Son günlerde, sosyal medyada dolaşan bir çocuk kitabı bu yazıyı yazmama neden oldu. Daha önce de bu kitaba benzer “dehşet” metinleri gündeme gelmişti. Bu satırları bir şair olmanın ötesinde ve dışında, eğitim bilimleri doktorası yapmış bir bilim doktoru olarak yazıyorum. Elbette edebiyatın içinden biri olmam da, konu hakkında yararlı şeyler söylememe katkıda bulunabilir kanısındayım. Öncelikle, modern dünya edebiyatının en önemli yazarlarından, bir yazı ustası olan Michel Tournier’nin şu sözüne tamamen katıldığımı belirtmek isterim: “Çocuklar için yazmak çocuk oyuncağı değildir.” (UNESCO, Dünyaya Açılan Pencere .Görüş, Haziran, sayı 6, s. 33-34)
Daha başta belirtmek isterim ki, bu yazının temel düşüncesi olarak, çocuk kitapları yazan yazarları denetleyen, yazın dışı mekanizmalar önerdiğim anlaşılmamalı. Bu tür mekanizmaların iyi niyetle işe başlasa bile faşizan bir yapıya doğru evrildiğine acı biçimde yaşamımızda zaten tanık oluyoruz.
Yayınlanmış on şiir kitabım ve beş de düzyazı kitabım var. Bu kitapların yayınlanma sürecinde çeşitli yayınevleri ile ilişkim oldu. Bazıları çocuk (öykü, masal vb.) kitabı da yazmam konusunda ısrar etti. Çocuk kitaplarının çok sattığını, bana ciddi ekonomik katkısı olacağını falan öne sürdüler. Özellikle maddi durumumun epey kritik olduğu zamanlarda, bu önerilere sempatiyle baktığım oldu ama hiçbir zaman çocuk kitabı yazma girişiminde bulunmadım. Ama 1980’li yıllarda, TRT’de Adile Naşit’in sunduğu “Uykudan Önce” adlı TV programında okuduğu masallardan bir kısmını ben yazmıştım. O zamanlar (bugüne göre) daha farklı, daha objektif ve daha çağdaş anlayışla yönetilen TRT’de okunacak masalların nasıl ciddi bir denetimden geçtiğine yakından tanık oldum. Öyle ya, çocuk dediğimiz birey, henüz değerleri oluşmakta olan, imgelemi henüz biçimlenen, ideolojisi oluşmamış bir toplumsal varlıktır.
1990’larda, Milli Eğitim Bakanlığı’nın kitap yayınlama konusunda karar veren kurulu olan “Talim ve Terbiye Kurulu”nun ilgili biriminin üyesi bir öğretim görevlisi dostum vardı. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmak üzere bir yazar tarafından hazırlanıp kurula sunulmuş bir çocuk şiirleri dosyasını okuyup rapor yazmamı istemişti. Kabul ettim. Çocuk şiirleri dosyasını aldım, dikkatle okudum. İki sayfalık bir rapor yazdım, kurul üyesi öğretim görevlisine ulaştırdım. Bir süre sonra beni arayan dostum, ilgili çocuk şiirleri kitabının, benim raporumda da önerdiğim gibi yayınlanmayacağını, kurulun farklı dünya görüşüne sahip (o zamanlar koalisyon hükümeti vardı) üyelerinin de raporumu çok beğendiklerini ve etkilendiklerini söyledi. Raporumda, “kuşlar öttü cik cik/tren gitti çuf çuf” gibi çocuğu aptal yerine koyan ifadelerin şiir ile ilişkisinin bulunmadığını, tersine çocuklarda şiir nefreti yaratacağını öne sürmüş, kanıtlarla desteklemeye çalışmıştım.
Kitapların çocuk üzerindeki ilk ve en önemli etkisi, anadilini öğrenme sürecine büyük katkısıdır. Yazarlar, çocuk kitabı yazarken, bu durumu asla unutmamalıdırlar. Alt dil, argo, deyim, atasözü gibi dilsel kullanımlara yer verirken, son derece dikkatli ve dil bilinci ile davranmalıdırlar. Sonra çocuklar, okudukları kurmaca metinler (öykü, roman, masal) aracılığıyla toplumsal karakterleri tanırlar ve onların davranışlarını örnek alarak uygulamaya çalışırlar. Nesnel gerçeklikle ilgili bilgilerini ve deneyimlerini okudukları kitaplarla desteklerler. Olayları kavrama, algılama ve sonuç çıkarma gibi zihinsel süreçlerini daha çok okuma eylemiyle geliştirirler ve biçimlendirirler. Ayrıca çocukların maddi ve manevi gerçeklikle kurdukları ilk ilişkilerinde büyük yer tutan kitaplar, giderek onların estetik gereksinimlerini karşılayan bir kaynak olma görevini de üstlenecektir. Çocuk, roman, öykü, masal, şiir gibi metinlerle sevmeyi, hoşlanmayı, acımayı, pişman olmayı, paylaşmayı öğrenecektir. Demek kitaplar çocuğun psikolojik güdülerini ve giderek değerlerini de biçimlendiren, geliştiren materyallerdir. İleriki yılların eleştirel, yaratıcı ve yapıcı düşünebilen bireylerinin oluşması da büyük ölçüde kitaplara bağlıdır. Çünkü kitaplar en önemli eğitim materyalleridir. Çocuğun kendini ifade edebilme gücünün ve yeteneğinin gelişmesi de büyük ölçüde okuduğu kitaplara bağlıdır. Uzun yıllardır üniversitelerde dersler veren bir öğretim üyesi olarak, öğrencilerin, genç bireylerin çoğunun kendini ifade etmede çektikleri zorluğa tanıklık etmişimdir. Bu öğrencilerin çoğu, çocukluklarından beri kitap okumayan ya da yanlış kitaplar okuyan bireylerdir.
Şu da var: Çocukların kullandığı dilin dizgesel yapısına uygun yazmak, çocuk okur için yazmak anlamına gelmez. Çünkü çocuk okurun imgelemi verili bir imgelem değildir. Yani yetişkin okur gibi okuduğu metinden neleri nasıl alacağını bilemediği gibi henüz önyargılardan da uzaktır. Zaten çocuk okurun imgelemi yaralanmamış, tertemiz, apaçıktır. Yazarın yetişkin okura bıraktığı satır aralarını doldurma görevi, çocuk okurda karşılığını genel olarak bulamaz. Çocuk okur, görsel ya da yazılı bir metinde neleri alımlıyorsa, onu alımlıyordur. Yetişkin okur gibi, önceki zihinsel deneyimleriyle karşılaştırıp, tartışıp, alması gerekenin neler olduğuna karar veremez. Buna karşın çocuk okur bir robot da değildir. Yetişkin okurdan daha fazla soru sorma güdüsüne sahiptir, daha meraklıdır ve daha yoğun bellek kaydına sahiptir.
Buraya kadar çocuk okurun özelliklerinden ve kitap ile ilişki biçiminden, çocuk kitabı yazarının nelere dikkat etmesi gerektiğinden söz ettim. Elbette yazara düşen görev ve sorumlulukların yanında, okura düşen görev ve sorumluluklar da vardır. İster çocuk okur olsun, ister yetişkin okur olsun, bir kitabın içerdiği metnin okunma süreci, o metnin gerektirdiği “hazır bulunuşluk” durumuna uygun olmalıdır. Bu durum çocuklar için büyükler tarafından hazırlanırken, yetişkin okur bu durumu kendisi hazırlayacaktır. Dünyanın belki de en çok okunan çocuk kitabı (aslında belki de yetişkin kitabı) olan ‘Küçük Prens’in yazarı A. Saint-Exupéry, belki bu kaygıyla şu sözleri söylemiş olmalı: “Hiç kimsenin kitabımı özensizce okumasını istemem doğrusu. Bu anılarımı yazarken çok üzüntülü anlar yaşadım. Arkadaşım koyunu ile birlikte beni bırakıp gideli tam altı yıl oldu. Onu burada anlatmaya çabalıyorsam, bu biraz da onu unutmamak için. Arkadaşı unutmak çok üzücü bir şey. Herkesin arkadaşı olmamıştır. Arkadaşımı unutursam, kendimi o sayılardan başka bir şeye değer vermeyen büyükler gibi hissederim sonra…”
Evet, son yıllarda çocuk kitabı yazmanın, epey popüler bir uğraş olduğunu görüyoruz. Doğru dürüst yazılmış, yani “çocuk” okurun özellikleri dikkate alınarak yazılmış olanlara bir diyeceğim olmayabilir. Ama yeteneksiz bir yığın şiir ve kurmaca yazarının para kazanmak için çocuk kitabı yazmaya yönelmesi, yayınevlerinin de bunu desteklemesi son derece tehlikeli bir durumdur. Biçim olarak çok basit görünen bu iş, anlam ve içerik düzeyinde oldukça ciddi toplumsal sonuçları olan bir ağır sorumluluktur. Örneğin Ankara Üniversitesi, Eğitim Fakültesi bünyesinde bir “Çocuk Edebiyatı Bölümü” bulunması, bu konularda sempozyumlar, tezler, araştırmalar yapılması boşuna değildir. Söz konusu çocuk kitabı yazan arkadaşların kaçı bu bölümün etkinliklerinden haberdardır, merak ediyorum.
Gazete Duvar / 06.09.20