Kapitalist uygarlığın krizinin içinde, ekonomik, ekolojik, insani felaketler, ülkesini kendi malı sanan psikopatlar, hiçbir program açıklamadan devlet başkanı seçilen komedyenlerle aynı ekranları paylaşıyor. Ve çoğumuz, dünyada ve Türkiye’de değişemediği için hızla canavarlaşan düzenin çırpınışlarını, paranoyak şizofrenlerin canımıza kastetmiş hezeyanlarını, düşünceyle eylem arasındaki yapışkan yerden, kocaman gözlerle seyrediyoruz.
‘Milyarderler kaygılı’
Yine bir küresel resesyon beklentisi var, mali kriz riski artıyor. Liberal demokrasi, bir taraftan dünyanın toplam servetinin yüzde 85’ini biriktirmiş yüzde 9’unun açgözlülüğü, diğer taraftan milliyetçi ırkçı dinci akımların saldırısı altında ağır hasta. Muhafazakâr Daily Telegraph’tan Amborse Evans Pritchard “bir mali krizlik canı kaldı” diyordu...
Washington Post’a göre “Kapitalizm krizde: ABD’li milyarderler, kendilerini zengin eden sistemin geleceğinden kaygı duyuyorlar”. Üstelik bunlar Fordist dönemin mirası, şimdilerde aşırı üretim altında ezilen sermayenin değil, dijitalleşmenin, “büyük-veri-kitlesel gözetleme kapitalizminin” öncü temsilcileri.
Haksız da değiller. Vasıfsız işçileri robotlarla değiştiren süreç, algoritmaların beyaz yakalıların işlerini tasfiye etmeye başlamasıyla yoluna devam ediyor. Herkesi “bir işte çalışmaktan”, abuk sabuk “Adamların” despotizminden kurtaracak eşitlikçi, özgürlükçü bir düzene geçerek barışı, refahı, kültürel gelişmeyi teşvik etmeyi düşünmek varken, düzenin entelektüelleri, her şeye sahip yüzde 1 ile işini, aşını, sağlığını kaybetmekte olan yüzde 99 arasındaki gerginlikte “Kapitalizmi nasıl yaşatırız” sorusuyla meşgul.
Bu sırada, “kâr makinesi” doğayı, insanın yaşam enerjisini tükettikçe, gereksiz mallarla ekranları doldurdukça gezegenin iklimi, ekolojik dengesi bozuluyor. Hayvan türlerini, yaşam alanlarını tüketerek ilerleyen süreç kapitalist uygarlığın merkezlerine ulaşmaya başlıyor. İnsanlar, özellikle gençler, tek ve ortak bir gezegende yaşadıklarının bilinciyle başkaldırıyorlar. Bir haftadan daha uzun bir süredir Londra’nın merkezinde “Tükeniş İsyanı (Extinction Rebellion” günlük yaşamı aksatıyor. İsyanın liderlerinden birinin dediği gibi, “doğrudan eylem dışında ekranlara çıkmanın, sesini duyurmanın başka yolu kalmadı”. Ancak artan sayıda Londralı “eylemleri anlayışla karşılıyor, hatta destekliyor”.
İki saçmalığın ikisi birden
Irkçı, milliyetçi akımlar, insanların tek ve ortak bir dünyada, tek bir kapitalist uygarlık içinde yaşadıklarını görmelerini engelliyor. Bu akımların cazibesine kapılanlar, gerçekte “yüzde 99’un” malı iken, hâlâ kendi ülkeleri sandıkları toprak parçası üzerinde korunabileceklerini sanıyorlar. Dinci akımlar, insanları bu dünyadan umudu kesip, öbür dünyadaki bir kurtuluş fantezisi adına birbirlerinin boğazına atlamaya teşvik ediyorlar.
Türkiye, bu iki saçmalığın ikisini de birleştiren siyasi akımların elinde çırpınıyor. Bu akımların gerçeklikle bağı kopmuş sözcüleri, tam bir paranoyak şizofreni içinde çırpınıyorlar. Yeni Zelanda’da bir dinci-faşist camiye saldırıyor, onlarca insanı katlediyor, bunlar “saldırı aslında bizi hedef alıyordu” diyorlar. Sudan’da diktatör ve soykırımcı Beşir devriliyor, paranoyak şizofreni yine nüksediyor: “Darbe bize yapıldı.” Sri Lanka’da kendi akımlarının bir kanadı, dinci fanatik gruplar 8 kilise ve oteli bombalayıp 350 insanı katlediyorlar, paranoyak şizofreni, tavan yapıyor: “Bizi doğudan kuşatıyorlar.”
Hâlâ, görüntüyü kurtarmak için yapmak zorunda kaldıkları seçimlerde, beklenmedik biçimde altın yumurtlayan tavuğu kaybedince “arızaya” geçtiler. Tam bir histeri krizi içinde oyları yeniden ve yeniden saydılar olmadı. Maske tamamen düştü, altındaki karanlık, gözler önüne serildi: “Seçimin tekrarı beka meselesidir; sandıktan çıktılar diye ahlaki kabul edemeyiz.” Paranoyak şizofreni giderek, doğrudan sokak şiddetine, ana muhalefet partisinin liderine yönelik linç girişimine dönüşüyor. Ve çoğunluk, düşünceyle eylem arasındaki yapışkan yerden, kocaman gözlerle seyrediyor.
Cumhuriyet / 25.04.19