Gaddarlığın, kibrin ve akılsızlığın kısa tarihi - Berkant Gültekin

Yıkılan binlerce bina, başta Erdoğan olmak üzere yöneticiler tarafından verilen sözlerin tutulmadığını kanıtladı. Çünkü rant ekonomisinin ana motoru haline gelen inşaata tüm kapılar açılmış, yapı stokunu denetlemek siyaseten zaman kaybı ve toplumsal desteği kaybetmek açısından riskli görülmüştü.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 11 Şubat 2023
  • 13:00

18 bin 373 insanı hayattan kopararak Marmara’yı yerle bir eden 17 Ağustos depreminin üzerinden yaklaşık 4 yıl geçmiş, AKP iktidara geleli ise henüz 7 ay olmuştu. 2003’ün 1 Mayıs sabahı saat 03.27’de Bingöl ve çevresi 6,4 büyüklüğündeki depremle sarsıldı. 176 kişinin can verdiği depremde 570 konut tamamen yıkıldı. Çiçeği burnunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, olayın kader diye geçiştirilemeyeceğini vurguladı. “Bu olay, kamu otoritesinin devlet imkanlarını nasıl kullandığını bütün çıplaklığı ile ortaya koymuştur” dedi ve bir de o meşhur sözleri sarf etti:

“Yeraltında fay kırıklarından önce, kırılan ar damarlarıdır.”

Erdoğan haksız değildi. Boğaziçi Üniversitesi bünyesindeki Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nün raporu onun söylediklerini doğrular nitelikteydi. Raporda zemin zaaflarıyla birlikte donatı ve malzeme kusurlarına da işaret edilmiş, kullanılan demir, çimento ve betonun standartlara uygun olmadığı, kolon-kiriş bağlantılarının yönetmeliklere aykırı şekilde yapıldığı vurgulanmıştı.

Yani ölümler insan hatasının ve devletin ihmalinin sonucuydu.

AKP iktidarının 9’uncu yılıydı. 2011 yılının 23 Ekim günü saat 13.41’de, deprem bu kez Van’ı vurdu. 7,2’lik faciada 604 kişi hayatını kaybetti. Afet bölgesine giden Erdoğan, “Depreme dayanıklılık noktasında hesaplarımızı daha ciddi yapacağız” vaadinde bulundu ve şu mesajı verdi: “Bu tabloları defaatle yaşamaktansa iktidarı kaybetmek çok daha hayırlıdır.”

Yıldız Teknik Üniversitesi’nden bilim insanlarının yaptığı incelemede, göçen binalarda kalitesiz betonun kullanıldığı vurgulandı. Nervürlü çelik yerine düz inşaat çeliğinin tercih edildiği, etriye kancalarının 135 derece yerine 90 derece büküldüğü saptandı.

Yani ölümler insan hatasının ve devlet ihmalinin sonucuydu.

AKP iktidara geleli 18 yıl olmuş, parti tam anlamıyla devletleşmişti. Artık Cumhurbaşkanı olan Erdoğan, 17 Ağustos’un yıl dönümü için yaptığı paylaşımda, “Deprem değil tedbirsizlik öldürür anlayışıyla gereken her önlemi almaya kararlılıkla devam edeceğiz” mesajı veriyordu. Bu paylaşımdan 43 gün sonra, 30 Ekim 2020 günü saat 14.51’de, İzmir açıklarında, merkez üssü Seferihisar olan 6,9 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. 117 kişi yaşamını yitirdi.

Erdoğan, eleştirilere öfkelendi. Geçmişte kendisinin dile getirdiği türden sözlere tahammülü kalmamıştı. Bununla birlikte felaket öncesi ve sonrasında yapılabilecek hazırlıklar olduğunu da kısmen kabul etti.

İstanbul Teknik Üniversitesi’nin depreme ilişkin raporunda bina malzemelerinin yetersiz olduğu, düzensiz taşıyıcı sistemler kullanıldığı, olması gerekenden daha kısa kolonlar ve kirişlerle yumuşak ve zayıf katların inşa edildiği, yerel zemin koşullarının dikkate alınmadığı belirtildi.

Yani ölümler insan hatasının ve devlet ihmalinin sonucuydu.

AKP iktidara geleli 20 yılı geçti. Türkiye, 6 Şubat 2023’te korkunç bir sabaha uyandı. Saat 04.17 ve 13.24’te Antep ve Maraş merkezli iki büyük deprem 10 kenti perişan etti. On binlerce insan, 7,7’lik ve 7,6’lık depremlerin yıktığı binalarda demir yığınlarının ve beton blokların altında kaldı.

Bilim insanları tarafından bölgedeki yapı stokunun sorunlu olduğu ve yıkımın önlenmesi için tedbirler alınması gerektiği yönünde uyarılar dile getirilmişti. Yani ölümler yine insan hatasının ve devlet ihmalinin sonucuydu.

Depremden sonra yaşananlar da devletin “çök-kapan-tutun” müsamereleri dışında, bu boyuttaki bir depreme gerektiği şekilde hazırlanmadığını gösterdi. Saniyelerin bile önemi olduğu yerde, ilk 24 saat neredeyse hiçbir yere müdahale edilemedi. Bir acil durum protokolünden eser yoktu, tek adamın alacağı kararlar bekleniyordu. “Kararlar hızlı alınacak” denilen rejimde, seferberliğin başlaması günleri buldu. Bunca zaman kaybedildikten sonra yürütülen seferberlik de yarım yamalaktı.

Depremden önce sözlerini tutmayan iktidar, felaket sonrası gelen eleştirilere de öfke kustu. Gücün ve hesap vermemenin getirdiği kibir, her resmi açıklamanın içinden fışkırdı. Kadere sığınan Erdoğan “haysiyetsizler”“namussuzlar”“şerefsizler” gibi hakaret sözcükleriyle yönetimini eleştirenlere parmak sallıyor, yardımcısı Fuat Oktay ise muhalefete “Siz kimsiniz” diyerek bilime kulak asmayan akılsızlığın ne kadar cüretkâr ve fütursuz olabileceğini gösteriyordu.

Bunlar da yetmedi. Önce iletişim altyapısı çok yeterliymiş gibi Elon Musk’ın Starlink uydularını devreye sokma teklifi geri çevrildi, ardından Twitter’a erişim kısıtlandı. Oysa Twitter, “çok çekici” sloganıyla reklamlar yapan GSM şirketlerinin hizmet vermediği koşullarda hayat kurtarıyordu. Van depreminden sonra “Bu tabloları defaatle yaşamaktansa iktidarı kaybetmek daha hayırlıdır” diyen Erdoğan’ı iktidarını kaybetme korkusu sarmıştı. Önemli olan afet yönetimi değil, sarayın imajıydı.

Yıkılan binlerce bina, başta Erdoğan olmak üzere yöneticiler tarafından verilen sözlerin tutulmadığını kanıtladı. Çünkü rant ekonomisinin ana motoru haline gelen inşaata tüm kapılar açılmış, yapı stokunu denetlemek siyaseten zaman kaybı ve toplumsal desteği kaybetmek açısından riskli görülmüştü. Bunun yerine imar affı en iyisiydi. Neticede sistem, henüz kısıtlı verilerle bile bilançosu çeyrek asır önceki felaketi geride bırakan bir yıkım üretti.

Fransız düşünür Pierre Bourdieu, gelinen son aşamada modern devleti tanımlamak için sağ ve sol el metaforunu kullanır. Sağ el, devletin güvenlikçi ve kontrolcü tarafını temsil eder. Sol el ise bakan, besleyen ve gözetendir. Bourdieu’ye göre neoliberal yeniden kurulum döneminde sağ ve sol el mücadele halindedir. Günümüz Türkiye’sinde bu mücadeleyi hangi elin kaybettiğini, son günlerde bir kez daha anlamış olduk.

Nâzım’ın dediği gibi, ateşi ve ihaneti gördük. İnsanlarımız felaketin 6’ncı gününde bile hâlâ enkaz altında. Hayatta olan milyonların ise başını sokabilecekleri bir yuvası yok artık. Tesellimiz halkın dayanışması, en zorlu koşullarda bile birbirine sahip çıkacağını gösteren dirayeti oldu. Kirletilmeye, yozlaştırılmaya ve çürütülmeye çalışılan değerlerin ayakta olduğunu fark ettik. İnsanlığımız yaralı ama yaşıyor. Ve memleketin üstüne kâbus gibi çökenlerden hesap soracağı günü bekliyor.

BirGün / 11.02.23