Türkiye’nin yüzölçümü, coğrafi bölgelerinin çeşitliliği ve bu topraklarda yaşamış kültürlerin sayısını düşünürsek, şu an yürütülen arkeolojik kazıların epey yetersiz olduğunu görürüz.
Paleolitik döneme ait komşu ülkelerde yüzlerce, ülkemizde ise sadece 3 kazı yeri mevcut. Bırakın uzak geçmişi... Macaristan’da kazıldığı kadar Osmanlı yerleşmesi kazıldı mı mesela bizde?
30 yılda kazılan Neolitik dönem yerleşme yerlerinin sayısı Balkan ülkelerinde 300, Suriye, Lübnan, Ürdün ve İsrail’de 400.
Kapladığı alan hepsinden fazla olan Türkiye’de aynı döneme ait kazılmış Neolitik yer sayısı ise sadece 30.
****
2013’te 109 yerli kazı, 34 yabancı kazı, 65 müze kazısı, 23 tane de Kamu Yatırım Alanları Kazı Çalışmaları (HES, barajlar ve TKİ) olmak üzere toplam 231 kazı yapıldı.
2012 verileriyle kıyasladığımızda bilimsel kazılarda düşüş olduğunu görüyoruz.
Çok önemli kazıların bilimsel nedene dayanmayan, gerekçeli yargı kararları olmadan, çeşitli bahaneler uydurularak kapatıldığı; bilim etiğine uyulmadan kazı başkanlıklarının el değiştirdiği, yargı kararlarına rağmen bazı kazılara hâlâ izin verilmediği biliniyor.
****
Halbuki devlet teşvik edici, bilimsel çalışmaların yolunu açan bir yaklaşım içinde olmalı. Bilimsel kazılardaki denetim, bilim insanlarını potansiyel suçlu gibi bir yere oturtmamalı.
Kültür Bakanlığı esasen gücünü tahribat, kaçakçılık ve defineciliğe yönlendirmeli. Sadece defineciler değil, iş makineleriyle çalışan operatörler de toprağa sürekli müdahale ederek geçmişi yok ediyorlar.
Oysa Türkiye’nin de onayladığı Malta-Valetta Sözleşmesi, toprağa yapılan her müdahalenin –evin temeli, yol, su şebekesi, baraj vs- denetlenmesi gereğini ortaya koyar ve bunun sorumluluğunu devlete verir.
****
Arkeoloğun yaptığı bilimsel kazılar mutlaka bir Bakanlık elemanı tarafından denetlenirken bir höyük, yol açmak, tarla düzeltmek ya da bir inşaat nedeniyle rahatlıkla yok edilebiliyor.
Bakanlık, hiçbir bilimsel kazının bir greyderden daha kötü olmayacağını kabul etmeli.
Bizde genelde bir yatırım başlayıp iş makineleri çalıştığında eski esere rastlanıp yerel müze durumdan haberdar edilirse yatırım durduruluyor.
Kargamış Barajı’nı düşünün... Yapılacağı 30 yıl öncesinden bilinen baraj göl alanında gövde inşaatının bitmesine iki yıl kala, 1998’de kurtarma çalışmalarına başlanmıştı, hatırlayın.
Proje ya da yapım aşamasında olan, ancak hiçbir kurtarma çalışması yapılmayan 140 baraj daha var, unutmayın.
Keban, Aşağı Fırat, Aslantaş barajları dışında, bunların göl suları altında nelerin kaldığı bilinmiyor. Keban baraj göl alanı altındaki 65 yerleşmeden sadece 19 tanesinde, Karakaya ve Atatürk Baraj alanlarında da su altına bırakılan 600 yerleşmeden sadece 21 tanesinde çalışma yapıldı.
Bütün Yukarı Mezopotamya kültürlerini yutmak üzere olan Dicle baraj göl alanlarında, övündüğümüz GAP projesi için, yüzey araştırmalarında saptanan yüzlerce yerleşmeden elimizde tek bir kurtarma kazısı kaldı. Buna karşılık, bir yılda yapılan define kazılarının sayısı yüzlerce.
****
Kültür Bakanlığı bilimsel kazılara “Bakanlık temsilcisi” yolluyor.
Aynı şekilde, eski ören yeri veya bir yapıyı söküp yeniden yapan müteahhitlerin başına da yollamalı.
Yeni bir arkeoloji politikası oluşturulmalı, dünya arkeolojisinin nereye gittiği yakından izlenmeli.
Bilimsel kazılar sıkı denetime tabi tutulurken, asıl tahribatı yapan Karayolları, DSİ gibi kurumların çalışmalarının göz ardı edilmesi, buralarda arkeolog bulundurulmaması kabul edilebilir bir yaklaşım değil.
Hürriyet / 26.06.14