Emre Kongar iki gün önce Fazıl Say davası için “Sünni Müslüman anlayış biçiminde ‘çoğunluk baskısının’ mahkemeler yoluyla vatandaşlar üzerinde Demokles’in kılıcı’ haline getirilmiş olması bir rejim sorunudur!” diye yazdı...
Sevgili Kongar’ın bıraktığı yerden konuyu sürdürecek olursak bundan böyle kilometre taşı olacak davanın “rejim adına kayıtsız şartsız zafer” olarak tescil edildiğini de kayda düşmek gerekir.
Kararın açıklanmasının ardından AKP önde gelenlerinin verdikleri tepkileri gördük.
Bir tef çalmadıkları kaldı.
Adının önünde “Kültür Bakanı” titri olan Ömer Çelik derhal “İfade özgürlüğünün sınırları vardır!” diye konuştu ve “Biz ifade özgürlüğüne karşı değiliz. Ama Say sınırı aştı” mealinde laflar etti. “Ceza alması doğaldır” anlamında ifadeler kullandı.
‘Say hesap verecek!’
Arınç daha ileri giderek aba altından sopa gösteren bir üslupla “Fazıl Say hesabını verecek!” diye meydan okudu:
“Nice komutanların, muvazzaf veya emeklinin yargılandığı bir Türkiye’de, Genelkurmay başkanlarının kendilerine isnat olunan suçtan bugün savunma yapar noktaya geldiği bir Türkiye’de Fazıl Say’ın hangi özelliği var ki suçlanmasın veya mahkeme önüne çıkmasın. Sen yaptığın suç teşkil ediyorsa bunun hesabını rahatlıkla vereceksin. Veya ‘Benim yaptığım yanlıştır. Her inançlı insandan, Allahçı diye hakaret ettiğim her Müslümandan özür diliyorum’ diyeceksin. Yok öyle, 5 kuruşa simit devri geçti!” diyerek ekledi.
Başbakan Erdoğan da, “beni söyletmeyin” havalarında ilk demecinde Say’ı kastederek “Onlarla bizi meşgul etmeyin!” dedi.
Bu açıklamaları alt alta koyduğunuzda rejim kodamanlarının kararı tarifsiz coşkuyla karşıladıkları, hatta “az bile!” demeye getirdikleri görülüyor.
Say’ın “tweet”lediği sözlerin bin yıl öncesinde yaşayan bir İslam ozanına atfediliyor olması, Say’ın başkalarının mesajlarını bir kez daha “tweet”lemekten başka bir şey yapmaması, “Twitter”ın zaten herkese açık bir mecra olmaması ve bu kanaldan ifade edilen fikir-düşüncelerden rencide olacakların kendilerini bu ortamdan rahatlıkla soyutlayabilecekleri, son kertede Say’ın dünya çapında sanatçı olması hiçbir şey değiştirmiyor.
Tersine Fazıl Say’ın “simge vaka” olarak neredeyse bile bile seçildiği ve kör kör parmağım gözüne, üzerine gidildiği anlaşılıyor.
Maksadın Arınç’ın sözlerinden anlaşıldığı üzere “General ya da önemli sanatçı kim olursa olsun; burunları sürtülene dek muhalifleri eğip bükmek” ve “gözdağı vermek” olduğu anlaşılıyor…
Başbakan Yardımcısı Arınç’ın “Yok öyle 5 kuruşa simit devri” dediği bu: Zaman intikam üzerinden yeni “süreci”mizi betimleme devri...
‘Türkiye olarak başı çekelim’
Erdoğan’a gelince…
O, “İslama küfür” şeklinde gördüğü “dine hakaret” konusunu doğrudan “uluslararası dava” haline getirmiş olan bir politikacı.
Hatırlarsanız Erdoğan geçen güz “dine hakaret sayılacak söylemleri” düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamından çıkartabilmek için BM nezdinde dünya çapında bir girişime imza atmıştı.
“Dine hakareti” “küresel suç” haline getirmek için “öncü lider” konumunda en ön safta harekete geçen Erdoğan; sahiplendiği bu iddialı girişimi başlatırken “İnsanların kutsallarına, dini inançlarına saldırıların tanzimi konusunda uluslararası düzenlemelerin yapılması gerekir” demiş, ilave etmişti:
“Uluslararası hukuk noktasında değerlendirmeler yapılabildiği gibi ulusal hukuk açısından da bir şey yapılabilmeli. Türkiye olarak biz başı çekelim. Fikir, düşünce ve inanç özgürlüğü; farklı insanların fikir, düşünce, inanç özgürlüklerinin sınırına kadardır!”
Düşünceyi kısıtlamak konusunda “başı çekmekte” hiçbir beis görmeyen Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Erdoğan’ın yaktığı bu işaret fişeğinin ardından derhal harekete geçmiş; “kutsala hakareti açıkça suç yapacak” düzenlemeler üzerinde çalışıldığını söylemiş; ceza yasalarında kutsala hakaretin suç kabul edildiğini ancak mevzuatta genel tanımların yer aldığını belirtmiş, “Bunu spesifik hale getirecek çalışmalar söz konusu. Genel tanımları özelleştirmek söz konusu olabilir. TCK’deki mevcut hükümlere yeni fıkra eklenmesi veya yeni madde ihdas edilmesi şeklinde olabilir” demişti...
Konu özetle iktidarın özel olarak üzerinde çalıştığı, can siperâne dünya çapında sahiplendiği bir “iddiaya” tekabül ediyor.
Say “dava”sı, bu “iddia”ya “cuk” oturan bir dava…
Erdoğan’ın “dine hakareti küresel suça dönüştürme” çabaları, Batı’da taviz verilmemesi gereken bir “uygarlık çatışması” olarak görüldüğü için sonuçsuz kaldı.
Başbakan’ın uluslararası arenada attığı bu yöndeki adımlar; “kazanılmış aydınlanma değerleri karşısında ortaçağ dinciliğine bir geri dönüş” addedildiğinden geri püskürtüldü.
Uluslararası düzlemde hiçbir mesafe kaydedemeyen bu “ortaçağ zihniyeti”, Türkiye’de en ufak engelle karşılaşmadan yaşama geçiriliyor.
Fazıl Say, bu dönüşümün aracı yapılıyor.
Cumhuriyet / 21.04.13