Fırat’ın doğusunda seçimler bir Rus ruleti mi?- Fehim Taştekin

Sahadaki koşulların ürettiği rıza gönüllü ya da kalıcı ortaklık anlamına gelmiyor. ABD’nin varlığından güç alan askeri kontrol de sürdürülebilir olmayabilir. Bunun ne kadar kırılgan olduğu geçen yaz aşiret isyanıyla görüldü. IŞİD’le mücadele içeride de dışarıda da eskisi kadar meşruiyet kaynağı olamıyor.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 03 Haziran 2024
  • 08:30

Ve yine başlıyor. 28 Mayıs’ta Milli Güvenlik Kurulu “Milli güvenliğimiz ve komşularımızın toprak bütünlüğü hilafına herhangi bir oldubittiye fırsat verilmeyecektir” ihtarında bulundu. Ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 30 Mayıs’ta “Türkiye bölücü örgütün bir 'teröristan' kurmasına asla izin vermeyecektir" çıkışını yaptı. Buna uygun olarak Suriye’nin kuzeydoğusuna atışlar hız kazandı.

Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi hedefe konulurken bu seferki gerekçe 11 Haziran’da planlanan yerel seçimler. Bu seçimler olmasaydı da Erdoğan’ın Irak ve Suriye’de tampon bölge kurmaya yönelik “sıcak yaz” vaadi uğruna aranan tetikleyici gerekçe bulunur ya da sunulurdu. 1 Ekim 2023’te PKK’nin Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü’nü hedef alan eyleminden sonra olduğu gibi.

Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı’ndan sonra dördüncü harekât Rus ve Amerikan kırmızı ışığını geçemediği için Erdoğan “Bir gece ansızın” modundan çıkamamıştı. 1 Ekim’de yakaladığı fırsatı iyi değerlendirip sivil altyapıyı çökerten bir bombardıman yürütmüştü. Gazze’deki soykırım savaşı patlak verince İsrail’e benzetilmekten kaçınmak için frene basmıştı.

Moskova masasında Erdoğan ile Suriye lideri Beşşar el Esad’ı kucaklaştırma girişimi başarısızlığa uğrayan Rusya’nın Ukrayna’dan başını kaldırıp Türkiye’nin karşında bariyer olamayacağı, ABD’nin de NATO’da yakalanan Türk-Amerikan uyumunun hatırına Ankara’yı karşısına almayacağı değerlendirmesi dördüncü operasyon için psikolojik kolaylık sağlıyor. Yine de bir yeşil ışık sorunu ve kırılgan ekonomiye darbe vurabilecek gelişmeleri tetikleme korkusu var. O yüzden SİHA’larla suikast, uzaktan obüs toplarıyla altyapıyı felç eden atışlar, Suriyeli milis güçleriyle cephe hatlarını sıcak tutma taktikleriyle adı konulmamış bir savaş yürütülüyor.

***

Yerel idari organların belirleneceği 11 Haziran seçimlerini “ABD’nin desteğiyle bağımsız devlet kurma girişimi” olarak değerlendiren bir bakış açısı yeni askeri operasyonun temelini oluşturuyor. Bu minvalde 31 Mayıs’ta 8 nokta SİHA’larla vuruldu. Bunlar öngörülen operasyonun kapsamını tayin etmeye yönelik deneme atışları olabilir. Muhatap aktörlerin tepkilerine göre operasyonun kapsam ve boyutları şekillenebilir. Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) göre 31 Mayıs’taki saldırılarda Kamışlı ve Tel Hamis bölgelerinde iki askeri nokta, üç sivil araç ve bazı evler hedef alındı; 4 savaşçı ölürken 11 sivil yaralandı. Muhaliflerin kanalı SyriaTV’ye göre ise iki askeri karargâh ve bir araç imha edildi; biri komutan 7 SDG üyesi öldü, ikisi yaralandı. Ayrıca vurulan karargâhın yanında tarım arazisinde çıkan yangını söndürmeye çalışan 5 sivil ikinci bir saldırıda yaralandı.

***

Biden yönetiminin seçimlerle ilgili ilk tutumu Erdoğan açısından ön açıcı olabilir. Dışişleri Birinci Sözcü Yardımcısı Vedant Patel 31 Mayıs’taki basın toplantısında Rudaw muhabirinin sorusu üzerine "Suriye'de yapılacak her türlü seçim, BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararında belirtildiği üzere özgür, adil, şeffaf ve kapsayıcı olmalıdır. Şu anda Kuzey Suriye'de bu tür seçimler için koşulların mevcut olduğunu düşünmüyoruz. Bunu Suriye'nin kuzeydoğusundaki bir dizi aktöre ilettik” dedi. Bu açıklama, ABD’nin Şam Büyükelçiliği’nin Twitter hesabından da paylaşıldı. Bu uyarı, 2017’de Irak Kürdistan’ındaki bağımsızlık referandumunu zamansız bulup ertelenmesini isteyen ve bunu dikkate almayıp yola devam eden Kürtleri, Kerkük’te yalnız bırakan Amerikan yönetiminin tutumunu akla getirdi.

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson referandumdan önce Kürdistan yönetimine bir mektup göndermişti. Mektup referandumun ertelenmesi halinde Kürdistan’ın statüsü konusunda Irak’la bir yıllık müzakere sürecine girilmesini öneriyordu. Eğer Bağdat’la müzakereler başarılı olmazsa ABD bağımsızlık için referandum hakkının desteklenmesini garanti ediyordu. O vakit Trump yönetimi azami baskı stratejisiyle İran’a odaklanmış, Irak’taki seçimlerde iplerin Tahran’ın eline geçmemesi için müdahalelerini artırmış ve Şii aktörlerin dengelenmesinde Kürtlerin merkezdeki rolünü daha fazla önemser hale gelmişti. İran da referandumdan vazgeçilmesi halinde tartışmalı bölgelerin kontrolünün Kürdistan’a geçmesini sağlayacak bir müzakere süreci öneriyordu. Sonra Türkiye ve İran’a sırtını veren Irak yönetimi Kerkük’ün kontrolünü geri alan askeri müdahaleye girişirken Kürdistan’ın hamisi Amerikan yönetimi derin bir sessizliğe bürünmüştü.

Şimdi ABD, Suriye’de ‘vazgeçin’ çağrısı yaptığına göre benzer sonuçlar beklenebilir mi?

Suriye’deki durumu birebir Irak’takiyle kıyaslamak belki yanıltıcı olabilir. Bu açıklama uyarının ciddiye alınmaması halinde sonuçları hesaba katmış bir politikayı mı yansıtıyor? Yoksa göstermelik bir uyarıdan mı ibaret? ABD yönetimi gerçekten seçim sürecinin durdurulmasını mı istiyor? Yoksa “Benim ilgim yok” diyerek sadece Türkiye’nin “ABD devlet kurdurtuyor” suçlamasını bertaraf etmeye mi çalışıyor? Bu tutum Türkiye’nin gelecek askeri müdahaleleri karşısında ABD’nin takınacağı pozisyonla ilgili bir şey ifade ediyor mu? Şimdilik yanıtı yok.

Ama ABD’nin neyi istemediği aşağı yukarı belli. Türkiye’nin karadan askeri müdahalesine karşı. Havadan yürütülen operasyonlar karşısında ise ayar verici bir modda duruyor. Eğer Amerikan güçlerini tehlikeye atacak, SDG ile ortak operasyonları etkileyecek ya da sahada yeni bir güç konuşlandırmasını gerektirecek bir durum olursa caydırıcı olabiliyor. Yoksa Türkiye’nin karşısına çıkmıyor.

Beri tarafta ABD’nin oyun alanında yerel ortaklarını daha organize, güçlü ve bütünlüklü görmek gibi bir önceliği var. ABD şimdiye kadar özerk yönetimin geleceğiyle ilgilendiğini gösteren güçlü bir izlenim vermedi. Bölgeyle iştigalini SDG’ye askeri destekle sınırlayıp yönetimi siyaseten tanıma yoluna gitmedi. Irak Kürdistan’ında olanın aksine burada özerk yönetimin geleceğini garantileyecek tutarlı bir politika izlemedi. Türkiye ile ilişkilerde tehlike sınırını görünce teskin taktiklerine başvurdu, Ankara’nın hamleleri karşısında esneklik sergiledi.

***

Seçimler Türkiye’nin hedefe koyduğu kuzey şeridinden ziyade daha güneyde Rakka ve Deyr el Zor’daki Arapları özerk yönetime entegre edecek bir projenin parçası. Bir süreden beri Kürtlerin askeri ve sivil yönetimde patron olduğuna dair Arap bölgelerinden gelen itirazlar özerk yönetimin iç bütünlüğünü tehdit ediyor. 2014’te kabul edilen Toplumsal Sözleşme 2012’de Afrin, Kobani ve Cezire’de ilan edilmiş kantonları kapsıyordu. 2015’ten itibaren IŞİD’den kurtarılan bölgelerde günlük işleyişin idaresi için askeri ve sivil meclisler oluşturulsa da yapısal sorunlar giderilemedi. Siyasi alanda Demokratik Birlik Partisi (PYD), askeri alanda Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG) merkezde olduğu hareketin etnik, dinsel ve mezhepsel olarak karışık bir coğrafyada siyasi gündemini kabul ettirmek için daha geniş bir çerçeveye ihtiyacı vardı. Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) bileşenlerini bile sisteme katamamışken Araplar ya da rejimle bağları güçlü etnisiteler karşısında meşruiyet sorununu gidermek kolay değil. Sahadaki koşulların ürettiği rıza gönüllü ya da kalıcı ortaklık anlamına gelmiyor. ABD’nin varlığından güç alan askeri kontrol de sürdürülebilir olmayabilir. Bunun ne kadar kırılgan olduğu geçen yaz aşiret isyanıyla görüldü. IŞİD’le mücadele içeride de dışarıda da eskisi kadar meşruiyet kaynağı olamıyor. Yeni bir dinamizm lazım.

***

Özerk yönetimdeki aktörlerin aralıktan beri attığı bazı adımlarla güdülen siyasi hesaplar anlaşılır. Önce Rakka ve Deyr el Zor dahil IŞİD’den kurtarılan bütün bölgeleri kapsayacak şekilde Toplumsal Sözleşme hazırlandı. Sözleşme Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetim Genel Meclisi tarafından 12 Aralık 2023’te onaylandı.

Ardından Cezire, Deyr el Zor, Rakka, Fırat, Tabka, Menbic ve Afrin-Şehba adlarıyla 7 kanton, bunlara bağlı 6 büyükşehir, 45 il ve 137 beldeden oluşan bir idari şema çıkartıldı.

Bu değişim Kuzey-Doğu Suriye Halklar Meclisi’ne bağlı ‘Gözlem Kurumu’, ‘Merkezi Bütçe ve Ödemeler Ofisi’, anayasa mahkemesi yerine geçen ‘Toplumsal Sözleşmeyi Koruma Mahkemesi’ ve ‘Yüksek Seçim Kurulu’nun oluşturulması, seçim yasasının çıkarılması ve yerel seçim hazırlıklarıyla devam etti. Kurumsallaşma ve bölgedeki bütün halkları kapsama iddiasındaki bu dönüşüm şu önermeleri içeriyor:

“Fırat’ın doğusu Kürdü, Arap’ı, Süryani’si, Türkmen’i, Çerkes’i ve Çeçen’iyle bir bütündür”; “Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Ezidilerin hakları güvence altındadır”; “Burası Suriye’nin geri kalanı için bir modeldir”; “Şam yönetimi bizimle müzakereye oturmak zorundadır.”

Özerk yönetimin verdiği bilgilere göre 133 belediye için sandık başına gidilecek. Cezire Kantonu’nda 67, Deyr el Zor Kantonu’nda 18, Fırat Kantonu’nda 16, Rakka Kantonu’nda 12, Tabka Kantonu’nda 9, Menbic Kantonu’nda 6 Afrin-Şehba Kantonu’nda 5 belediye için oy kullanılacak. Bazı yerler Türkiye destekli güçlerin elinde.

Seçime 30 siyasi parti katılacak. Bunların 22’si PYD’nin başını çektiği “Özgürlük İçin Halkların ve Kadınların İttifakı" adlı ittifakta yer alıyor.

***

Türkiye ise PKK’den farklı görmediği PYD/YPG çizgisinin başka halklarla ortaklığını güçlendirmesini, projesini büyütmesini ve Fırat’ın doğusundaki yapıyı Suriye’ye alternatif bir oluşuma dönüştürmesini ulusal güvenlik meselesi olarak ele almakta ısrarlı. Askeri operasyonlara destek çıkan kesimlere baktığımız zaman iktidarın tercihe uygun argümanları besleyecek üç noktaya odaklandıklarını görüyoruz:

- PYD/YPG Kürtlerin tamamını temsil etmiyor. İşte ENKS de PYD’nin askeri gücüyle kendini dayattığını ve ofislerinin ikide bir saldırıya uğradığını belirtip seçimleri boykot ediyor.

- Toplumsal Sözleşme’nin beşinci maddesinde “Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi, Suriye Demokratik Cumhuriyeti'nin bir parçasıdır” deniliyor. Devletin resmi adı “Suriye Arap Cumhuriyeti”. Suriye Demokratik Cumhuriyeti olmadığına göre ileride “Suriye’nin bir parçası değiliz” diyebilirler.

(Gerçi Toplumsal Sözleşme’nin sunuşunda “Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi, Suriye'nin ayrılmaz bir parçasıdır” deniliyor.)

- Toplumsal Sözleşme’de 12 yerde “demokratik konfederalizm” ilkelerine vurgu yapılıyor. Bu da PKK çizgisinin toplumsal sözleşmeyi yazdırdığını teyit ediyor.

(Esasen bunu özerk yönetimin aktörleri de gizlemiyor. PYD Başkanlık Üyesi Fevza Yusuf, “Demokratik ulus esasına dayalı demokrasi, kadın özgürlüğü ve ekolojik bir yaşam üzerinde kendini oturtuyor. Hem Önder Apo’nun paradigmasından hem de dünyadaki demokratik sözleşme tecrübelerinden yararlandık” diyor.)

***

Suriyeli muhalifler arasında da bu değişikliklerle ilgili şu değerlendirmeleri not aldım:

- “SDG kendi kontrolünü daha geniş bir coğrafyada meşrulaştırıyor.”

- “Bölünme ve ayrılmanın gelecekteki meşruiyetini tesis ediyorlar.”

- “Uluslararası sözleşmelere yapılan atıflarla süslenmiş partizanca bir vizyon çiziliyor.”

- “Zorla dayatılan gerçekliğe bir tür siyasi ve toplumsal meşruiyet kazandırma çabası.”

- “Pazarlık kartı elde etmeye çalışıyorlar.”

- “Sözleşme için 158 kişi içinden seçilen 30 kişilik komitenin oluşturulduğu söylense de PYD’nin hakim olduğu yönetim tarafından profesyonel bir ekibe yazdırıldı, meşruiyeti yok.”

- “Fiili otorite toplumsal sözleşmeyle kendine yasallık kazandırıyor.”

- “Suriye'yi demokratik cumhuriyet ilan ettiler, bu adım, ülkeyi gelecekte federal bir devlete dönüştürmeye yönelik oldu bittiyi dayatma amaçlıdır.”

- “Cezire’de tanımlanan il sayısı, Arap yoğunluklu Deyr el Zor, Rakka, Tabka ve Menbic’te tanımlanan il sayısından daha fazla. Bu şekilde idarede Arapların yerini küçülten bir yapılanmaya gidiliyor.”

***

PYD Eş Başkanı Salih Müslim, ABD’nin uyarısını “Türkiye’yi kışkırtmamaya dönük diplomatik bir söylem” olarak değerlendiriyor. “Kimsenin desteğini almadan, kimseye danışmadan böylesi bir seçim gerçekleşiyor” diyor ve ekliyor: “Türk devleti seçimlerin gerçekleşmemesi için elinden geleni yapacaktır. Fakat Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi muhakkak bu seçimleri gerçekleştirecektir. Halkımız geri adım atmadan sandık başına gidecektir.”

ABD’nin uyarısı ya da Türkiye’nin tehditlerine göre geri adım atılması da ‘sonun başlangıcı’ senaryosuna malzeme çıkartabilir. Sürecin ABD’nin güdümünde olduğu ve Türkiye’nin istediğini yaptırdığı çıkarımları yapılabilir. 

Öte yandan farklı inanç ve etnisitelerin yanı sıra kadınların öne çıkarıldığı bir seçim sürecini tehdit etmenin ya da bozmanın yankıları farklı olabilir. Türkiye ‘ulusal güvenlik tehdidi’ diyerek daha önce Batılı müttefiklerinden gördüğü anlayışı ya da sessizliği bu kez göremeyebilir. Biden yönetimi de Kongre’den gelecek tepkiler karşısında Dışişleri sözcüsünün çizdiği çizgide kalamayabilir. Yine de hiçbir hesabın bir garantisi yok.

Gazete Duvar / 03.06.24