uluslararası siyasi iktisat teorisinde, genellikle realist yaklaşım tarafından ileri sürülen Hegemonik İstikrar Teorisi (HİT), bir uluslararası düzen için hegemonik devletin varlığının gerektiğini savunur. Bu alandaki diğer çalışmalar yanında, özellikle Charles P. Kindleberger’in 1929 depresyonu sonrası süreci ele aldığı çalışmalarından türeyen HİT, esasında oldukça basit bir açıklamaya sahiptir:
Nasıl ulusal düzeyde kamu malları devlet tarafından sağlanıyorsa, uluslararası düzeyde de küresel kamu malları hegemonik devlet tarafından sağlanmalıdır. Her ne kadar küresel kamu mallarının nasıl tanımlanacağı üzerinde halen bir uzlaşma olmasa da, küresel para ve finans sistemi, küresel ticaret ve güvenlik sisteminin yanında en önemli küresel kamu malı olarak görülmektedir.
Uluslararası düzlemde tüm diğer devletin tabi olduğu bir dünya devleti olmasa da, belirli tarihsel dönemlerde dünya ekonomisini ve siyasetini düzenleme kabiliyeti olan devletler ortaya çıkmıştır. 1945 ile 1970’li yıllardaki kriz arası dönemde ABD bu tip bir hegemonik devlet idi. Birinci Dünya Savaşı’na kadar da Birleşik Krallık’ın benzer bir rolü vardı. Kısacası HİT’e göre herhangi bir uluslararası düzenin sağlanması hegemonik devletin varlığını gerektirir. Tam da bu nedenle büyük güçler arasındaki mücadele ya da hegemonik güçlerin değişim dönemleri, dünya ekonomisi ya da siyaset açısından kriz dönemleri olarak görülebilir.
Hegemonya krizi
Her ne kadar ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, geçtiğimiz hafta gerçekleşen Münih Güvenlik Konferansı’nın ikinci gününde “bugün ABD hiç olmadığı kadar güçlüdür ve dünya sahnesinde yeniden lider konumundadır” açıklamasını yapsa da, özellikle Çin’in ekonomik gelişmesi ABD’nin dünya liderliğini çoktan tehdit eder hale geldi. Hatta, Çin ile ABD arasındaki ticari gerilim, tam da bu nedenle ortaya çıkıyor.
Yukarıdaki tartışmaya bu bağlamda devam ederek, eleştirel politik ekonomi geleneğinden uluslararası hegemonya konusu ile ilgilenmiş en önemli yazarlardan olan Robert W. Cox’un çerçevesine kısaca da olsa değinmek istiyorum. Cox, HİT tarafından ele alınan konuları tarihsel materyalizm yöntemi ile değerlendirir. ‘Production, Power and World Order’ kitabında Cox hegemonya krizini ‘bir tarihsel blok çözülürken diğerinin onun yerini almaması’ olarak değerlendirir (1987: 285). Yine aynı çalışmasında Cox, Gramsci’yi takip ederek 1930’larda yükselen faşizmi hegemonya krizinin bir tezahürü olarak görür (s. 195). Cox’un yaptığı bu tip vurgular, günümüzde yükselen sağ-otoriter popülizmler için tarihsel bir hatırlatma olarak da görülebilir.
Küresel ara rejim
Farklı düşünce okulları, süreci farklı kavramlarla değerlendirse de üzerinde uzlaşılan konu, 1945 sonrasında ABD hegemonyası altında kurulan dünya düzeninin giderek erozyona uğradığıdır. Eski hegemonik gücün gerilediği ortamda, bu pozisyona talip adayın yeterince gelişmemiş olması durumu, dünya sisteminde bir hegemonya boşluğu yaratır. İşte küresel ara rejim, bu tip tarihsel süreçleri işaret etmek için kullanılabilir.
İlk küresel ara rejim, iki dünya savaşı arası dönemi kapsıyordu ve Birleşik Krallık’ın hegemonyasının gerilediği ancak onun yerini alacak adayların yeterince gelişkin olmadığı bir dönemdi. Bu süreçte eski hegemonik devlet ile yeni gelişen emperyalist devletler arasında rekabet hızlandı, hatta bu rekabet askeri savaşlarla sonuçlandı. Buna ek olarak 1929’da kapitalizmin tarihinin en derin krizlerinden biri yaşandı. Kriz Avrupa’da sosyalistleri güçlendirse de faşistleri iktidara getirdi. Üçüncü olarak yine aynı dönemde kapitalizme alternatif bir ekonomik model, ilk kez büyük bir ülkede, Rusya’da hayata geçti. Bu üçlü gelişme, o zamanın mevcut dünya düzeninin ideolojik, ekonomik ve siyasi olarak krizde olduğu, yani bir hegemonik krizin yaşandığı dönemi işaret ediyordu.
Üzerinde detaylı bir şekilde tartışmamız gereken soru şu: Günümüzde, tıpkı yüz yıl öncesindeki iki savaş arası dönemde olduğu gibi yeni bir küresel ara rejimden mi geçiyoruz?
Hegemonik gücün göreli gerilemesi, yeni hegemonya adayının hegemonik güç olacak kadar güçlenememesi, küresel finansal sistemde artan istikrarsızlık, artan ticari rekabet, giderek yükselen sağ-popülist ve otoriter siyasi akımlar ve nihayetinde tüm bunlara eşlik eden ve 11 yılı aşan bir küresel ekonomik kriz konjonktürü var karşımızda. Nasıl adlandırırsak adlandıralım, bu tablodan kısa vadede mutlu sonla biten bir senaryo yazmak mümkün değil. Zira ABD ile Çin arasında yükselen tansiyonun, 20’nci yüzyılın başında şiddetlenen emperyalistler arası rekabetten farkı giderek azalıyor.
Haftaya, 2008 sonrası küresel ekonomik kriz konjonktürünü, mevcut hegemonya krizi tablosuna eklemeye çalışacağım.
Gazete Duvar / 21.02.18