Cudi taziye evi - Gökçer Tahincioğlu

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 20 Eylül 2015
  • 05:48

Ülkenin bir yarısı için “Savaş bitsin”, bir yarısı için “Dümdüz edilsin” anlamına gelen ancak her dilde, her kesimde ismi ölümle özdeşleşmiş Cudi’den daha iyi bir taziye evi ismi ve üstelik Cudi Mahallesi’nde elbette olamazdı... Cizre’de, 9 günlük sokağa çıkma yasağı süresince ölenlerin aileleri, işte ilk kez orada gelenlere hikâyelerini anlattı...

Bahçeli ve güzel evlerin yerini kaba saba, her kata dörder dairenin sıkıştırıldığı, hiçbir halkın mimarisine benzemeyen apartmanlar aldığından bu yana, Anadolu’nun dört tarafında ölenler için toplu bir Fatiha okuyabilmek adına taziye evleri açılmaya başlandı.

Kocaman, halılar ve minderlerle donatılmış, bol sandalyeli ve küçük sehpalarla dolu bir salon, yanında çay ocağı.

Cizre’de, sokağa çıkma yasağı sona erip de hayatını kaybedenler toplu olarak defnedildiğinde de taziyeler belediyenin tahsis ettiği taziye evinde kabul edilmeye başlandı.

Ülkenin bir yarısının nefret ve öfke duyduğu, bir yarısının diğer yarısına böyle düşündüğü için nefret ve öfke duyduğu ortamda, ölümün soğukluğu ve gerçeğiyle tanışmış, hayatları bundan sonra ölümü tanıdıkları günden önceki gibi asla olmayacak aileler, sadece dinleyebilenlerle acılarını paylaştı.

***

Cudi taziye evi.

Ülkenin bir yarısı için “Savaş bitsin”, bir yarısı için “Dümdüz edilsin” anlamına gelen ancak her dilde, her kesimde ismi ölümle özdeşleşmiş Cudi’den daha iyi bir taziye evi ismi ve üstelik Cudi Mahallesi’nde elbette olamazdı.

Cizre’de, 9 günlük sokağa çıkma yasağı süresince ölenlerin aileleri, işte ilk kez orada gelenlere hikâyelerini anlattı.

Ezberler kızmayı gerektirebilir ama önce dinle.

“Aralarında teröristleri himaye etmesinler”, “Biz onları düşünüyoruz”, “Kim bilir ne yapmışlardır?” ezberlerini sıralamadan önce, devletin temel hak ve yükümlülüklerini ve bir ülkenin yurttaşlarının öncelikle ve elbette kendi devletinden hesap soracağını unutmadan dinle.

Acıların ancak o aileden de şehit olması, o ailenin çocuğunun da askere gitmesi, askere giden o çocuğun da ölümden dönmesiyle meşrulaşabildiği, o can yakıcı tezatlara da lüzum duymadan.

Bir kez olsun anlamaya çalışarak, bunu dinlemenin, bir şehit ailesinin kapıları kapanıp, herkes gittikten sonraki feryadını duymayı sağlayacağını da unutmadan.

***

Misal, 13 yaşındaki kızını kaybeden Emine Çağırga yakasında kızının fotoğrafıyla oturuyor taziye evinde.

İlla ki bir meşruiyet gerekiyorsa, bir çocuğu da askerde.

Bir yandan anlatıyor, bir yandan feryat ediyor 13 yaşındaki kızı Cemile’ye.

“‘Anne sokağa çıkma yasağı ilan edildi’ diye koştu. Kurşunlar evlere geliyordu. Duramadık, dışarı çıktık. Sokakta çocuklar da vardı. Cemile de aralarındaydı. Koşarak geldi, ‘Anne, kurşun teyzemlerin evine isabet etti’ dedi. Korkmuştu. ‘Bir şey olmaz’ dedim. Arkamı döndüm. Tekrar döndüğümde Cemile’yi yerde gördüm. ‘Oy anne’ dedi ve orada can verdi. Hastaneyi aradık. Can güvenlikleri olmadığını söylediler. O gece Cemile’yi koynumda yatırdım. Sabah kalktığında ellerine kına sürdüm. Sonra kokmasın diye dondurucuya koydum. 24 saat koynumda, 24 saat dondurucuda kaldı. Bir şekilde ambulans geldi. Tabut olmadığı için tahtaları birleştirip üzerine koyduk.”

Misal, kızını kaybeden Besna Taşkın anlatıyor öfkeyle:

“Kızım Zeynep Taşkın evindeydi. Başka mahallede oturuyordu. Kucağında bebeği, kayınvalidesi Maşallah Edin’le birlikte dışarı çıktı. Kurşunlar geliyormuş. Bebeği korumak için kendilerini siper etmişler. Torunum, 6 aylık Berhudan kafasından yaralandı. Kızım ve kaynanası vuruldu, öldü.           Bebeğin kurtulmasına mı sevineyim, ölenleri mi yanayım?”

Misal, Sosin Yaramış, 35 günlük bebeğini nasıl defnettiğini anlatıyor:

“Elektrikler kesilmişti. Sokağa çıkma yasağı başlamış ama haberimiz yoktu. Havalar da sıcak olduğundan balkonda oturuyorduk. Patlama sesi duyar duymaz sipere yattık, bebeğim kucağımdan, elimden düştü. Kusmaya başladı, fenalaştı. Kusması akşama kadar devam etti. Babası 112 acili aradı. Ambulans sokağa gelemedi. Ambulansın gelmesi engellendi. Elimde perişan durumdaydı. Ateşi çıktı, ambulans gelip bizi almıyor, elimizde gözümüzün önünde eriyip gitti, kaybettik onu.”

“Muhammet ölü haliyle 24 saat evde kaldı. Babası, damdan dama geçerek mahallenin camisine, cenazelerin yanına bıraktı. 30 saat orada kaldı. Kokmaya başladı.

Meryem Süne, bahçe kapısını kapatmaya çalışırken kurşun yedi, Özgür Taşkın jeneratör olduğu için amcasının evine gitmek isterken vuruldu. 10 yaşındaki Selman Ağır boynundan vuruldu, kurtarılamadı. 74 yaşındaki Mehmet Erdoğan, ‘Yaşlı adama kim ne yapacak?’ diyerek gittiği fırından, elinde ekmekle evine dönerken sokağın başında vuruldu, cenazesi sabaha kadar sokakta kaldı.” (Anlatımlar, Milliyet’ten Namık Durukan, Radikal’den İdris Emen ve Evrensel’den Cansu Pişkin’in haberlerinden alınmıştır.)

***

Ölenler PKK’lı olmadıklarını kanıtlamaya çalıştı. Polis, sadece kendisinin vurmadığını.

Olurdu böyle şeyler, mücadele ederken doğaldı!

Devletin yükümlülüklerini anımsatanların üstü çarpılandı, “Ama bizim devletimiz” diye bağıranlar, vatanı yakıp yıkarak sevenler kadar makbul sayılamazdı.

Ve elbette ki bu soruşturmalar da diğerleri gibi olanları aydınlatmayacaktı.

Yüksek seslerin alkışlandığı yerlerde, nasıl duyulur ki sesi kısılmış adalet çağrısı...

Milliyet / 20.09.15

İLİŞKİLİ HABERLER